Menekşe Tokyay
Deprem Sonrası Koruyucu Aile Furyası
Bugün e-devlet üzerinden “depremzede çocuklar için” yaptığınızı söylediğiniz başvuru, yarın size online sipariş verirmişçesine korunma ihtiyacı olan bir depremzede çocuk getirmeyecek. Süreç uzun ve netameli. Ve başvuru kurumlardaki tüm çocuklar için yapılıyor. Sizin de sabrınızı, sevginizi, adanmışlığınızı ve samimiyetinizi ölçen bir süreç bu…
“Acı geçiyor, acı geçiyor, acı elbette geçiyor.
Acı çekmiş olmak geçmiyor.”
Kemal Varol
Afet sonrasında refakatsiz çocuklar için herhangi bir resmi prosedürden geçmeksizin koruyucu aile olunabileceğine dair çok tehlikeli bir algı, basın ve sosyal medya üzerinden giderek yaygınlaşıyor. Hak temelli bir koruma anlayışına dayanan koruyucu aile ve evlat edinme prosedürleri yerine, “merhamet” ve “acıma” temelli bir başvuru rüzgârı esti.
Afetin yarattığı ruh haliyle 290 bin kişi koruyucu aile olma başvurusunda bulundu. Oysa, depremden önce koruyucu aile yanına yerleştirilmek için bekleyen binlerce çocuk için her gün tek tük başvuru yapılıyordu.
Tüm bu süreç ise, çocuğun üstün yararını geri plana atan bir duygusal körlükle ve dürtüsellikle ilerledi. Sosyal medyada “yurtdışına veriyorlar mı?”, “evlatlık alacağım” şeklinde çocuğu metalaştıran yaklaşımlar normalleştirildi. Çocukların nasıl “alınıp” “verileceğine” dair akla, mantığa sığmayan çıkarımlara gidildi.
1999 Marmara depremi sırasında Kocaeli’ndeki çadır kente ziyarette bulunan dönemin ABD Devlet Başkanı Bill Clinton’ın burnunu sıkmasıyla tanınan ‘Erkan bebek’ o dönem toplumun duygusallık yükünü ne kadar üstlenmişse, şu anda sosyal medyada fütursuzca ve çocuk haklarını hiçe sayarak dolaşan savunmasız, tek başına kalmış çocuk görselleri de mevcut yarayı daha da kanatıyor. Anımsarsanız 1999 depremi sonrasında da herkes “deprem çocuğu” istemiş, depremin psiko-sosyal yıkımını, koruyucu aile başvuruları üzerinden onarmaya çalışmıştı; kimi masumane, kimisi de egoistçe bir dürtüyle…
Şehirler Başımıza Yıkılmadan Önce…
Mühendislikten hukuka, eğitimden sosyal politikalara dair yaşadığımız yapısal çöküş, çocuğa bakış açımızdaki zafiyetlere eşlik eden duygusallık arka planı üzerinden kendini göstermeye devam ediyor.
Oysa psikiyatrist Cemal Dindar ne güzel der: “Çocuklarımızı korumalıyız. Şehirlerimizi korumalıyız. Hikâyelerimizi korumalıyız. Kendimizi korumalıyız… Ve bunlar için yaşadığımız şehirler başımıza yıkılmadan önce dayanışmayı, ortaklaşmayı, umudu yükseltmeliyiz.”
Bir süredir çocuk koruma politikasında, kurumlardan arınma (de-institutionalization) ve aile yanı bakım seçenekleri ağır bastığı ve çağdaş uygulamalar da bu yönde olduğu için koruyucu aile modelleri yaygınlaşıyor. Halihazırda 9.000’e yakın çocuk koruyucu aileler tarafından bakılırken, 14 bin kadarı kurumlarda kalmaya devam ediyor. Bu çocuklar arasından biyolojik ebeveyni olmayan, terk edilmiş veya ebeveyninin rızası olan çocuklar sadece evlat edinilebiliyor, ama onların da sayısı az.
Birçok kişi e-devlet üzerinden başvurusunu yaptığında, depremde ailesini kaybetmiş bebeklerden birinin ona otomatik olarak ulaştırılacağını sandı. Ama fena halde yanıldılar. Zira koruyucu aile başvurularında, deprem öncesinde ihmal, istismar ve şiddet gibi sebeplerle devlet korumasına alınmış, kurumlarda bulunan ve koruyucu aileliğe uygun çocuklar da dikkate alınıyor.
