Mutlu Hesapçı
Döngü Filmi; "Bir sınıfı kötüleyip diğerini aklamıyor"
Senaristliğini ve yönetmenliğini Erkan Tahhuşoğlu’nun yaptığı ‘Döngü’ filmini ilk kez Adana’da Altın Koza Film Festivali’nde izledim ve çok etkilendim. Film, Altın Koza Film Festivali'nde FİLM-YÖN En İyi Yönetmen Ödülü ve En İyi Senaryo ödüllerini kazandı. Boğaziçi Film Festivali’nde Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda da yarışan film En İyi Yönetmen Ödülü’nün de sahibi oldu. Filmin festival yolculuğu devam ediyor, şimdiki durak 35. Ankara Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması olacak.
Filmde Sevim karakterini oynayan Serpil Gül karakterine öyle bir hayat vermiş ki hayranlıkla izliyorsunuz. Adeta ince ince işlemiş ve o karakterin kendisi olmuş. O kadar doğal ve güzel oynuyor ki, kendisini izlemeye doyamadım diyebilirim. Filmin dert edindiği mesele de o kadar hayatın içinden ve gerçek ki; filmden sonra hangi sınıfa ait olduğunuzu sorgulamadan edemeyeceğiniz güçlü bir etkiye sahip. Filmin yönetmeni Erkan Tahhuşoğlu ‘Döngü’ye dair en net cümleyi şöyle kurmuş; “İnsanların kötülüğü, onların kişisel özelliklerinden değil, sınıfsal konumlarından kaynaklanır."
Serpil Gül ‘Döngü’ filminde Sevim karakteriyle bizi öyle bir etkiliyor ki hepimiz Sevim ile empati kurmaya ardından dışarıdan o karaktere bakarak içinde bulunduğu durumu ve çıkmazı dert ediniyoruz. Son zamanlarda yazılmış en detaylı ve gerçek karakter Sevim, Serpil Gül için ise son zamanlarda tanıdığım en gerçek oyuncu diyebilirim. Mütevazılığı, kurduğu sıcak iletişimi ile ‘İyi ki tanıdım’ dedim. Kendisi Ankara’da yaşıyor ve proje oldukça İstanbul’a geliyor. Kendisini daha çok projelerde görmek istiyorum çünkü iyi oyuncu olabilmenin ne olduğunu bana hissettiriyor. Serpil Gül ile Adana’da bir araya geldik elbette çok şey konuştuk, buraya röportaj olarak aktardığım filme dair sohbetimiz oldu. Serpil Hanım’ın senaristliğine, tiyatro ve Ankara’daki anılarına dair konuştuklarımız, sayfa sınırımızdan dolayı maalesef sohbet dışında bende kaldı. ‘Döngü’ filmini Ankara Film Festivali’nde izleyebilirsiniz ve bundan sonraki süreçte de takipte kalarak filmi bir yerde mutlaka yakalayın ve izleyin isterim. Sınıfsız bir dünya mümkün değil ama kendinizi kötü hissedeceğiniz bir sınıfın içinde bulmamanız dileğimi buraya bırakıyorum. Herkese iyi pazarlar dileriz.
‘Döngü’ film projesi size nasıl geldi, bu rol sizi nasıl buldu?
Her oyuncunun her rolü iyi oynayacağını düşünmem. Hepsini oynarız ama iyi oynamak ve rolün hakkını vermek başka bir şey. O sebeple rolün beni bulmasını, beni tanıyan yönetmenin bana gelmesini tercih ederim. O yüzden “Hadi beni oynatın, ben her şeyi oynarım” diyen bir oyuncu değilim. Öyle bir beceriye sahip değilim ve o kadar profesyonel değilim. Her ne kadar kırk senedir oyunculuk yapsam da hala rollerini bekleyen biriyim. Bu rol de geldi ve beni buldu diyebilirim. ‘Döngü’ filmiyle tanışmam Ankara’dan dostum Emel Göksu aracılığıyla oldu. Emel Hanım yönetmenimiz Erkan’ın ‘Koridor’ filminde oynamıştı ve yeni filmi için tekrar bir araya gelmişlerdi. ‘Döngü’ filmi için Emel Hanım beni de öneriyor yönetmenimize. Hayran olduğum usta bir oyuncu, dostum beni önermiş, okumadan bile evet derim tabii ki. Filmin yolculuğunda en baştan beri varız, şöyle ki; bakanlığa sunmak için bir tanıtım filmi hazırlanacaktı, 4-5 sahnelik bir metin geldi ve filmin tanıtımında oynayarak projeye başladım.
