GAYRİRESMİ 2021 NOTLARI

2020 bitti, 2021’in ilk günü. Bundan tam bir yıl önce ondan geriye sayıp saat tam 00:00’da dilediğimiz iyiliklerin pek de bir anlamı olmadığını acı bir deneyimle öğrenmiştik. 2021’e girerken daha bir temkinliyiz sanki. Öğrenilmiş çaresizliğimiz dileklerimizi bile rasyonel bir zemine çekiyor. “Aşk, para, kariyer” dileklerimizi içimizden diliyor, birbirimizi maskesiz kucaklamayı umuyoruz. Ama 2021 bize daha fazlasını öğretecek. Nasıl mı? Cevabı aşağıda bulmak mümkün. Okura önerim, aşağıda yazanları bir absürdlük manzumesi olarak okuması…

Notlara bir soruyla başlayalım… Yılın ilk günü, bir gece önceden kalan yemekler neden lezzetlidir?

Bir gece önce ister çılgın bir partinin konuğu olun, ister evinizdeki aile yemeğinde bir araya gelin, yılın ilk günü nedense tatlı bir yorgunluk vardır üzerinizde. Bu yorgunluk yemek yaptırmaz insana, dünyanın en lezzetli yiyecekleri vardır nasılsa dolapta.

Bu yıl da bir önceki yılın hırpalanmışlıkları, hastalıkları, ölümleri, kayıpları, güvensizlikleriyle başladı. Bize de tüm bu olumsuzluklarla baş etmeye çalışmak kaldı. Sisifos misali her sabah aynı mücadeleye yeniden başlıyoruz. Salgından, kadın cinayetlerinden, çocuk istismarlarından, adaletsizlikten, hukuksuzluktan oluşmuş o koca kayayı akşama kadar yukarı itiyoruz. Ama her sabah yeniden kayayla baş başa, başladığımız tepenin eteğinde buluyoruz kendimizi.

Neyse ki bu koca kayayı itecek motivasyonu veren bir ülkede yaşıyoruz.

Gün geçmiyor ki, bir saçmalık yaşanmasın, bizi -acı acı- gülümsetmesin…

Çok antrenmanlıyız ama, bu saçmalıklar yaşanırken o sırada kayaya yeni bir ağırlık katılıyor olduğu bilgisi zihnimizin işlemcisinde arka planda çalışıp duruyor. Her daim uyanık olmalıyız. Madem öyle, ocak ile başlayalım.

Ocak
(Ayın Sözcükleri: Covid-19, Maske, Kahvehane baskını)

Ayın daha ilk gününden Volkswagen’in Türkiye’ye yeni fabrika yatırımından vazgeçtiği ve kurduğu şirketi tasfiye kararı aldığı haberine uyandık, ama konu bu değil. Bu karara cevap olarak Bakan Varank Volswagen’in kararının siyasi olduğunu ve kaybedenin biz değil Volkswagen olacağını açıkladı. Bu gerçeklikten kopuk hezeyanımsı duygu durumu bir yıl boyunca devam edecek, kıskanılacağız, imrenileceğiz, biz şahlanırken haset dolu uluslararası gözler bizi izleyecek.

Bu arada bir adam, son dört ayda %60 zamlanan ayçiçek yağını satın almayı başarıp evine sokarken aile fertlerinin tören yapmasını istiyor. Evin A kapısından giriş yapan ayçiçek yağı, gururlu bakışlara ve alkışlara maruz kalıyor
Hava iyice soğuk, kar da yağınca neşelenmek isteyen çocuklar ve hatta erişkinler evlerinin önüne kardan adam yapıyorlar. Ne güzel insanlarız biz, ayçiçek yağını eve zor sokuyoruz ama kardan adam yapma neşemizi hiç kaybetmiyoruz. Kartal’da bir kardan adam, onu inşa eden ailenin evinin önünden çalındı. Hırsızların kardan adamı çalma görüntüleri güvenlik kamerasına yansıdı. Zonguldak’ta ise bir adam iki metre boyundaki kardan adamı yumruklarken görüntülendi.

Neler oluyor?

Kardan adamlara yönelen bu şiddet neden?

Gerçi soğuk havanın şiddeti kendine yöneltme gibi bir etkisi de olabilir.

Çin’de bir adam -15 derece havada bir direk yalamaya karar verdi ve dili direğe yapıştı.

