Menekşe Tokyay
Gıda Krizi: Köprüden Önce Son Çıkış
Pandemi, Ukrayna işgali ve iklim değişikliğinin yarattığı birleşik etki sonucu tüm dünyada etkisini gösteren gıda krizinden Türkiye de muaf değil. Gıda fiyatlarının uzunca bir süredir gündemin ilk sıralarında yer aldığı Türkiye’nin bu konuyu etraflıca tartışıp ülke özelindeki sebep, sonuç ve olası çözümleri ortaya çıkarması gerekiyor.
The Economist dergisinin kapağı geçtiğimiz günlerde hayli konuşuldu. Ukrayna-Rusya savaşının tetiklediği gıda krizine atfen, masmavi gökyüzü fonu üzerinde kuru kafa simgeleri olan üç adet buğday başağı hepimize sert bir uyarıda bulunuyordu.
Dostoyevski’nin başyapıtlarından Karamazov Kardeşler’de geçen çok sevdiğim bir alıntıdır: “Size gerçek, gerçeğin ta kendisi olarak diyorum ki: Toprağa düşen bir buğday tanesi yok olmazsa, yalnızca bir buğday tanesi olarak kalır; ama yok olursa, o zaman bereketli ürün doğurur.” (İncil, Yohanna’dan XII. Bap, 24)
Pandemi, İşgal ve İklim Değişikliği
Dünyanın tahıl ambarlarından olan Ukrayna’da süregiden savaşın ayçiçek yağı, buğday ve mısır başta olmak üzere temel gıda ürünlerinin fiyatları ve erişilebilirliği üzerinde doğurduğu baskının yanı sıra pandemi döneminden devralınan tedarik zinciri ve istihdam aksaklıkları ve iklim değişikliğinin etkileriyle daha da akut hale gelen “gıda krizi” ve “gıda enflasyonu” son dönemde başlıca gündem maddelerimiz arasında.
Dolayısıyla bir yandan pandemi, bir yandan Ukrayna işgali, bir yandan da iklim değişikliğinin yarattığı birleşik etki sonucu tedarik ve üretim zincirlerinin aslında ne kadar kırılgan oldukları anlaşıldı.
Normal şartlarda Rusya ile Ukrayna, dünya çapında “stratejik ürün” kabul edilen buğday ithalatının üçte birini, mısırın beşte birini, ayçiçek yağının ise yüzde 80’ini üretiyordu.
Ukrayna’da çiftçilerin kendilerini bir anda savaş meydanında asker olarak buldukları, tarlaların üzerinden vızır vızır dronların uçuştuğu bir ortamda buğday üretiminin bu sene yüzde 35 oranında azalması bekleniyor. Öte yandan Rusya’nın Karadeniz’deki ve Azak Denizi limanlarındaki ablukası ve üretim kaynaklı bir kriz olmayan dünyada ülkeler-arası güç savaşında gıdanın bir silah olarak kullanması yüzünden bunların çok büyük kısmı da ithal edilemeyecek.
Dünya Gıda Programı’nın son tahminlerine göre, dünya çapında 49 milyon kişi açlıkla sınanıyor; her gece 811 milyon kadar kişi yatağa karnı guruldayarak gidiyor. Üstelik, yetersiz beslenme çocuklar üzerinde yıkıcı etkiler doğuruyor ve onları yaşam boyu etkilerini hissedecekleri bilişsel ve gelişimsel zorluklarla baş başa bırakıyor, bağışıklık sistemlerini zayıflatıyor.
Verimlilik Azalıyor, Fiyatlar Artıyor
Düşünce kuruluşu Chatham House geçtiğimiz sene hazırladığı bir raporda, 2050 yılına kadar karbon emisyonlarında kayda değer bir azaltım olmadığı taktirde gıda ürünlerinde verimliliğin üçte bir azalacağı ve gıda fiyatlarında artış eğiliminin devam edeceği uyarısında bulunmuştu.
Mısır, Brezilya gibi orta gelirli ülkelerin, dünya nüfusunun dörtte birini barındıran MENA (Ortadoğu ve Kuzey Afrika) bölgesinin veya Arjantin, Pakistan ve Türkiye gibi münferit düzeyde gıda ve enerji ithalatına yüksek düzeyde bağımlı ülkelerin ise artan gıda güvensizliğiyle nasıl başa çıkacakları ayrı bir endişe konusu.
