Öner Günçavdı
Prematüre Politikalarla Ekonomide Kalıcı İstikrar Arayışı
Mehmet Şimşek ve bir grup “piyasa iktisatçısı” uygulanan ekonomi programının başarıyla devam ettiğini iddia ediyor.
Enflasyonda, haziran ayında görülen azalma ile mayıs ayında cari açıktaki düşüş, bu iddiada temel alınan gözlemleri oluşturmaktadır.
Tabii, TÜİK Başkanı’nın son açıklamaları sonrasında bu göstergelerden biri olan enflasyon verileri ne kadar ciddiye alınır, bu ayrı bir mesele.
Görünürde iktidarın uyguladığı programın iki önemli ayağı var.
Sıkı para politikası (ana hatlarıyla yüksek faiz ve düşük kredi hacmiyle oluşuyor) uygulanan programın birinci ayağında yer alırken, iktidarın tasarrufa yanaşmadığı kamu harcamalarının finansmanı için vergi gelirlerini artırıcı politikalar da ikinci ayağını oluşturmaktadır.
Sıkı para politikası, hanelerin ve üretici kesimlerin mali kaynak kullanımına sınırlama getirip ekonomideki mevcut kaynakların kamu kesiminin harcamalarının finansmanına yönlendirilmektedir. Fakat bu durum hem hanehalklarının refahına, hem de üretici kesimlerin işletme sermayelerine, oradan da üretim kapasitelerine olumsuz etki yaratmaktadır. Maalesef bunlar bilinmesine rağmen uygulanan programda bu olumsuzlukları telafi edecek “tamamlayıcı” politikalar öngörülmemektedir. Modelin benim gibi iktisatçılara dışarıdan verdiği görüntü budur.
Döviz cinsinden nakit açığı olan bir ekonomide, bu uygulamaların dış finansman akımının sürekliliğini sağlamak ise bir diğer önemli amaçtır. Bu konu son yıllarda yüksek düzeylerde seyreden cari açık finansmanı açısından ciddi önem arz etmektedir. Aslında Türkiye ekonomisindeki cari açıklar AKP iktidarının karakteristik özelliklerinden biri olarak ortaya çıkmış ve geniş halk kesimlerine kendi ürettikleri değerin üzerinde “hak edilmemiş” bir refaha erişmelerinin bir aracı olarak kullanılmıştır. Şimdi bu transferlerin sonuna gelinmiştir. Ortaya çıkan olumsuz ekonomik tablo da “kolektif” bir sorumluluğun ürünüdür.
Cari açığı belirleyen iki temel unsurdan biri, özel kesim ve diğeri ise kamu kesimi harcamaları ve tasarruflarıdır. Ekonomideki mevcut politikalar, özel kesim harcamalarının azaltılması, ama kamunun tasarruf yapmaktan uzak tutulması şeklinde uygulanmaktadır. Büyümeyi ana iktisadi hedefleri arasında tavizsiz bir şekilde sürdürmeye çalışan bugünkü iktidar, büyümeden fedakârlık etmekten özellikle kaçınmaktadır. Maalesef ekonomi kamuoyu, böyle bir politikanın finansman açısında yarattığı sorunları dikkate almadan hala iktidarın büyüme “hırsını” anlayışla karşılamaktadır. Kamuoyunun bir kısmının gösterdiği bu anlayış ekonomide yapılan yanlışlardan dönüşü de zorlaştırmaktadır.
Ekonomi modeli bu haliyle uygulanmaya devam ederse kanımca vatandaşın kendi refahında yaşanacak bir azalmaya rıza göstermesi, üretici kesimlerin de işletme sermayelerinin bir kısmından kamu namına vazgeçmeleri gerekecektir.
Buna karşılık ekonomik büyüme ile birlikte istihdamı ayakta tutmak için daha çok harcayan, ancak daha çok da verimsiz harcayan, büyük bir kamu kesimi, Türkiye ekonomisinin hazin bir gerçeği olacaktır.
Son günlerde Mehmet Şimşek bu beklentilerime rağmen, uluslararası sınıflandırmalarda Türkiye ekonomisinin çok kısa zaman zarfında “yüksek gelir grubundaki ülkeler” arasına gireceğinden bahsetmiştir.
Yani, ülkenin çok önemli bölümünün daha fakir, üretim gücünün önemli bir bölümü tahrip olmuş ve değer yaratamayan ama rakamlara bakıldığında zengin görünen bir ülke haline geleceğiz.
Dolar cinsinden karşılaştırmaların sakıncalarına dikkat edersek, baskılanmış kurların (yani değerli TL’nin) Türkiye’de TL cinsinden üretilen ve ölçülen gelirlerin, ucuz fiyatlardan daha fazla dolar satın almaya elverdiği bir ekonomide, elbette dolar cinsinden hesaplanan gelirlerin yüksek çıkması normaldir. Ancak burada önemli olan doları bu seviyelerde tutmaya yarayacak borçlanma dışında dolar kaynaklarına sahip olabilmektir.
Yüksek gelirli bir ülke olmak güzel de, bu geliri nasıl, hangi iktisadi faaliyetle üreteceğimiz bu gruptaki konumumuzun sürekliliğini sağlamak için çok daha önemlidir.
Mehmet Şimşek bu soruları cevapsız bırakıyor.
Ekonominin mevcut koşullarında finansal parametreler açısından elde edilecek “başarılar” (?) kısa dönemli olacaktır. Ama orta ve uzun dönemde ekonominin karşılaşacağı yapısal sorunların çözümü konusunda bu program hiçbir şey söylemiyor.
Varsa yoksa enflasyon oranının düşmesi…
Gerçekten bir ekonomide enflasyonun varlığı ciddi sorunların başında gelir ve hiçbir iktisatçı bundan hoşlanmaz. Ama Türkiye ekonomisindeki reel sektörün sorunlarının ve Mehmet Şimşek’in bahsedilen programının eksikliklerinin üzerinde kimse durmuyor.
Velev ki, enflasyon düşsün.
Hatta sıfır olsun.
Bu artan fiyatların düşeceği anlamına gelmez. Bir yıl sonra hedeflerle uyumlu bir şekilde düşeceği varsayılan enflasyon sonucunda, mevcut gelirlerin satın alma gücünde de bir artış yaşanacağı düşünülemez. Fiyatlar mutlak olarak aynı düzeyde kaldıkça ve vatandaşın gelirlerinde de satın alma gücündeki azalmaları telafi edici bir artış yapılmadığı müddetçe, düşen enflasyonun olumlu etkilerinin geniş kitleler tarafından görülebilmesi mümkün olmayacaktır.
Dolayısıyla enflasyonla mücadele edilirken, beraberinde dengeli ve ülkedeki gelir dağılımı sorunlarını gidermeyi gözeten bir “gelirler politikasının” da ortaya konması beklenir.
Bu yüzden de programın kimin için başarı olarak nitelendiği sorgulanmaya muhtaçtır.