İnsanların seçimlerine kim ne diyebilir?

Pandeminin yarattığı derin işsizlik her sektöre uğramamış gibi görünüyor. Salgın öncesinde ancak dokuz ay sonraya randevu alınabilen astrologlar, artık en erken iki yıl sonraya randevu veriyor. Vizite ücreti ise 1.200 TL.

Tokyo’da yaşayan bir adam ise kendine ilham verici bir kariyer seçiyor:
“Hiçbir şey yapmama karşılığında kendini kiraya vermek…”

Binlerce müşterisi olan adam, dert dinliyor, sosyal medya fotoğrafları için poz veriyor ve sizinle parka kelebek avlamaya geliyor.

Ne harika değil mi?

İngiltere’de “dünyanın en şanssız hırsızları”ndan biri, soygun sırasında telefonunun üzerine oturup poposuyla polisi arayınca yakalanıyor.

Brezilya’da Juliana Notari adlı sanatçı bir tepenin yamacına yerleştirdiği 33 metrelik “vajina heykeli” ile bir takım çevrelerden haliyle epey tepki alıyor.

Dünyalar güzeli oyuncu Gwyneth Paltrow ise piyasaya “vajina kokulu” mum sürüp ardından mum bir müşterinin evinde patlayarak küçük çaplı bir yangına neden olunca bu ticari girişim başlamadan bitiyor.

Covid-19 gündemdeki yerini koruyor ve koruyacak gibi görünüyor. Kısıtlama önlemleri de (bazı kısıtlanmak istenen ama Covid-19 ile pek bir ilgisi olmayan kısıtlamalar da dahil olmak üzere) devam ediyor.

Aşılama tek çözüm olsa da bir yanda ortada aşı olmaması, diğer yanda aşı karşıtı canlıların yaygaraları kısıtlamaları efektif bir koruma olmaktan çıkarıyor. Abdurrahman Dilipak Covid-19 aşılamasının durdurulması için idare mahkemesine başvuruyor. Ona “Noel Baba Barış Konseyi Yönetim Kurulu Başkanı” da (?) eşlik ediyor.

Malatya’da bir grup kişi hastalığa iyi geldiği düşüncesiyle kendilerini bal arılarına sokturuyor.

Bu kısıtlamaların en önemli faydası memleket insanının her şartta devam ettireceği ve yaşamı pahasına vazgeçmek istemediği faaliyetini öğrenmek oluyor: Kahvehanede oturup kâğıt oynamak. Hal böyle olunca yurdun dört bir yanından tuhaf kahvehane baskını haberleri de gelmeye başlıyor.

Memleket, 1920’lerdeki Al Capone’un New York’una dönüveriyor bir anda. Gizli geçitler, oda içine yapılan gizli dolaplar yoluyla girilen gizli odalar, berber, çiğ köfteci, tekel bayii görünümlü kumarhane ve kahvehaneler bir yanda inatla varoluş mücadelesi sürdürürken, onlarla mücadele eden güvenlik güçlerini de yaratıcı yöntemler bulmaya zorluyor. Baskınlar zaman zaman iş makinesiyle yapılıyor, polisi içeri almak istemeyen mekân sahipleri direniyor, yakalanan müdavimler içinde uyuma numarası yapanlar, buzdolabına saklananlar, pencereden atlayanlar, baskın sırasında cezayı kimin ödeyeceğini belirlemek için okeye devam edenlerle tanışıyoruz bu süreçte. Hatta bu işin çıtasını yükseltip kumar makinelerinin ekranını, baskın sırasında uzaktan müdahale ile fatura ödeme noktasına dönüştürenler dahi oluyor.
Ocak ayı böyle geçip gidiyor.

Şubat
(Ayın Sözcükleri: Melih Bulu, Boğaziçi Direnişi, “Aşağı Bakmayacağız”)

Yılın ikinci günü bir gece yarısı kararnamesi ile (bu kararnamelere ilerleyen aylarda alışacak, hatta onları Resmi Gazete başında bekler olacağız) Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak “tepeden atanan” Melih Bulu’nun “Merhaba Boğaziçi” diyerek başladığı idari görevi 7 ay sürecek. Ama o henüz bunun farkında değil. Öğretim üyeleri ve öğrenciler “Kayyım Rektör”ü protesto etmeye başladı. Protestolar özellikle öğrenciler için sert geçiyor. Üniversitelerinde yaşananlara direnmek için Kadıköy’de toplanan öğrencileri gözaltına alırken polis onlara her ne kadar “Aşağı bak” dese de, öğrenciler, yaşananlara inat polis aracından bize gülümsüyor.