Suudi Arabistan, rekor düzeye gelen hububat fiyatlarından dolayı ekonomisi büyük bir yıkıma sürüklenen, bir yandan da IMF’den yardım talep eden Mısır’a 15 milyar dolarlık ekonomik yardım paketi sundu. Benzer şekilde Lübnan da buğdayının yüzde 60’ını, Tunus ise yüzde 80’ini Rusya ve Ukrayna’dan alıyordu.
Dünya Bankası ise 18 Mayıs günü tarım, beslenme, sosyal koruma, su ve sulama alanlarında mevcut ve yeni projelere 30 milyar dolarlık kaynak ayırdığını açıkladı. Amaç; gıda ve gübre üretimini teşvik etmek, gıda sistemlerini güçlendirmek ve gıda ticaretinin artmasını kolaylaştırmak.
Ancak, gıda krizinin en etkili çözümü, Ukrayna’nın gıda tedarik zincirine yeniden entegrasyonunu sağlamak ve Rusya’nın da Ukrayna limanlarında depolanan buğdayın güvenli ihracatına izin vermesi. Zira birçok risk firması, küresel rezervlerde birkaç hafta yetecek kadar buğday kaldığına dikkat çekiyor.
Gıda Güvensizliği Küreselleşiyor
Bu durumda küresel güney ülkelerinden başlamak üzere kartopu etkisiyle herkesi bir ölçüde etkileyen, sınır tanımayan bir gıda güvensizliğinin küreselleşmesinden söz etmek mümkün. Ve bu krizden hiçbir ülke tek başına çıkamayacak. Sözde kalmayan özde bir küresel işbirliği, daha açık piyasalar ve dayanıklı tedarik zincirlerinin önemi bir kez daha anlaşıldı.
Bu süreçte ülkeler de kendi içlerine dönerek gıda krizinden mümkün olduğunca kendi halklarını korumaya ve iç fiyatları dengelemeye yöneliyorlar. Örneğin dünyanın en büyük şeker üreticisi olan Hindistan, temel gıda maddelerinin, en başta da buğdayın ihracatını yasaklama yoluna giderken, şeker ihracatında da tonaj sınırlaması getirdi.
Açlıkla sınanan ve bir noktadan sonra karnını doyurmak için her türlü yola başvuracak kadar gözü dönebilecek bir dünyada bu sürecin istikrarsızlıklar, siyasi çalkantılar, insani krizler ve jeostratejik rekabetleri de kızıştırmasını beklemek şaşırtıcı olmayacak. Zira Birleşmiş Milletler’in tahminlerine göre dünyadaki aç nüfusun yüzde 60’lık kesimi, çatışma bölgelerinde yaşıyor.
Kimileri bu durumu Yunanca “apokálypsis” kelimesi üzerinden açıklıyor. Yani gıda güvensizliği etrafında dönen tartışmalar hem bir kıyamet senaryosuna, hem de gerçeklerin gün yüzüne çıkması gereğine işaret ediyor.
Gıda fiyatlarının uzunca bir süredir gündemin ilk sıralarında yer aldığı Türkiye’nin de bu konuda giderek daha “apokaliptik” olması ve konuyu etraflıca tartışıp Türkiye özelindeki sebep, sonuç ve olası çözümleri ortaya çıkarması gerekiyor.
Kısa ve Uzun Vadeli Çözümler
Peki dünyanın ele aldığı, gün yüzüne çıkardığı başlıca çözüm önerileri neler? Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, New York’ta küresel açlık konulu bir bakanlar toplantısında kısa vadede krizi çözecek ve uzun vadede hasarı önleyecek temel önerilerde bulundu ve insani yardımlar için 215 milyon dolarlık bir yeni fonun başlatıldığını haber verdi:
– Gıda arzını artırarak piyasalardaki baskının azaltılması ve birçok ülkenin temel ihtiyaç maddeleri üzerinde dayattığı ihracat kısıtlamalarından vazgeçilmesi, yani korumacılık politikalarının bırakılması;
– Sosyal koruma sistemlerinin gıdaya ihtiyacı olan herkesi kapsar hale getirilmesi ve geçim yardımı verilmesi;
– Hükümetlerin tarımsal üretimi güçlendirip küçük çaplı gıda üreticilerini koruyacak şekilde dayanıklı gıda sistemlerine, bu sistemlere dair teknolojiye yatırım yapması, yani tedarik zincirlerinin çeşitlendirilmesi ve çiftçinin verimliliğini artıran teknolojik açılımların öğretilmesi;
-Açlığı önleme amaçlı insani operasyonların fonlanması.
