Serhat Güvenç
F-16, F-35 ve MMU
F-16 Savaşan Şahin, 1980’lerin ikinci yarısında kamuoyunda görünürlüğü bir hayli yüksek bir savaş uçağıydı.
Bu kadar bilinir olmasının altında yatan birkaç neden sıralanabilir.
Öncelikle F-16, 1970’lerin ilk yarısına damgasını vuran “Kendi uçağını, kendin yap” kampanyasının somut sonucuydu.
SAVAŞAN ŞAHİN’İN YARATTIĞI HAVA
Diğer yandan bu kadar yüksek maliyetli bir projeye hiç de sıcak bakmayan dönemin başbakanı Turgut Özal, zamanla Savaşan Şahin’in kamuoyunda yarattığı havadan yararlanmak istedi.
F-16 projesi ANAP döneminde Türkiye’nin “çağ atladığı” söylemine uygun düşen bir örnekti. Bu nedenle Özal, ANAP kongrelerinde konuşma yaparken, kürsünün yanlarında Atatürk Barajı ve F-16 maketleri mutlaka bulunurdu.
KALPLERİ ÇELDİ
F-16, Türk insanın kalbini öylesine çelmişti ki şehirler arası otobüslerin arka camlarına, yük kamyonlarının kasalarına yerel sanatçıların elinden çıktığı belli resimleri işlenir olmuştu.
İlk örnekleri 1987’de teslim edilen F-16 Savaşan Şahinler, aradan geçen sürede Türk hava gücünün belkemiğini oluşturdu.
THK’NIN VURUCU GÜCÜ
Elde kalan bir filo kadar F-4E Terminator av-bombardıman uçağı dışarıda bırakılırsa, bugün Türk Hava Kuvvetleri’nin neredeyse tüm vurucu gücünü F-16’lar oluşturuyor.
Halen dünyanın en büyük F-16 filolarından birine sahip olan Türkiye, F-16 kullanıcıları arasına diğer NATO müttefiklerine göre aşağı yukarı 10 yıl geç girmiştir. 1970’lerin ikinci yarısında NATO üyesi Belçika, Hollanda, Danimarka ve Norveç’in oluşturduğu konsorsiyum F-16 uçaklarını bu ülkeler için Avrupa’da imal etmeye başladı. Aslında Türkiye’nin gönlünde böyle bir konsorsiyuma dahil olmak yatıyordu. Bu sayede dönemin en modern savaş uçağına hem daha düşük maliyetle sahip olunabilecek hem de ulusal havacılık ve uzay sanayisinde yeni bir başlangıç mümkün olacaktı. Ancak ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik şartlar buna elvermedi.
Türkiye, F-16 projesini tüm maliyeti ile tek başına sırtlanacaktı. Bunun bir iyiliği, üretimden sorumlu TUSAŞ’ın gelişmiş bir savaş uçağının nihai montajı konusunda deneyim kazanmasıydı. Konsorsiyuma girilmiş olsa, böyle bir sorumluluk büyük olasılıkla daha emekleme safhasındaki TUSAŞ’a düşmeyecekti.
İLK SİPARİŞ F-16C/D
İlk parti sipariş 160 F-16 uçağını kapsıyordu. Bunlar diğer NATO üyelerinin kullandığı F-16A/B modellerine göre daha güçlü ve yetenekli F-16C/D modelleri olacaktı.
İlk 8 uçak doğrudan teslim alındı, kalan 152 adet uçağın montajı, TUSAŞ’ın Akıncı (şimdiki Mürted) fabrikasında gerçekleştirilecekti.
Üç yıl sonra patlak veren Körfez Savaşı, Türkiye’ye uygun şartlarda F-16 filolarının sayısını artırma fırsatı sağladı. Artık cumhurbaşkanı olan Özal, bu savaş sırasında Amerikan politikasıyla uyumlu bir çizgi izlediği için Bush yönetimi Körfez ülkelerinden Türkiye için bir milyar dolarlık bir maddi kaynak sağladı.