Sabır, Sevgi, Adanmışlık ve Samimiyet
Dolayısıyla, başvurular tüm çocuklar için değerlendiriliyor; yalnızca deprem nedeniyle koruma altına alınanlar için değil. Yani gerekli kriterleri karşılayan herkes başvuru yapabilir, deprem mağduru çocuklara olmasa da kurumda bekleyen diğer çocuklara koruyucu aile olabilir. Ama şunun altını yeniden çizmek gerekiyor: Bugün e-devlet üzerinden “depremzede çocuklar için” yaptığınızı söylediğiniz başvuru, yarın size online sipariş verirmişçesine korunma ihtiyacı olan bir depremzede çocuk getirmeyecek. Süreç uzun ve netameli. Ve başvuru kurumlardaki tüm çocuklar için yapılıyor. Sizin de sabrınızı, sevginizi, adanmışlığınızı ve samimiyetinizi ölçen bir süreç bu…
Ayrıca, depremzede çocuk ve bebekler, sağlık kontrolleri ve tedavilerinin ardından kimlik tespitleriyle ve statülerinin belirlenmesiyle birlikte hayattaysa birinci derecede yakınlarına veriliyor.
Ardından, eğer isterlerse, çocuğun akrabaları, komşuları veya aile dostları koruyucu aile sistemine başvuruyor ve gerekli denetimlerden geçtikten sonra bu süreç sonuçlanıyor.
Eğer bu iki aşama sonuçsuz kalırsa, halihazırda koruyucu aile olma başvuruları kabul edilenlere, yani başvuru-değerlendirme-onay süreçlerinden geçen kişilere öncelik veriliyor.
Tüm bu süreçte de hakkında acil koruma kararı alınan bebek ve çocuklar, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın kuruluşlarında tutuluyor. Ancak çocuk evlerine dayalı bu sistemin etkili bir şekilde uygulanmadığı ve çocukları birçok açıdan örselediği de son dönemde oldukça vurgulanan bir durum.
Peki koruyucu aile olma süreci nasıl işliyor?
T.C. vatandaşı olan, sürekli Türkiye’de ikamet eden, 25-65 yaş aralığında, en az ilkokul mezunu, düzenli bir gelire sahip olan, evli veya bekâr, çocuklu veya çocuksuz olma niteliklerini karşılayan koruyucu aile adayları, e-devlet üzerinden veya bulundukların ilin Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüklerinden şahsen başvuru yapıyor.
Ardından Bakanlık’ın görevlendirdiği sosyal hizmet uzmanlarının, psikologların, sosyologların ve çocuk gelişim uzmanlarının eşgüdümünde bir inceleme ve değerlendirme süreci başlıyor. Kurumdaki uyum sürecinde çocukla vakit geçiriyorsunuz.
Değerlendirme süreçleri oldukça titiz. Sağlık raporu beyanından ev ziyaretlerine, aile veya kişi hakkında ayrıntılı araştırmalara dek tüm çabalar, çocukların güvenli ve sevgi dolu ailelerin yanına yerleştirilmesi doğrultusunda.
Koruyucu aile olmak, hem bir çocuğun yarasına merhem olmak hem de karşılıklı bir duygusal zenginleşme sürecine hazır olmak demek. Öncelikle bu ön-kabulle başlamak gerek. Bu kararı göğüsleyecek duygusal, sosyal ve ekonomik güce sahip olmayanların koruyucu aile hayalinden uzak durmaları gerekiyor.
Örneğin tüm çocukluk döneminde Samandağ’da ninesinin “dilini unutma, nereden geldiğimizi unutma” öğütleriyle büyüyen bir çocuğa kimsesiz kaldığında ana dilinde ninni söyleyebilecek veya dinletebilecek misiniz? Onu kültürel kodlarından koparmadan büyütebilecek ve bu büyüme sürecinde birbirinizi karşılıklı olarak besleyebilecek misiniz?
Üvey baba, amca veya ağabey istismarına uğramış bir çocuğun travmatik geçmişine dair duygusal izlerin onarımında onun ardından değil, onunla “beraber” yürüyebilecek misiniz?
Ortadoğu’nun Divası Feyruz’un şarkılarıyla hüzünlenen bir çocuğun hüznüne ve isyanına eşlik edebilecek misiniz?
Travma sonrasında çocuğa ne tür oyuncaklar alınacağı konusunda bilimsel bilgilere kulak verecek misiniz?
İstismara uğradıktan sonra devlet korumasına alınmış bir çocuğun kaygılarını gidermek üzere sonsuz bir şefkat ve anlayış gösterebilecek misiniz?
