Derya Kömürcü
İktidar DEM Parti kartını neden masaya sürdü?
1 Ekim’deki TBMM açılışından bugüne yanıtını en çok merak ettiğimiz soru bu sanırım.
İsrail’in Lübnan saldırıları ve İran’la yaşadığı gerginlik sonrasında Ortadoğu’daki gelişmeler, Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devletinin vücut bulma ihtimalini mi artırdı? Ya da Ortadoğu’daki gelişmeler, dört ülkeye bölünmüş Kürt coğrafyasını birleştirebilecek Irak, İran, Suriye ve Türkiye’yi kapsayan gelişmelere mi gebe? Bu riskler “devlet aklı” açısından daha önce de yok muydu? DEM Parti’ye yönelik yaratılan “olumlu” havanın söz konusu uluslararası riskleri (bu riskler gerçekten varsa) hafifletmeye herhangi bir katkısı olabilir mi?
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından MHP’yi AKP ile yan yana getiren ya da daha doğru bir anlatımla Erdoğan’ı MHP çizgisine getiren gelişme, Suriye’nin kuzeyinde Kürt siyasal hareketi için ortaya çıkan imkanlarla birlikte “çözüm süreci”nin de etkisiyle HDP’nin “Türkiye partisi” olma yolunda kat ettiği mesafe ve seçimlerde yüzde 13 oranında oy almış olmasıydı. Bugün DEM Parti ile ilgili olarak iktidardan gelen “Türkiye partisi olsunlar” talebinin gerçeğe dönüşmesini en istemeyecek ve bunu engellemek için her şeyi yapacak olan yine AKP-MHP iktidarıdır.
DEM Parti’ye uzatılan elin uluslararası gelişmeler karşısında iç cepheyi tahkim etme mantığından ziyade bir türlü gündem haline getirilemeyen yeni anayasa tartışmalarının alevlendirilmesi çabasıyla ilişkilendirilmesi daha doğru olur. İktidar ne yaparsa yapsın Mayıs 2023 seçimlerinin üzerinden geçen bir buçuk yılı aşkın sürede “yeni anayasa”yı yurttaşların tartıştığı, talep ettiği gerçek bir gündem haline getiremedi.
Daha önce HÜDA PAR’ın dördüncü madde çıkışı, şimdi Numan Kurtulmuş’un üçüncü maddeyi tartışmaya açması gibi hareketlerle başlatılmaya çalışılan anayasa tartışmaları, toplumda olmasa da bir biçimde siyasal muhalefetin gündeminde karşılık buldu. Böylece iktidar, muhalefete tartıştırmayı istediği şeyi tartıştırmayı başardı. “Bunlar toplumun gündemi değil, ama ses çıkarmazsak da olmaz” bakış açısı günün sonunda CHP’lileri iktidarın sınırlarını çizdiği bir siyasal tartışmanın içinde söz söyleme sorunuyla karşı karşıya bıraktı.
Şimdi DEM Parti’ye uzatılan el üzerinden kamuoyuna sunulan hem “yeni çözüm süreci” hem de “yeni anayasa” tartışmaları, tüm siyasal aktörlerin kaçınılmaz biçimde üzerine söz söylemek ve pozisyon almak zorunda kalacakları bir gündemi beraberinde getirecek. DEM Parti’nin şekillendireceği bir anayasa tartışması, HÜDA PAR ya da Kurtulmuş’unki gibi karikatür değil, anadilden yerel yönetimlerin özerkliğine, yeni bir yurttaşlık tarifinden demokratik cumhuriyete uzanan gerçek bir tartışma olacaktır.
DEM Parti’ye yönelik yeni iktidar stratejisi başarılı olur mu, bir bütün olarak Kürt siyasal hareketi bu hamleye nasıl yanıt verir, bu yeni strateji iktidar bloğu içinde ne tür çatlaklar yaratır şu anda bilinmez ancak iktidarın bu tartışmalarla muhalefeti ezberinin hiç de kuvvetli olmadığı bir alana çekmeyi başaracağını şimdiden öngörebiliriz. Bu gündem, muhalif partiler arasındaki fay hatlarının çok ciddi biçimde harekete geçmesine ve bu partilerin önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde birlikte hareket etmesini engelleyecek şekilde ayrışmasına yol açabilecek bir potansiyeli de içinde barındırıyor. Burada “tabanda ittifak” yaklaşımıyla geçiştirilemeyecek bir risk olduğunu görmek gerekir.
Dahası son on beş gündeki gelişmeler gösterdi ki, Erdoğan siyasal tartışmanın çerçevesini çizen gündemi belirleme gücünü yeniden ele geçirdi. DEM’lilerle tokalaşmadan, İsrail’in Türkiye’ye saldıracağı iddiasına, TBMM açılışındaki ayağa kalkma polemiğinden anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilip değiştirilemeyeceği tartışmalarına kadar iki haftadır siyasi gündemin iktidarın sınırlarını çizdiği bir çerçevede şekillendiği görülüyor.
Geçim sıkıntısının her gün daha fazla hissedildiği, kadın cinayetlerinin, hayvan katliamlarının aralıksız devam ettiği, cezasızlığın bir algı değil gerçek olduğunun neredeyse tüm yurttaşlar tarafından bir biçimde tecrübe edildiği bir ortamda siyasi tartışmanın eksenini belirleyebildiğinizde büyük bir avantaj elde ediyorsunuz. Toplumun gündemi ile siyasetin gündeminin bu derece ayrıştığı bir ortamda Erdoğan’ın bu avantajı oya dönüştürüp dönüştüremeyeceği ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, burada muhalefet açısından dikkate alınması gereken ciddi bir risk olduğunu da belirtmek gerekiyor.