Melih Bulu 6 ay içinde her şeyin normale döneceğini söylüyor. Önce Boğaziçi’nin ruhuyla yalandan bir duygudaşlık kurmaya çalışsa da (Metallica hayranı olduğunu söylemesi ve en sevdiği şarkının da “Master of Puppets” olması, ki bu seçim pek manidar) yaptığı manevralar pek işe yaramıyor ve Bulu hızla özüne dönüyor. Bahçedeki ağaçlara güvenlik kameraları ve kampüs kapısına zincir asılıveriyor.

İçişleri Bakanı ise olan biteni kendince açıklayan iki cümle ediveriyor. İlki “Kayyım rektör atamak ifadesi faşist bir yaklaşım” diğeriyse “Rektör seçimlerinin illa demokratik mi olması gerekiyor? Hayır” şeklinde. Hükümetin akademinin ruhuna en yaklaştığı nadide iki an…

Melih Bulu canlı yayında “Asla istifa etmeyeceğim” derken Ahmet Hakan ruhdaşına akıl veriyor: “Melih Bulu’nun yerinde olsaydım, öğretim üyelerinin yanına gidip “Bu dünyadaki en mutlu kişi sevmeyi bilendir” şarkısını söylerdim” deyi deyiveriyor.

Bu karmaşanın yanında pandemi hız kesmeden devam ediyor. Alo Fetva Hattı’na 2020’de 155 bin soru geldiği, bu soruların en kayda değer olanınınsa “Eşim Covid-19’dan öldü, ardından ağlamam onun şehit sevabı almasını engeller mi?” olduğunu öğreniyoruz.

Cenaze ve nikâh törenlerine 30 kişilik sınır getirilirken aynı hafta Sağlık Bakanı hıncahınç dolu bir cenazede saf tutuyor. Covid-19’a yakalanan hastalara toplu hasta ziyaretleri devam ediyor, böylece vaka sayılarını logaritmik olarak artırma konusunda yeni bir başarıya imza atıyoruz. Bir garip sokağa çıkma yasağı formülü içinde sokak aralarına nişan törenleri yapılıyor, maskeler halay başlarının elinde mendil fonksiyonunu yerine getiriyor.

Sağlık sistemindeki tıkanmışlık pandemiyle sınırlı değil elbette. Ameliyatla alınan dalağı kargoyla İstanbul’a gönderilen adamın dalağı kayboluyor. Hasta soruyor: “Dalağım nerede?”

Trump’ın zulmü altında çalışarak bir tür bilgelik mertebesine ulaşan Dr. Fauci, aşk ilişkilerinde kullanılan ve “Sevgili olmayı/görüşmeyi reddetme ya da ilişkiyi bitirme anlamına gelen bir kelimeye adını veriyor: “Fauci-ing”
Bu ay kardan adam/kadınlara karşı hırsızlık vakalarına bir yenisi ekleniyor. İzmit’te iki kişi bir okul önündeki kardan kadını kucakladığı gibi kaçıyor.

Çevrimiçi toplantılara bir nebze alıştık ama yine de kaza haberleri arada bir karşımıza çıkmıyor değil. Teksas’ta bir mahkemenin Zoom uygulaması üzerinden düzenlediği çevrimiçi duruşmaya katılan bir avukat, yanlışlıkta filtre kullanınca ekranda mavi gözlü bir kedi olarak görünüyor. Hâkimi ikna etmek içinse “Buradayım ve kedi değilim” demesi gerekiyor.

Ayçiçek yağı giderek daha da pahalılaşıyor, bir vatandaş karısına Sevgililer Günü hediyesi olarak 5 litrelik yağ alıyor.

Ayçiçek yağı alma vatandaşın temel meselelerinden biri haline gelmişken, iktidar Türkiye’nin uzaya gitmesi gerektiğine karar veriyor. Ama bir sorun var. Uzaya gidecek kişi kim olacak ve ona nasıl hitap edilecek? Türkonot mu yoksa Caca Bey mi?

Yavaş başladık, ama hızlanacağız.

Yarın

mart ayından devam…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Anıl Özgüç Arşivi