Eda Yılmayan
HAYALİM PSİKİYATR OLMAKTI EDEBİYATÇI OLDUM
Mario Levi ‘Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar’ kitabında insanların da ayçiçekleri gibi karanlık günlerde birbirlerinden güç alarak yaşamlarını sürdürebileceklerini belirtiyor.
Mario Levi, yolu İstanbul’un farklı semtlerinden geçen insanların hikâyelerini anlattığı ‘Gördüklerimiz Göremediklerimiz’ isimli bir kitap serisine başlamıştı. Kadıköy, Eminönü, Şişli ve Beyoğlu’nun ardından yeni kitabını beklerken Levi, okurlarına bir sürpriz yaptı ve bu seriden bağımsız yeni bir kitapla çıkageldi. ‘Ayçiçekleri Her Gece Bir Yalnızlığa Bakar’.
Yazar aşina olduğumuz kalabalık roman karakterlerini, her birinin duygu ve düşüncelerini irdeleyen, anlamaya çalışan üslubuyla, okurla adeta dertleşerek kaleme alıyor. Daha önceki kitaplarında da anlatıcı olarak karşımıza çıkan yazar bu sefer bir roman karakteri olarak arz-ı endam ediyor. Romanın ana kahramanı ise bir psikiyatr, Engin. Romanın merkezinde bir psikiyatrın olmasının ve anlattığı tüm karakterlerin yaşamlarındaki zorlukları, çocukluk travmalarını okura aktarmasının nedenini sorduğumuzda, Levi aslında tıp eğitimi alıp psikiyatr olmak istediğini ancak tıp fakültesine puanı yetmeyince edebiyat fakültesine yazıldığını anlatıyor. “Henüz lisedeyken en büyük hayallerimden biri tıp fakültesine girip doktor olmak sonra da psikiyatri okumaktı. İyi bir doktor, iyi bir psikiyatr olabilir miydim bilmiyorum ama şu kesindi: Yazar olamayacaktım. Her ne kadar edebiyata kendimi yakın hissetsem de başka bir hayatım olacaktı. Zaman zaman bu eksikliği bu karakterle gidermeye çalıştım” diyor.
Romanın sonunda okuduğumuz ve kitaba adını veren ayçiçeklerinin öyküsünü, yarattığı karakterleri Mario Levi ile konuştuk.
Gördüklerimiz Göremediklerimiz isimli bir seri yazıyordunuz. En son Beyoğlu’ndan geçen insanların hikâyelerini sizinle konuşmuştuk. Şimdi ‘Teğet Geçen Hayatlar’ serisini yazmaya başladınız. Neden ara verip, yeni bir seriye başladınız?
Bu soruyu ben de kendime çok sordum. Tamamıyla hayatın akışı bunu gerektirdi diyelim. Pandemi günlerinde bir kitap yazmaya başladım. Amacım bir novella yazmaktı ama öyle bir yazmaya başladım ki durduramadım kendimi. Yazın da yazmaya devam ettim. Bir de baktım ki 550 sayfa olmuş ve hâlâ bitmemiş. Bitmesi için de en azından 250-300 sayfa daha yazmam lazım dedim. Bu zamanda 800-900 sayfalık bir kitabı yayınevine veremezdim. Orada durdum.
Fakat yazılmış çok hikâyem vardı. Bunlar başka bir romanın müjdesini veriyordu. O kadar çok yazınca yazdıklarımdan da vazgeçmek istemedim. Sözünü ettiğiniz Gördüklerimiz Göremedikleriniz kitap serim için de olamazdı. O sebeple yeni bir roman yazma heyecanıyla bu seriye başladım. Bu romandaki psikiyatr da avukat da psikaytrın eşi de eski romanda vardı fakat ayrı hikâyelerin içindeydiler. Şimdi bu romanda tüm bu karakterleri bir araya getirdim.
ROMAN KAHRAMANLARINDAN BİRİ; MARİO LEVİ
Beyoğlu kitabınızda kahramanlardan biri de sizdiniz. Yeni kitabınızda yeniden okurun karşısına çıkıyorsunuz. Dışarıdan kendinize bakabilmeniz ve roman akışı içinde Mario Levi’yi romana yerleştirmeniz nasıl bir duygu? Sizin gerçekten bir parçanız olarak mı orada yoksa bir roman karakteri olarak mı?
Beyoğlu kitabında bir anlatıcı kahraman vardı. Benim birçok romanımda anlatıcı kahraman var. Bu anlatıcı karakterlerde benden birtakım parçalar yaşıyor. Bu romanda biraz daha farklı bir yol tutturmaya çalıştım. Burada gördüğümüz anlatıcıyı kendim gibi göstermek istemedim. Kendim dışında biri olarak yazdım. Romanın dışında bir kahraman ama anlatıyor. Birçok yerde de karşımıza çıkıyor. İster istemez anlatıcı kahramanlar her ne kadar kendimden farklı kişiler olsa da benden birtakım parçalar taşıyorlar ama yazarken bunu düşünmüyorum. Hikâyeyi kendi akışına bırakıyorum. Bu beni rahatlatıyor. Zaman zaman da kendimi bazı konularda sorgulama, eleştirme imkânı sağlıyor. Fakat bu romanda ilk kez Mario Levi yazar olarak romanda. Bu bana çok eğlendirici geldi. Ben bu hikâyenin içinde olsaydım ve kahramanlarla ilişkiye girseydim acaba nasıl olurdu diye düşünerek yazdım.
