Yaşar Seyman
GÖKTEN BİR NOBEL DAHA DÜŞSE
Biz ülkemizde güne çok az gülen haberle doğarız. Nedense hep acı haberler güne, manşetlere, dillere düşer. Oysa çocukken; o kocaman mahallede duyduğumuz haberler çocuk doğumları, düğünler, okul mezuniyetleri, işe girmeler az sayıda ölüm haberleri… Biz büyüyünce sorunlar da büyüdü sanki.
7 Ekim 2022 sabahı gazetede güzel bir haber okudum:
82 yaşındaki Fransız yazar Annie Ernaux “Nobel Edebiyat Ödülü” almış. Yazar, edebiyat öğretmenliğinden sonra roman yazmaya karar veriyor. Bir işçi ailenin çocuğu olarak doğan kadının ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ almasına öyle çok sevindim ki. Hemen tivit attım. Darısı başımıza diyorum.
Yıllar önce Kanadalı öykü yazarı Alice Munro ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ alınca, öykü yazarı olarak sevinmiş o zaman da bir tivit atmıştım. Darısı başımıza…
Dileğim sosyal medyada duruyor… Meğerse zihinlerde de duruyormuş. Bir bayram mesajımda yeğenim Deniz’e sitem ettim. “Bırakıp gittiniz, yalnız kaldım koca kentte; alacağınız olsun!” Hemen yanıt geldi. “Halacığım sen, Nobel alasın diye yalnız bıraktık.” demez mi?
Vay bee!
Çünkü ‘Nobel ödülleri’ alanlarındaki en büyüklere veriliyor…
Kim düşlemez ‘Nobel Edebiyat Ödülü’ ve ‘Nobel Barış Ödülü’nü almayı. Edebiyat ödülü ülkemize gelince çok sevinmiştim. Barış ödülü gelsin; savaş bitsin diye kaç yazı yazdım.
Konu barışsa kimse kıskançlık duyamaz.
Barış için çırpınan herkes aday olur. 82 yaşında bir kadın ödül alınca; benim duygularımın coşması hoş karşılanmalı.
Umutsuz yaşanır mı?
Yaşamımın üçte ikisi insan hakları, işçi hakları, kadın hakları mücadelesi ile geçti. Dünya konferanslarına koştum. Daha dün gibi, 2010 yılında Kanada’nın Vancouver kentinde Yunanlı sendikacı dostum Zoe Lanara Tzotze ile üç dilde “Yaşasın barış!” diye dünya kongresine gelen delegasyona haykırdık!
Sonra Yunanlı şair Yannis Ritsos’un “Barış” şiirini anımsadık:
“Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba
elinde yemiş dolu bir sepet;
ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak bir testi gibi
ter damlalarıyla alnında…
barış budur işte.”
Barış için haykırmayı sürdürmeliyiz…
Barış mücadelesini hiç aksamadan sürdürmeliyiz. İnsanlığın, yaşamın, doğanın sürekliliği bile barışa bağlı. Bu tohumu genç kuşakların zihinlerine ekmeliyiz. Ekmeliyiz ki dünya daha yaşanılır bir gezegen olsun.
Biz büyükler çocuklarımıza, torunlarımıza yaşanır bir dünya hazırlarken, çözülmemiş sorunları, onların omuzlarına yüklememeliyiz.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, ilkesi ve dileği “Yurtta barış, dünyada barış” sözünün var olmasını sağlamalı, vazgeçilmez bir söz olarak tüm evrene yaymalıyız.
“Ötekilerin sesi” olmanın bedelini herkes gibi ödüyoruz…
Görüyoruz ki bu ülkede hak teslimi adil yapılmıyor. Sorunun sahipleri sorunu anlatacağına, isteklerini özgürce söyleyeceğine, sorunun sahipleri suskun; başkaları, onlar adına konuşuyor.
Büyük yazar Victor Hugo’nun dediği gibi “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır.”
Yaşamsal olan bir yazar, aktivist hedefsiz olur mu?
“Amacı, kavgası, sevdası olanları seviyorum” diyen biri inandığı yolda yürümeli. Çıkar ilişkilerinin egemen olduğu, herkesin yakın çevresini gördüğü, liyakatsiz insanların ödüllendirildiği bir ülkede düşlerimi, şiarım olan “Hak verilmez alınır!” sloganı ile söylemekten daha anlamlı ne olabilir ki?
‘Nobel Ödülü’ düşüme aşkla, inatla, umutla sarılıyorum…
Barış sözcüğü yanında savaş sözcüğünün saklandığı, mahcup bir sözcük olduğunu söylesem, çocuklarınıza Savaş’tan çok Barış adını koyun dileğinde bulunsam bir barışsever olarak çok şey mi isterim?
‘Nobel Edebiyat’ hedefini önüme koyup yoğunlaşsam, yaşam coşkumu çoğaltsam, okusam, biriktirsem, oturup yazsam; kime ne zararı var ki?
Güzel öyküler, otobiyografik ve biyografik romanlar, denemeler, anılar, anlatılar okumak istemez misiniz?