Bu ve daha nice sorunun yanıtı kocaman bir “hayır”, “belki”, “ben sanırım yanlış anlamışım” veya “sistemi biraz esnetemez miyiz?” ya da koruyucu aile dendiğinde aklınıza hemen “evlilik ve miras” ikilisi geliyorsa ise, bir anlık bir duygu kıvılcımına, bilgisizliğe ve/veya hevese kapılarak çocukların zaten yaralı umudunu yeniden örselemeyin.
Çocukları İyileştirme Sorumluluğu
KOREV Koruyucu Aile Evlat Edinme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Ülkü Aydeniz, “Bu süreçte koruyucu aile olmak için başvuranların deprem mağduru bir çocukla yollarının kesişmeyebileceğinin farkında olması gerekiyor” diyor.
Bu konuda görüştüğüm Aydeniz, “Her çocuk iyileşir, yeter ki doğru insanın elinde olsun” diye özellikle vurguluyor. Dolayısıyla, koruyucu aile başvurusunda bulunanların, çocukluktaki travmaları iyileştirecek bilişsel ve sosyal yetide olmaları ve bu kararlılıklarından asla vazgeçmemeleri önemli.
“Sadece iyi niyet yetmez, çocuğa zarar verirler. Çocuğu geri getirirseniz o çocuğun hayatında yeniden bir deprem yaratırsınız, onu toparlamak imkânsız olur. Hayatı boyunca çocukla yaşayacağına inanan, bu sabra, gerekli donanımlara sahip, biyolojik aile gerçeğini kabul eden, çocukları iyileştirme sorumluluğuna sahip kişilerin bu başvuruda bulunmaları gerekiyor” diyor Aydeniz.
KOREV de bu açıdan ailelere psiko-sosyal güçlendirme amaçlı eğitimler veriyor ve çocukla bağlarını güçlendirmek açısından onların bu süreçte rehberi oluyor, sosyal dayanışma ağları üzerinden desteklerini sürdürüyor.
Bu alanda yetkili kurumlar da yaklaşık 10 yıldır koruyucu aile modeli üzerine yoğun bir çalışma içerisinde oldukları için, sivil toplumun da desteğiyle nitelikli ailelere ulaşma potansiyeli son yıllarda oldukça arttı.
Uzmanların yaygın uyarısı, çocukların hangi yaş grubunda olursa olsun bu yas sürecinde ilk başta acil koruma altında ve kısa süreliğine devlet kurumlarında, ardından da gerekli denetim, değerlendirme, onay süreçlerinin ardından en az beş-altı aylık bir süre içerisinde koruyucu aile yanında bakılması gerektiği yönünde.
Çocukluğun tüm yaş gruplarında deprem sonrası travmalarda yas sürecinin aile ortamında ilgi ve şefkatle geçirilmesi önemli. Çünkü daha birkaç hafta öncesine dek ailesi olan, birlikte ortak bir yuvada yaşayan, ardından bir gün sabaha karşı aile bütünlüğü bozulmuş çocuklardan söz ediyoruz; birer metadan değil. Dolayısıyla tüm taraflar açısından aceleyle karar verilmemesi gerekiyor.
Kâh depremden kâh istismardan kâh şiddetten dolayı ailesinden ayrı düşmüş, aile bütünlükleri bozulmuş çocuklar için bu noktadan sonra gereken öncelikli temel ihtiyaç; içinde koşulsuz bir çocuk sevgisi barındıran ve bir anlık duygu patlamalarıyla değil rasyonel kararlarla hareket edenlerin sunacağı bir yuva…
Biyolojik ailelerinden ayrı düşmüş bu çocukları kalpleri ve beyinleriyle yeniden doğuran bu kişiler, sadece kan değil ayrıca kalp bağının da aslında ne kadar anlamlı olacağının en güzel kanıtı oluyor… Hatta çocuklarını tanımlarken “kalbiyolojik” kelimesini kullananlar bile var.
Dolayısıyla deprem sonrası doğal afetlerin ardından da bir çocuğun hayatına dokunmanın ne kadar büyük bir sorumluluk, ama aslında ne kadar büyük bir hümanizma olduğunun da ayrımına varıyoruz; ama bunu layığıyla ve tüm kapasitemizi ortaya koyarak yaparsak, salt merhamet duygusuyla değil.
Tolstoy’un dediği gibi; “Sadece derin sevgisi olanlar, derin acıları hissedebilirler.”