“Ben bu filmi seninle çekmek istiyorum”
Filmin proje sunum dosyasında oynamışsınız ama film destek almayabilir, çekilemeyebilir ya da sizinle yola devam edilemeyebilirdi.
Tabii olmayabilirdi. Erkan Tahhuşoğlu ile tanıştık ve bir gün boyunca Ankara'da çekim yaptık. Aradan biraz zaman geçtikten sonra Erkan “Ben bu filmi seninle çekmek istiyorum” dedi. Senaryonun dört-beş sahnesinin ardından heyecanla tamamını okudum. Fakat o birkaç sahne bile iyi bir fikir veriyordu zaten. Erkan’ı dinlemem ve niyetini anlamam beni çok aydınlattı. Çünkü Erkan’ın sinemayla çok namuslu bir ilişkisi var, sırf film yapmak için yapan bir insan değil; ben de o düşünceyle oynama arzusunda olan biri değilim.
“Bu rolü ben oynamalıyım” dedim
Bir senaryoyu okuyunca, sevdiğiniz bir karakter olunca ben oynamalıyım hırsı olmuyor mu?
Bende çok hırs oluşmuyor, korku oluşuyor. Kaçma arzusu gelişiyor. “Ben oynarım ama çok da iyi olmaz, daha iyi oynayacak oyuncular var” dediğim çok metin vardır. Ama tabii benim oynayabileceğim bir şey olduğunu ‘Döngü’de gördüm ve ‘Bu rolü ben oynamalıyım’ dedim.
“Sadece oyuncu olarak yetiştirildik biz”
Çok acayip… Herkes demez bunu ve ben oynayacağım diye her role atılır gibi geliyor.
Bu birazcık aldığım eğitimle de ilgili sanırım. Ben Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü mezunuyum, sadece oyuncu olarak yetiştirilmedik biz. Dramaturji, kuram, yazarlık, yönetmenlik dersleri de aldık; bu da ‘Asıl olan hikâyedir’ inancını yarattı bende… Bir hikâye ile karşı karşıya kaldığımızda, hikayeyi kim daha iyi ayağa kaldırırsa, ete kemiğe büründürürse, o oynamalıdır. Metne hizmet etmek öncelikli olduğu için kendimize de işimize de eleştirel bakarız.
“Bir role ikna olmakta zorlanırım”
Hikâyenin içindeki o role sizi ikna etmek zor olmalı.
Hayır demekte zorlanırım; ama bir role ikna olmakta da zorlanırım. Bana göre, kimi güzel işlerin sadece seyircisi olarak kalmak da bir tercih.
“Derinlikli ve incelikli roller severim”
Hangi roller bana olur ya da olmaz diyorsunuz, kriterleriniz nedir?
Öncelikle hikâyeler önemli, hikayenin meselesi önemli ve bir de hikayenin beni içine alması lazım. Hikayenin meselesi, teması bana temas etmiyorsa orada zorlanırım. Daha çok derinlikli ve incelikli rolleri severim. Biraz önce söylediğim gibi, kimi hikayeleri çok iyi oynayan arkadaşlarımdan, oyunculardan seyretmeyi tercih ederim. Yeteri kadar iyi olmayacağımı düşündüğüm rolde ısrarcı olmam. Ama kalbime dokunan yahut başkalarının kalbine dokunacağını hissettiğim rollerde çalışmak isterim. Rol çalışmayı çok ciddiye alırım.
“Aidiyet kurduğu bir eve ait olmadığını fark ediyor”
‘Döngü’deki hikâye, karakter sizi nasıl etkiledi? Sizde bıraktığı dert, mesele ne oldu?
Sevim emeğinin gücüyle hayatta kalmaya çalışan, bunu da başaran bir kadın. Aslında işçi sınıfını temsil ediyor diyebiliriz. Yıllardır bir eve hizmet etmeye gidiyor ve orada bir dönüşüm yaşıyor. Aidiyet kurduğu bir eve ait olmadığını fark ediyor. Filmin derdi beni çok ilgilendirdi. Kendi evimde de, çevremde de bu ilişkiye çok dikkat etmişimdir. Orada hep bir çelişki bulurum. Dostça sohbet edersin, sonra herkes yoluna gider. Derdiyle dertlenme yoktur orada, olamaz gibi de gelir bana. İki taraf için de öyledir. Birbirinden farklı iki sınıfın temas noktasında Sevim. Aslında Ayten de. ‘Döngü’ tam orada yaşanıyor. Zaten ilgimi de bu yüzden çekti. Tam da oradaki, temas noktasındaki kadın olması, hikayenin tam da oradan anlatılması, onun baktığı yerden anlatılması bana çok değerli geldi, hala da öyle geliyor. Bu rolü yapabileceğimi düşünerek kabul ettim. Bunu anlayan, bunu dert edinen biriydim. O yüzden seve isteye çalıştım. Çalışma sürecinde de daha derin şeyler buldum.