Engin ve Yıldız’ın hikâyesi ekseninde her seferinde yeni insanlarla karşılaşıyoruz. Normalde de özel yaşamınızda bu kadar kalabalık içinde mi yaşıyorsunuz yoksa sadece şimdiye kadar gözlemlediğiniz, biriktirdiğiniz insanlar mı?
İyi bir gözlemciyim. Benim mizacımdan kaynaklanıyor. Çocukluğumda bile öyleydim. Yazar olma hayalim de yokken öyleydim. Küçükken annemle beraber yürürken etrafımdaki insanlara uzun uzun bakardım, annem bana “Yapma, bakma oğlum!” diye kızardı. Ama ne görüyordum ne anlıyordum bilmiyordum. Bir de galiba çok kitap okumamdan da kaynaklandı bu. Yani bu anlamda çok kalabalık oldum yoksa sosyal bir insan hiç değilim. Hatta biraz fazla asosyal olduğumu da söyleyebilirim. Bir davete gittiğimde bile bir süre sonra çıkmak isterim, sıkılırım.
Yazmak biraz yalnızlık da getiriyor öyle değil mi?
Benimle yaşamak kolay değildir. Neyse ki eşim de yazar. Beni çok iyi anlayabiliyor. Hatta aslında bir anlamda memnun da çünkü kendisine de vakit kalıyor.
“SEVMEDİĞİM ÇOK PSİKİYATR VAR”
Romanın ana karakteri bir psikiyatr, kitap yazmak istiyor. Yaşamının temel amacı bu. Bir psikiyatrı ana karakter olarak seçmenizin tüm bu karakterleri anlatmanızda etkisi nedir?
Bunun bir iki sebebi var. Biri; geçmişimde henüz lisedeyken en büyük hayallerimden biri tıp fakültesine girip doktor olmak sonra da psikiyatri okumaktı. Tıp fakültesine puanlarım tutmayınca edebiyat fakültesine kaydımı yaptırdım ve hayat başka şekilde aktı. İyi bir doktor, iyi bir psikiyatr olabilir miydim bilmiyorum ama şu kesindi: Yazar olamayacaktım. Her ne kadar edebiyata kendimi yakın hissetsem de başka bir hayatım olacaktı. Zaman zaman bu eksikliği bu karakterle gidermeye çalıştım. Birçok psikiyatr tanıdım, bazılarıyla yakın ilişkilerim de oldu. Yaklaşık üç yıl süresince psikiyatrdan terapi de gördüm. Psikiyatri dünyasını çok iyi tanıyorum. Hiç sevmediğim çok psikiyatr vardır. Onu da Engin karakterinde ortaya çıkarmaya çalıştım. Biraz da ideal psikiyatr böyle olmalıdır demek istedim.
Kitabınızda karakterlerinizin duygu ve düşünce dünyalarını detaylı bir biçimde anlatıyorsunuz. Bu psikiyatriye olan merakınızın sonucu diyebilir miyiz?
Bu doğru bir tespit. Psikiyatri konusunda amatör bir tutkuyla kendimi geliştirmeye çalıştım. Çok okudum, literatürü çok takip ettim. Bu özel bir meraktı. Bunun yazarlığıma faydası olabileceğine inandım. Çok yakın olduğum, terapisini gördüğüm artık arkadaşım da olan terapist bana bir keresinde “Artık terapi yapabilecek durumdasın ama sakın yapma!” demişti.
“HERKES HERKESE KENDİNİ SEYRETTİRİYOR”
Kitabınızda kentli insanların çıkmazlarına odaklanıyorsunuz. Kitabın başında uyutulan insanlardan söz ediyorsunuz. Kimi siyasetle kimi sporla kimi alışverişle kimi pornografiyle uyutulur diye yazıyorsunuz. Bir de sosyal medyadan dem vuruyorsunuz. “Herkes herkesi seyrediyor. Herkes herkese kendisini seyrettiriyor…” Kentli insanın en büyük sorunu nedir? Özetlemenizi istesem tüm bunlardan yola çıkarak ne söylemek isterseniz?
