Derya Kömürcü
CHP’de “Değişim”
Seçimler sonuçlandığı andan itibaren muhalif kamuoyundaki en önemli gündem maddesi “değişim”, özellikle de “CHP’de değişim” oldu. Değişimin içeriği ne olmalı, nasıl bir değişim yaşanmalı kimse bilmiyor ama muhalif kamuoyu öyle ya da böyle mutlaka bir şeyler değişsin istiyor. Kimi, değişimi kişiler üzerinden algılarken kimi de değişimin niteliğinden çok beraberinde “yeni”yi getirmesiyle ilgileniyor. Tüm kriz anlarında olduğu gibi “yeni” yeniden büyülü bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.
Lewis Carroll’ın Alice Harikalar Diyarında adlı meşhur eserinde Alice ile Kedi arasında geçen diyalog oldukça öğreticidir. Alice, “Bana hangi yoldan gitmem gerektiğini söyler misin,” diye sorar Kedi’ye. Kedi “Bu, neyi istediğine ve nereye ulaşmaya çalıştığına bağlı,” der. Bunun üzerine Alice “Nereye olduğu çok da önemli değil...” şeklinde yanıt verir. “O zaman hangi yoldan gittiğin fark etmez,” der Kedi.
Yani nereye gitmek istediğiniz konusunda net değilseniz, hangi yoldan gittiğinizin bir önemi yok. Ya da CHP’deki değişim tartışması bağlamında söyleyelim; nasıl bir toplum tasavvur ettiğiniz belli değilse, toplumun hangi kesimlerinin yanında, hangilerinin karşısında olduğunuzu netleştirmediyseniz Genel Başkan'ın da, MYK üyelerinin de kim olduğunun bir önemi kalmaz.
CHP’nin, kökü on yıllar öncesine uzanan temel sorunu ideolojisizliktir. CHP’liler dünyayı anlamlandırmalarını sağlayacak, Türkiye’nin irili ufaklı tüm meselelerine nasıl yaklaşacaklarının ana hatlarını belirleyecek bir ideolojinin, bir dünya görüşünün yokluğunda günlük gelişmelere ve rüzgâra göre savrulup duruyorlar. Böyle olunca da siyaset bir pazarlama ve reklamcılık faaliyetinin ötesine geçemiyor.
Sadece Kılıçdaroğlu’nun Genel Başkanlığı döneminde değil, ondan önceki Baykal döneminde de CHP’nin temel stratejisi AKP’ye verilmeyen tek bir oyu bile dışlamayacak bir merkez söylem benimsemekti. Bu merkez söylem gerektiğinde milliyetçi, gerektiğinde demokrat, gerektiğinde liberal, ulusalcı ya da Atatürkçü bir yüze bürünebiliyor ama asla tutarlı bir parti kimliğinin oluşmasına izin verecek kadar net olmuyor. Netlik dışarıda bırakmayı gerektirir. Oysa siyasal düzlemde AKP ve Erdoğan’a karşıtlığı tartışmasız derecede açık olan CHP’nin, toplumsal düzlemde hangi toplum kesimlerinin yanında ya da karşısında olduğu belirsiz. Başka bir anlatımla CHP hem DİSK’li işçilerin hem de TÜSAİD’da örgütlenmiş büyük sermayenin çıkarlarını eş zamanlı olarak savunmaya çalışan eklektik bir siyasal hattı benimsediği sürece geniş toplum kesimlerine vaat edebileceği tek şey Erdoğan iktidarına karşı olmak olacak.
Bu türden bir ideolojisizleşme ve kimliksizleşmenin seçimlere de yansıyan sonuçları oluyor. Birincisi toplumsal değil siyasal karşıtlık üzerinden kurulan, sizin dünya görüşünüzden çok rakibinizin yanlışları üzerine inşa edilen bir strateji, sizi kaçınılmaz bir biçimde rakibinizin, yani AKP ve Erdoğan’ın hamlelerine bağımlı hale getiriyor. O taraftaki her olumlu hamle size kat kat olumsuz yansıyor. Siz iyi olduğunuz için değil, rakibiniz kötü olduğu için kazanmayı bekliyorsanız, kaderiniz bütünüyle rakibinizin elinde demektir.
İkincisi, parti ve partili kimliği bu kadar erozyona uğradığında son derece gevşek bir seçmen tabanı üzerine oturuyorsunuz. Bu da en ufak bir hata ya da hayal kırıklığında seçmenlerinizin sizden hızla uzaklaşmasına, farklı alternatiflere yönelmesine ya da küsmesine yol açıyor. Partilileri ve seçmenleri birbirine sıkı sıkıya yapıştıran, tıpkı AKP’de olduğu gibi hızlı çözülmeyi önleyen bir inanç sistemi, bir dünyayı anlamlı kılma rehberi sunamıyorsanız, her başarısızlık kökü on yıllar öncesine giden tartışmaların tekrar tekrar yaşanmasını, kavga ve hayal kırıklıklarını kaçınılmaz kılıyor. Sonuç olarak Kedi’nin Alice’e söylediği gibi; neyi istediğinizi ve nereye ulaşmaya çalıştığınızı bilmiyorsanız, hangi yoldan gittiğinizin pek de önemi yok. Tam da bu yüzden değişim tartışmasını salt bir liderlik meselesi olmaktan çıkarmak gerekiyor.