“Ben ilk defa bir filmde bu kadar çok prova yaptım”
“Daha derin bir şey buldum” dediğiniz noktalar neler?
Yıllar içinde biriktirmiş olduğum şeylerle bakıyorum tabii senaryolara. ‘Döngü’deki mesele de baktığım şeylerden biriydi. Sadece sınıfsal çelişki değil yaşadığımız; kadın olarak da, iktidar ilişkileri içinden baktığımızda da üç aşağı beş yukarı benzer sıkıntılar yaşıyoruz. Bir taraftan da girdiğimiz ortamlarda sevilesi olmak, güler yüzlü olmak, kimsenin huzurunu kaçırmamak gibi görevlerimiz; “Aman tadımız kaçmasın”, “Bak geriliyor ortalık aman gerilmesin”, “Ben yaparım siz rahatınızı bozmayın”larımız var. Tüm bunlar yüzünden tanıdık geldi bana Sevim’in görevleri. Bizim avantajımız Erkan’ın kafasında bu filmin çevrilmiş olmasıydı. Çok netti. Ben ilk defa bir filmde bu kadar çok prova yaptım. Ankara'da arada bir Emel Göksu’yla buluşarak, Erkan’la zoom görüşmeleri yaparak prova yaptık. Karakter bende prova yaparken şekillendi. Pek çok soru sordum, hepsinin de cevabını aldım. En değerlisi de kafasında her şeyin cevabı olan, güvendiğin bir yönetmen.
“Bu kadın, Sevim çok tanıdık”
O kadar güzel adeta karakteri dokuyarak incelikli oynamışsınız, o karakter olmuşsunuz… Sevim nasıl bir kadın?
Sevim güçlü bir kadın, çalışan bir kadın, sadece kendine güvenebilen bir kadın. Sadece kendini değil çevresindekileri de ayakta tutmaya çalışan bir kadın. Çocuğu olmuş, torunu olmuş ve onlara bakmak hayatının amacı. Evi çekip çeviriyor ve bunu yapmak durumunda olduğunu biliyor. Bu noktayı hiç tartışmıyor. Kendinden bir üst sınıftakiyle uzun bir ilişki kurmuş kendini sadece bir çalışan olarak düşünmüyor. Hani eskilerin ahretlik dedikleri türden bir ilişki çünkü Ayten’le birlikte yaşlanmışlar. O ilişki çok hassas ve dengeli, orayı kollayarak yaşatıyor. Bunu hem Ayten’i sevdiği için yapıyor hem de hayatının düzeni tamamen ona bağlı olduğu için yapıyor. Bu kadın çok tanıdık. Sevim muhtemelen kendi kocasıyla da böyle ilişki kurmuştur. Yani hayatının dengesini nereye kurduysa, orayı kollayarak, o dengeyi koruyarak, aklını kullanarak, yaşar orada. Ama işte, günün birinde bir şey olur, mesela bir kaza; istikrarlı dediğin o düzen bozulur; o denge bir daha kurulamaz. Tekrar dengeye kavuşmak için ayağımızı bu sefer başka bir yere basmamız gerekir.
“Vefa duygusu ile ilişki kuruyor ve arada kalıyor”
Oraya ait olmadığıyla yüzleşmesi üzerine biraz konuşmak istiyorum. O sınırı ve o seviyeyi zaten çok güzel kurmuş Sevim ama sınıfsal farkı yine de kabul etmek istemiyor.
Sınıflar düzleminden bakmıyor. Vefa duygusu ile ilişki kuruyor ve arada kalıyor. ‘Vefa’ diyor, ‘Dostluk’ diyor, ‘Bunca yılın hatırı’ diyor, ‘Ekmeğini yedik’ diyor. Ta ki Ayten’in mesafesini görene kadar. Oraya -sandığı kadar- ait olmadığını anlayana kadar. Hayal kırıklığını yaşadığı ya da farkına vardığı diyelim, birkaç sahne var ki bana göre çok çarpıcı. Müthiş yazılmış, hiç abartı yok ve çok etkileyici.
“Sınıfsal refleksler…”
Niye çok para kazanamıyoruz, niye şu olmuyor, niye bu olmuyor dediğim zaman; çünkü biz ortalama sınıftayız. Gidip zenginlerle takıldığında onlardan olmuyorsun ve bu örnekleri çoğaltabiliriz. Dolayısıyla sınıflar arasında normal ilişki kurabilmek çok zor gibi… Oluyordur da hayat izin vermiyor diyelim. Sen eşit davransan da kafasında koyuyor ve kurguluyor. Yani o kafamızdaki kalıplarla zaten bu sınıfsal ayrımı çözemeyeceğiz.
