Boray Acar
Hedef gerçekten Kadir Gecesi miydi?
Çok şükür gündem sıkıntısı yaşanmayan ülkemizde, Pegasus çalışanı olduğu söylenen bir grubun rakı masası fotoğrafının “Kadir Gecesi özel. Rabbim kabul etsin” notu ile sosyal medyaya yansıması bir anda manevi hassasiyetleri (!) harekete geçirdi ve büyük bir tepki ile karşılandı. Böyle bir davranışı kabul edemeyeceğini, yazılı bir basın açıklaması ile ifade ederek kurumsal tavrını ortaya koyan Pegasus, söz konusu personeli işten çıkardı. Pegasus’un bu kararı hangi saikler ile aldığını, kabul etmesek de anlayabiliyoruz. Yeni Türkiye’de iktidara yaranma düsturu ile karar almayı, hukukun üstünlüğüne tercih eden adalet müessesesi de kendisinden bekleneni yerine getirdi ve Pegasus çalışanları hakkında soruşturma başlattı.
Bu olayı; “Yüzde bilmem kaçı Müslüman olan…” kalıbı ile başlayan cümleler kurarak yorumlamaya kalkmak ne kadar gereksiz ise böyle bir fotoğrafı, böyle bir not ile sosyal medya hesabından paylaşmak da bir o kadar gereksizdi. Dinin siyasete malzeme yapıldığı, açlık sınırı altında kalan kalabalıkların bile din eksenli dogmatik söylemler ile teskin edilerek şükretmeye yönlendirildiği, büyük oranda da başarıldığı, dini ajitasyonun neredeyse zulmün anahtarı hâline getirildiği böylesi bir dönemde, hazırda bekleyen dinbazlara, üstünde tepinilecek bu denli elverişli bir malzeme verilmesi akılla ve mantıkla bağdaşmaz.
Bu olayı; akla gelen ve ağızdan çıkan ilk yorum sonrasında, toplum hassasiyetlerini esas alarak “doğruydu-yanlıştı” ikilemine indirgemek ve bu eksende retorik yapmak, olayın psikolojik altyapısını ihmal ederek sığ bir tartışmaya hapsetmekten başka bir şey değildir. Veya bunu İslam’a karşı alınmış bir tavır gibi yansıtmak, bu eksende bir mağdur edebiyatı yaratmak ve kişileri demonize ederek hedef göstermek de meselenin bir diğer veçhesi. Yeni Şafak gazetesi yazarlarından İsmail Kılıçarslan “Kadir Gecesi’ni içki masasının mizahı yapacak kadar kara gâvur işte bunlar.” derken, Yusuf Kaplan “İslam size ne yaptı da bu kadar aşağılık davranışlar sergiliyorsunuz?” diyor. Mesele kendi cenahları olduğunda yüce gönüllerine dünyaları sığdırabilecek kadar anlayışlı olabilen bu adamlardan tabii ki bu vakanın
nedenlerini anlamaya çalışmalarını ve objektif değerlendirmeler yapmalarını beklemiyoruz.
Peki insanları toplumun kahir ekseriyetini provoke edebilecek bu tür paylaşımlar yapmaya iten şey, dönem iktidarının dini değerleri istismar etmeye dayanan siyasi üslubu olabilir mi? Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta sivil toplum örgütlerinin temsilcilerini (hangi sivil toplum örgütleri olduğuna bakmaya hiç gerek duymadım) ağırladığı iftar yemeğinde yaptığı konuşmada, “Dolmabahçe Camisi, o camide bira kutularıyla oturan müptezeller, camiden buradaki makamımıza kadar kanallar açmak suretiyle, geldiler, ondan sonra gezicilerle beraber taksim meydanına yürüdüler.” diyor. Olaylar esnasında işyerinde, yani camide bulunan görevli imam böyle bir şey görmediğini ifade etmişti. Sonrasında o imamın başına neler geldiğini biliyoruz. Bu iddiaları doğrulayan herhangi bir delil de söz verilmesine rağmen ortaya konamamıştı. Gerçi yeni düzende herhangi bir suç isnat edilmesi için delile gerek duyulmuyor. Hatta o dönem bir de “Kabataş Yalanı” vardı hatırlarsanız. Zehra Develioğlu isimli “türbanlı” bir kadın, Gezi olayları esnasında, Kabataş’ta kalabalık bir grup tarafından dövüldüğünü ve üzerine işendiğini iddia etmişti. Devletin tepesi, bu iddiaları üst perdeden sahiplenmiş, gazeteci kılıklı birileri de görüntüleri izlediklerini söylemişlerdi. Tabii sonrasında herhangi bir görüntü olmadığı ve iddiaların yalan olduğu anlaşılmıştı. Görüntüleri izlediklerini söyleyenler ise özür dilemek durumunda kalmışlardı. Tam manasıyla “Bu ülkede her şey olabilirsiniz ama rezil olamazsınız” dedikleri şey bu olsa gerek.
Elbette bunlar içtimai hadiselerin camiye, türbanlı bacıya, sakallı dayıya bağlanarak mecrasından çıkarılmaya çalışıldığı yüzlerce örnekten sadece birkaçı. Bir yandan da, hukuk müessesesinin ayaklar altına alındığı bugünlerde Gezi Parkı sürecinde bu bağlamda yaşananları hatırlayalım istedim. Doğal olarak bu politik anlayış, karşıtlarını yaratıyor ve onları mantık dışı işler yapmaya da itebiliyor. Kişileri tanımasak da onları böyle davranmaya iten kamplaşmanın tarihi serüveninin canlı tanığıyız. Bu davranışı İslam düşmanlığı olarak yaftalamadan önce, ülkenin yirmi yılına mal olan siyaset yapma biçimini gözden geçirmek gerekiyor.