KÖRFEZ ÜLKELERİNDEN TÜRKİYE FONU
“Türkiye Fonu” adı verilen bu kaynak aslında nakdi değil ayni hibeden oluşuyordu. Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri, Türkiye’ye bir milyar dolarlık bedava petrol verecek, Türkiye de petrol ödemelerinden artırdığı bu para ile ABD’den savunmasını güçlendirmek üzere yeni silah sipariş edecekti.
Körfez Savaşı sırasında, Patriot hava savunma sistemlerinin başarısı anlata anlata bitirilemiyordu. Zaten savaş boyunca Irak’ın olası bir balistik füzesi saldırısına karşı korumak üzere Patriot bataryaları Türkiye’ye de konuşlandırmıştı.
CEZALANDIRMAYA DAYALI CAYDIRICILIK
Bu yeni kaynak ile hava savunma zafiyetini giderecek Patriot’lar alınması bekleniyordu. Ancak Türk Hava Kuvvetleri, sadece savunma amaçlı kullanılabilecek bir füze sistemi yerine, 80 adet daha F-16C/D almaya karar verdi.
İki silah sistemi de Türkiye askeri caydırıcılığına önemli katkı sağlayacaktı. Ancak hava savunma füzeleri “men etmeye dayalı caydırma” (deterrence by denial) anlayışını yansıtırken, F-16’lar taarruzi yetenekleri nedeniyle cezalandırmaya dayalı caydırıcılık (deterrence by punishment) anlayışını yansıtıyordu.
Patriot sisteminde, F-16 gibi çok rollü bir savaş uçağının sağladığı görev esnekliği söz konusu değildi. Hava Kuvvetleri, sadece savunmaya yarayacak bir sisteme yatırım yapmaya isteksizdi. 1990’lı yıllarda teslim edilen ikinci parti F-16’lar öncekilerden çok daha üstün özelliklere sahip. Block 50 F-16’larla Türk Hava Kuvvetleri ilk kez SEAD (Supression of Enemy Air Defences: Düşman hava savunmasını bastırma) yeteneğine de kavuştu.
Nihayet diğer NATO müttefikleri ile arasındaki farkı kapatan, hatta bir gömlek üstün hale gelen Türk Hava Kuvvetleri, F-16’ları Ege üzerinde, Kuzey Irak’ta milli görevler, eski Yugoslavya üzerinde ise BM ve NATO görevlerinde etkili biçimde kullandı. Özellikle Kosova Harekâtı sırasında yüksek tehdit ortamında görev yapabilen birkaç müttefik hava kuvveti arasında yer alarak göze çarptı.
EN ÇOK KATKI TÜRKİYE’DEN
Soğuk Savaş sonrası ABD önderliğinde yürütülen hava harekâtlarına en çok katkı veren üçüncü müttefik olduğu bir RAND raporuyla tescil edildi. İngiltere ilk sıradaydı. Onu Fransa izliyordu. Bu özelliği Türk Hava Kuvvetleri’ni ABD’nin JSF (Joint Strike Fighter – Müşterek Taarruz Uçağı) projesinin olası ortakları arasına sokuyordu.
TÜRKİYE’NİN F-35 HEDEFİ
Boeing ve Lockheed’in yarıştığı bu projeyi Lockheed’in F-35 uçağı kazandı. Türkiye, F-4E Phantom/Terminator av-bombardıman uçaklarını F-35’lerle değiştirmeyi hedefliyordu. Bu nedenle hem Hava Kuvvetleri hem de o dönemki adıyla SSM (Savunma Sanayii Müsteşarlığı) Türkiye’nin ortak olarak projeye kabulü ve olası sipariş bedelinin en az % 50’sine karşılık iş payı alabilmesi için Pentagon ve Lockheed nezdinde hummalı bir lobi faaliyetine giriştiler.
(Devamı yarın)