Evet, ona yönetmenimiz Erkan ‘Sınıfsal refleksler’ diyor, çok yerinde bir tarif. Yani sınıfsal reflekslerin düşünmeden devreye giriyor. Filmde de refleksler devreye giriyor. Şimdi çok görüyoruz; zenginliği konforu ideal haline getirmek, oraya gözünü dikmek, hani ideal yaşamın oradan yürüyeceğini düşünmek. Bu bir yanılgı, dolayısıyla kendi yaşantını da çok iyi bulmuyorsun. Oradan bakmasan hayatın sana iyi gelebilir belki ama oradan baktığın zaman çok mutsuz oluyorsun. Galiba parayla, güçle, iktidarla doğru ilişki kurmak lazım. Akıllı, fikirli olmak lazım. Yoksa her yerde, her türlü yaşayabilirsin.
“Hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık kalamıyoruz”
Filmde sınıfsal hikâyede bir hayal kırıklığı var, üstelik de parayla sınanıyor. Sevim de bir an doğru yoldan şaşacak mı diye bekliyoruz.
Evet, ailesinin sorunlarından dolayı orada çok tereddüte düşüyor. Mükemmel iyilik, bir adalet duygusu falan yok çünkü gerçekler var; O kızını o evde çalıştırmak istiyor; kendi düzeni bozulmasın istiyor. Yani hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık kalamıyoruz, o da kalamıyor. Farklı iki sınıfın temas noktalarındaki iki kişi yani hizmet verenle hizmet alan arasındaki ilişki belli bir mesafede kaldığında, ilişki haline gelmediğinde belki sorun yok ama geldiğinde orada çok karışıyor hesap ve bence üzücü bir şey oluyor. Hesap yapmaya başlıyorsun. Ben bunu yaparsam buradan şu kadar kazanırım, kendimi garantilerim gayet gönül çelici, akıl çelici şeyler. Ama hesap seni kirletiyor, acıtıyor. Hepimiz biraz kekremsi oluyoruz. O ilişki de ilişki olmuyor artık.. Sevim de yaptı hesabını, sevindi ama yürümedi hesabı.
“Nereye ait olduğunu ve nereye ait olmadığını gördü”
Peki, filmin finalini vermeyelim de seçimini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aydınlanma demeyelim çok büyük bir laf da ne diyelim ona, yani farkına varma aşamasına geldi ve ondan sonra çevresi, kendisi, çalışanlar için doğru olanı yaptı. Vazgeçilebilir olduğunu gördü bir kere. Nereye ait olduğunu ve nereye ait olmadığını gördü. Orada çok değerli bir yerde olduğunu düşünüyordu ama orada olmadığını fark etti. Orada olmayacağını görmek şapkayı önüne koymak gibi.. Bence değerli bir dönüşüm geçirdi.
“Ait olduğunu düşünmeden önce, geri çekil ve bak”
İzlediğiniz zaman filmin sizi bıraktığı duygu ne oldu?
Gündelik hayatta sadece sınıfsal farklar değil, güç, iktidar, çalışan ilişkisi gibi törpülendiğimiz ve acı hissettiğimiz ama ısrarla yok yok acımadı diyerek aynı törpülenme yerinde rendelenmeye devam ettiğimiz hayatlar yaşıyoruz. Bunu çok soruyorum; Orada durmak zorunda değiliz aslında ama durmak zorunda olanlar için de umut verici bir film olduğunu düşünüyorum. Orada dururken de sen haklarının arkasında, kendi sınıfının yanında onlarla omuz omuza durmalısın. Bence bu yüzden umutlu bir film. Ayrıca kadın olarak, çalışan olarak çok şey söylüyor. Bütün hayat içindeki ilişkiler açısından da çok şey söylüyor. ‘Ait olduğunu düşünmeden önce, geri çekil ve bak’ diyor. ‘Bir gün adalet sana da lazım olur’ diyor. ‘Ailen için her şeyi yapabilirsin, her an kötü yolu seçebilirsin’i de söylüyor. Herkeste aynı derecede potansiyel olarak iyilik-kötülük vardır’ diyor. Sevim film boyunca adaletli olmaya çalıştı ama durduğun yer adalet anlayışını da etkiliyor. Yönetmenimiz Erkan'ın ısrarla üzerinde durduğu şey; bir sınıfı kötüleyip diğerini aklamıyor. Meselenin sistemde olduğunu görmemizi bekliyor.