Öner Günçavdı
Dövizde ne oluyor?
Türkiye 7 Haziran sabahı büyük bir şoka uyandı. Piyasa işlemlerinin göreli olarak düşük olduğu saatlerde dolar kuru 21 TL seviyelerini aştı. Nihayetinde gün içinde de 23 TL’yi geçti.
Kamuoyu, sanki kurlardaki bu hareketlenmeyi hiç beklemiyormuş gibi heyecanlandı ve bu artışın nedenlerini sorgulamaya başladı. Doğrusunu söylemek gerekirse bu seçimi muhalefet bile kazansaydı böyle bir dalgalanmanın yaşanması kaçınılmazdı. Kısmet bu şekilde yaşanmasıymış.
Anlıyoruz ki 6 Haziran tarihinde Sayın Cumhurbaşkanının başkanlığında yapılan ilk kabine toplantısında, kurlar üzerinde uzun zamandır uygulanan baskının kaldırılmasına karar verilmiş. Sayın Cumhurbaşkanının toplantı sonunda kamuoyuna yaptığı açıklamalarda bu açıklanmamış olsa da böyle bir kararın sadece ilgili bakan tarafından alınacağını düşünmek doğru olmaz. İnsan ister istemez düşünmeden edemiyor. Acaba kurlardaki bu artış başlamadan önce böyle bir bilgiye sahip olup da döviz alan herhangi bir kamu yetkilisi oldu mu? Bugünün Türkiye’sinde bunlar cevabı imkansız sorular.
İktidar uzun zamandır TCMB’deki döviz rezervleri hoyratça kullanarak döviz üzerinde sıkı bir baskı oluşturmuştu. Amacı, seçimlere giderken kamuoyunda bir kriz algısının oluşmasını engellemekti. Bunu gerçekleştirmiş oldu. Ama muhalefet de bu gerçekleri çok fazla kamuoyu gündeminde tutamadı. Bunun neticesinde, TCMB sahip olduğu tüm rezervleri tüketmiş ve Türkiye ekonomisinin kırılganlığı artmış oldu.
Seçim sonrasında ekonominin acil dövize ihtiyacı var. Kaybedilen rezervlerin yerine konulmasına da. Ama bu göreli fiyat seviyesinden yabancıların Türkiye’ye sermaye aktarması mümkün değildi. Bu nedenle yabancıların Türkiye’ye ilgisini arttırabilmek için öncelikle kurun daha gerçekçi seviyelere gelmesi, ardından da faiz artışı ile bunun desteklenmesi gerekiyordu.
Operasyonun birini aşaması dün başladı. Kurlarda yaşadığımız bu artış döviz piyasasında bir dengelenme operasyonudur. Daha önce son derecede maliyetli bir şekilde yaratılmış olan “hayal aleminden” çıkıp gerçeklerle yüzleşme halidir.
Şimdi sorulan temel soru, bu hareketliliğin ne zaman duracağıdır.
Aslında piyasadaki bu hareketlilik döviz arz ve talebi arasında bir denge arayışıdır. Bu dengenin nerede sağlanacağını, dengenin hangi fiyatta oluşacağını bilmek çok zor. Ama o yeni oluşacak dengede nasıl bir makroekonomik koşul öngörüldüğü, kaynak kullanım dengesinin nasıl gerçekleşeceği önceden tanımlanırsa, yani bu yeni dengenin koşulları tanımlanırsa, denge fiyatı hakkında da fikir elde edilebilir.
Genellikle fiyatların gideceği yeni seviyeleri bilemesek de biz iktisatçılar öngörülen dengede geçerli olacak ekonomi koşulları oluşturacak araçlara sahibiz. Sadece yapmamız gereken elimizdeki araç ve imkanlarla öngörülen bu dengenin uyumlu olmasıdır.
Bu şekilde bir nevi vizyon ve hayali iktisadi aktörlere satabiliyoruz. Eğer bu hayal ülkenin ekonomik gerçekleriyle uyumlu bulunursa yatırımcı bunu satın alıyor ve döviz piyasasındaki yeni fiyatlar oluşabiliyor. Bulamadığında ise ülke gerçekleriyle uyumlu yeni bir öykü bulana kadar fiyatlar hareketli kalıyor.
Bu öykü genellikle ekonominin başına geçen yetkililer tarafından bir makroistikrar programı veya bununla entegre edilmiş yapısal uyum programı gibi kapsamlı politika önermeleri şeklinde kamuoyuna sunulur. Örneğin 2001’de ve bundan önceki krizlerde olduğu gibi.
Ancak bugünkü ekonomi yönetimi, geçmişten farklı olarak böyle bir ihtiyaç hissetmiştir. Döviz fiyatları yukarıya giderken bu fiyatların istikrara kavuşturacak harcama önceliklerini kamuoyuna açıklamamıştır. Fiyatların bu şekilde kontrolsüz dalgalanması, Türkiye ekonomisinde yerleşiklere ciddi bir risk algısı oluşturmaktadır.
Önümüzdeki on aylık sürede, Sayın Cumhurbaşkanı için kritik bir seçim olduğundan, iktidarın kapsamlı bir harcama politikası belirleyip uygulamasını beklemek pek mümkün değildir. Büyük oranda iktidar bu dalgalanmaların yol açacağı riskleri almayı tercih edecektir. Zira şu anda en çok ihtiyaç duyulan kaynaktır ve o kaynak da sadece dışarıdadır.
Malum olduğu gibi Merkez Bankamızın kasaları boş olduğu ve iktidarın önümüzdeki seçimler için kaynağa ihtiyacı olduğu için yabancı yatırımcıların ileri sürdüğü koşulları kabul etmekten başka çaresi yoktur.
Çaresiz eloğluna boyun eğecek, önceliği ona seçim kazandıracak "yerli" ve "milli" ekonomiyi canlandırmaya vereceksiniz.