Sosyal medya paradoksu olarak tanımladığım bir durum var. Bunu hem bir yazar olarak hem de bir iletişimci olarak söylüyorum. Birçok insanın çok miktarda takipçisi var. “Twitter’da Instagram’da şu kadar takipçim var” diyor ve biraz da övünüyor ama bunlar ne kadar gerçek? Benim sosyal medyadaki takipçilerimin tümü diyelim ki imza günüme gelecek olsalar Fenerbahçe Stadı kadar alan lazım ama öyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu durum çok görkemli, muhteşem bir yalnızlığı da getiriyor. Paradoks dediğim bu. Çok insan var ama hiçbir anlamı yok bütün bunların, hepsi boş. Aman ne kadar mutluyuz aman ne kadar güzeliz, bunu da görün birlikteyiz gibi paylaşımlar oluyor. Buna bir anlam veremiyorum. Zaman zaman eğlendirici, hoş da olabilir. Sırf bunun üzerine hayatını kuranların acınası bir durumda olduğunu düşünüyorum. Herkes birbirini seyrediyor, herkes kendini seyrettiriyor. Zaman zaman ben de bu oyuna düşüyorum ama neyse ki hayatımı bunun üzerine kurmuyorum. Bu sadece Türkiye’ye özgü bir durum da değil! Dünyada da böyle. Akıllı dediğimiz cep telefonları aslında bir aptallaştırma projesi. İnsanların hayatlarını kolaylaştırma projesi altında insanları aptallaştırdığını düşünüyorum. Tarihin bu devresinde böyle bir yerdeyiz. Nereye gider bilemiyorum. Bu bir uyutulma çünkü ciddi fikirler üretilmiyor. Haksızlıklar karşısında kamuoyu oluşturuluyor, kabul ediyorum, başka çare kalmıyor. İran’da olaylar oluyor birileri dünyaya bir yolunu bulup sesini duyurabiliyor. Bunlar önemli ama istisnalar dışında genelde yeni fikirler üretilmiyor. Herkes birbirini de uyutuyor, bunun farkında da değil!
“AYÇİÇEKLERİ KAPALI HAVADA YÜZLERİNİ BİRBİRİNE DÖNER”
Ayçiçekleri kitabın sonunda karşımıza çıkıyor. Neden ayçiçeklerini seçtiniz?
Ayçiçeklerinin hikâyesini bir arkadaşım anlatmıştı sonra inceleyince haklı olduğunu gördüm. Gün içinde ayçiçekleri yüzlerini güneşe dönüyor, geceleri boyunlarını büküyor. Kapalı havalarda ise yüzlerini birbirlerine dönüyorlar. Bu beni çok etkilemişti. Kapalı havalar yaşayabiliriz ama bu havalarda birbirimizden güç alarak hayatımızı sürdürülebiliriz. Bunu kitabımda iki kişi özelinde yapmaya çalıştım. Kitaptaki tüm bu yalnız insanlar bir yerde birbirlerine bakarak hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar ama ne kadarını başarabiliyorlar? Belki de birbirlerine teğet geçiyorlar. Uzun süre karı koca olarak yaşayan Sibel ve Engin için de bunu söyleyebiliriz. Birbirlerinden gizledikleri var. Birçok insanın böyle yaşadığını düşünüyorum. Bir yerde bir şey eksik kalıyor ama bununla yaşamayı da öğreniyoruz. Zor zamanlarımızda birbirimizin yüzüne bakabilmemiz çok önemli.
Sıradaki romanın kurgusu da benzer mi olacak?
Evet. İkinci romanımın kahramanları şimdiden belli. Engin’i de Yıldız’ı da, Sibel’i de belki birer yan kahraman olarak görebiliriz. Onlar hikâyelerini bitirdiler.
Gördüklerimiz Göremediklerimiz serisinin yeni kitabı ne zaman çıkacak?
Bu seri de devam edecek, hazırladığım metinler var. Belki bu yaz onun üzerine çalışırım.
Çocuk Kitapları
Ormanın Hazineleri
Nevra Nergiz
Çınar Yayınları
Durdurulamayan İnsanlık: Dünyanın Hakimiyetini Nasıl Ele Geçirdik
Yuval Noah Harari
Çevirmen: Çiğdem Şentup
Kolektif Kitap
Albert Einstein’a Göre Dünya
Brigitte Kernel
Redhouse Kidz
Sanatçının Gördükleri- Vincent Van Gogh
Amy Guglielmo
Everest Yayınları
İzmir’de Üç Çocukluk
Hacer Kılcıoğlu
Günışığı Yayınları
Zaman Sandığı
Andri Snaer Magnason
Domingo Yayınları
Haftanın Kitapları
Acıklı Güldürü
Metin Belgin
Literatür Yayınları
Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği
Çiğdem Toker
Tekin Yayınevi
Güneşin İki Yüzü
Bahar Eriş
Alfa Yayınları
Einstein'ın Parlak Buluşu - Görelilik Nispeten Kolaylaştı!
Barry Parker
Sia Yayınları
Gülsün Ağavni Zilha
Tomris Alpay
Aras Yayınları
Sardunyaların Kışı
Şenay Eroğlu Aksoy
Everest Yayınları
Çok Satanlar
- Gece Yarısı Kütüphanesi, Matt Haig
- Sırlarımız Kadar Hastayız, Bülent Demircioğlu
- Bavula Sığmayan, Nermin Yıldırım
- Kaplanın Sırtında İstibdat ve Hürriyet, Zülfü Livaneli
- Kırmızı Pelerin, Gülseren Budayıcıoğlu
- İnsanlığımı Yitirirken, Osamu Dazai