Kısacası, gıda stokları oluşturulmalı; gıda kıtlığı çeken bölgelere dağıtım için küresel bir eşgüdüm sağlanmalı; bu esnada da korumacı önlemler bir yana bırakılmalı ve küçük üretici korunmalı. Tüm bunların kritik noktası ise, Rusya’nın Odessa limanına koyduğu ablukayı kaldırması için güçlü bir uluslararası baskı kurulması ve gerekirse Türkiye gibi ülkelerin de bu konuda müzakereleri kolaylaştırıcı rol üstlenmesi. Çünkü The Economist’te de belirtildiği gibi, “Herkesin sorunu olan gıda krizi çözülmez ise, yerleşik düzende ciddi bir sarsılma yaşanabilir.”
Son olarak Davos’ta dünya ekonomisi ve gıda ticaretini enine boyuna tartışan küresel topluluğun ana gündem maddelerinden biri de Ukrayna işgalinin tetiklediği gıda kriziydi. Buna göre, mazot ve gübre başta olmak üzere girdi maliyetlerinde durdurulamayan artışlar yüzünden, Avrupa standartlarına göre son derece düşük olan tarımsal desteklerin zaten kredi borcuyla yaşayan çiftçiye insani bir yaşam standardı sağlayamadığı bir ortamda, kâr marjı düşen üreticiler giderek şehirlere göç etmeye başlıyor, tarıma adeta küsüyor. Üretimin olmadığı yerde de doğal olarak gıda kıtlığı başlıyor.
Resmi verilere göre, özünde buğdayın anavatanı olan Türkiye’nin buğday üretimi 2015 yılında 22,6 milyon ton iken, sonraki yıllar sırasıyla 20,6 milyon ton, 21,5 milyon ton, 20 milyon ton, 19 milyon ton, 20,5 milyon ton ve 2021’de 17,7 milyon tona gerilemiş durumda.
Önde gelen tarım yazarlarımızdan Ali Ekber Yıldırım, Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) tarafından 2021’de buğday ithalatına, yurt içindeki buğdaydan daha fazla ödeme yapıldığına uzun süredir dikkat çekiyor. Buğdayda kendine yeterlilik oranı yüzde 89 olan Türkiye, nüfus artış hızıyla buğday üretiminin örtüşmemesi sebebiyle geçtiğimiz sene buğday ithalatının yüzde 88’ini Rusya ve Ukrayna’dan yaptı. Uzmanlar, bu krizden ders alınarak Türkiye’nin 2022 yılında kendi çiftçisine ithal buğdaydan daha yüksek fiyat vermesi ve üretimi artırmaya yönelik tedbirler alınması gerektiğini vurguluyor. Bir yandan da resmi verilere göre Nisan ayında gıda enflasyonu bir önceki yıla göre yüzde 90 oranında arttı.
Türkiye Gıdada Nasıl Kendine Yeter Hale Gelir?
Türkiye’nin yumurta kapıya dayanmadan önce şu sorulara yanıt verecek bir plan, program ve strateji geliştirmesi gerekiyor: Türkiye yeterince gıda depoluyor mu? Gıdada kendi kendimize yeter hale gelmek için toprağa küsen çiftçilerin kalbini ve beynini yeniden nasıl kazanabiliriz? Türk çiftçisi neden üretimden uzaklaş(tırıl)ıyor? Zarar eden ve son 15 yılda yaklaşık 27 bin kilometrelik arazide ekim yapmayı bırakan çiftçinin talepleri dinleniyor mu?
Boş veya kullanılmayan arazileri belirleyip tarım yapmak isteyenlere açmak veya birbirinden kopuk arazileri tıpkı Manisa/Salihli’de olduğu gibi birleştirmek için özel teşvik mekanizmaları uygulamak mümkün mü? Türkiye’de, kendi bakir topraklarımızda üretimimizi artırmak, bir tür tarımsal üretim seferberliği başlatmak yerine Afrika’nın güneyindeki bakir arazileri konuşmak şu an için zamansız değil mi? Buğdayda ithalata değil üretime odaklanmış bir politikanın önünde ne engel var?
Tarım reformu, acilen, ama nasıl? Elbette sorunun tüm taraflarını dinleyerek, birbirinden kopuk projeler yapmak yerine belli bir strateji üzerinden ilerleyip hızlı ve etkin kararlar alarak, dünyada bu alandaki en iyi uygulama örneklerini acilen benimseyip verimli Anadolu topraklarımızdan kriz yönetimi açısından bir başarı öyküsü yaratarak… Tıpkı Ali Ekber Yıldırım’ın o meşhur sözünde olduğu gibi: “Zengin toprakların fakir insanları olmayı hak etmiyoruz!”