Menekşe Tokyay
Çalışırken Yoksullaşanlar
Çalışan kesim geleceğini, yarınını giderek kaybediyor ve yaşadığı zamanı sadece nefes almak ve temel gereksinimlerini gidermeye çalışmakla geçiriyor. Esnek çalışma koşulları ve güvencesiz işlerin özellikle pandemi sonrası dönemde yaygınlaşması, hepimizin her an birer çalışan yoksula dönüşebileceğimizin sinyalini veriyor.
Tüm gün tırnaklarıyla kazıyarak kazandığı üç kuruş eşliğinde yaşama karşı mücadele veriyor. Gece olup da başını yastığa koyduğunda ise geçim kaygısından gözünü uyku tutmuyor.
Sabah yeni güne aynı umutsuzlukla ama yine benzer mücadelelerle başlıyor. Sosyal yaşantısı zayıf; kendi dar çevresinde kıt kaynaklarla yaşamaya çalışıyor.
Bir yandan sabit geliri var, ama yine de belediyeden sosyal yardım almaksızın geçimini sağlayamıyor; çocuğunun okul ve kırtasiye masraflarını başka türlü karşılayamıyor. Buna mecbur… Tutunamıyor…
Resmi verilere de Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verilerine de bakıldığında sonuç aynı: Dizginlenemeyen bir enflasyon canavarı yüzünden kazancı eridikçe eriyor.
Zaman zaman maaşının düzensiz yatması ise, borçlarının ödeme sürelerini kaydırıyor; sürekli birilerine borçlu kalmanın yükü altında eziliyor. Kimileri bunu “derin yoksulluk” olarak nitelendirirken, kimileri de “çalışan yoksulluğu” terimini kullanıyor.
Bu kişiler, yoksulluklarını romantize etmeksizin, “yakarsa dünyayı garipler yakar” demeksizin yaşamdan merhamet ve adalet bekliyorlar. Çocuğunu saç kurutma makinesiyle ısıtmaya çalışıyor veya atanamayan öğretmen olarak kuryelik yaparken motosikletleriyle bir kamyonun altında kalıyorlar.
Çalışan Yoksulluğu Günbegün Artıyor
Ülkenin önemli bir kısmı yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşarken, bir kısmı da kırılgan bir ekonomik ortamda “çalışan yoksulluğu” ile cebelleşmek durumunda. İş bulmak bir dertken, iş bulup geçinmek de ayrı bir dert.
Nitelikli, refah sağlayan, kaliteli ve güvenceli istihdam olmaksızın, çalışan yoksulluğu giderek perçinleniyor. Örneğin en doğal hak olmasına rağmen “tatil yapmak” bir lüks olarak algılanıyor. Aynı şekilde arkadaşlarla bir kafeye gidip iki fincan kahve içmek de…
Askıda bayat ekmekten boş baklavaya, peynirsiz tosta dek hepsi aslında bir dönemin özeti.
Çalışan yoksulluğu kişisel bir sorun değil; neo-liberal çağda doğrudan toplumsal adalet ve sosyal devlet politikalarının noksanlığıyla ilintili…
Sosyal devlet olmadığında ortaya çıkan güvencesizlik karşısında herkes günün birinde yoksullaşabilme riskini ensesinde hissederken, sermayedarlar bu korkuyu kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak niteliksiz işçileri en ağır ve örgütsüz işlerde, düşük ücretle çalıştırıyorlar. Bu da ücretlerin esnekleşmesini ve yoksulluğun sınırlarının değişmesini beraberinde getiriyor.
Bir yandan ülke ekonomisinin bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 7,6 oranında büyüdüğü söylenirken, bu büyümenin topluma ne oranda yansıdığı bir muamma. Milli gelirin bölüşümü bu açıdan oldukça net bir tablo sunuyor. Zira işgücü ödemelerinin milli gelirden aldığı pay yüzde 25’e geriledi.
Bu yılın Dünya Eşitsizlik Raporu verilerine göre, Türkiye’de yüzde 10’luk en zengin dilimde yer alanlar, ülke gelirlerinin yüzde 54’ünü alıyor; en yoksul yüzde 50’lik dilim ise toplam gelirin sadece yüzde 11,4’ünden yararlanabiliyor.
TÜİK verilerine göre yüzde 80, ENAG verilerine göre ise yüzde 181 düzeyine ulaşan enflasyon, hepimizi olduğu gibi dar gelirliyi de etkiliyor. Açlık ve yoksulluk sınırı, Türk-İş verilerine göre, bir yılda yüzde 125 oranında artarak sırasıyla 6.889 ve 22.442 liraya ulaştı. Yoksulluk derinleşirken işçi ve memur maaşlarında TÜİK verilerinin baz alınması, çalışan yoksulluğunu daha da katmerli bir hale getiriyor.
Düşük faiz-yüksek kura dayalı ekonomi politikaları sonucu çalışanların alım gücü günbegün azalıyor ve çalışan yoksulluğu mutlak olarak artıyor. TÜİK’in Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması, toplumun dörtte birinde maddi yoksunluk olduğuna işaret ediyor.
25,5 Milyon Kişi Açlık Sınırının Altında Yaşıyor
Tüketici Hakları Derneği verileri ise, Türkiye’de 25,5 milyon kişinin açlık sınırının altında yaşadığını belirtiyor.
Disk Genel-İş raporuna göre, Türkiye’de çalışan kesimin yüzde 13,5’i yoksul. Sosyal yardım başvurularında ciddi bir artış söz konusu. Örneğin geçen yıl, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın sosyal yardım hattına 7,5 milyon çağrı gelirken, e-devlet üzerinden gelen yardım başvuruları 1 milyonu aştı. Yine geçtiğimiz yıl Türkiye genelinde 6 milyona yakın kişi sosyal yardım aldı.
Son dönemde çalışan yoksulluğu sorununun boyutlarını ölçme ve izleme yönündeki önemli adımlardan biri TOBB ETÜ bünyesindeki Sosyal Politikalar Uygulama ve Araştırma Merkezi SPM’den geldi.
Pandemi öncesinde sekiz yıl boyunca her ay düzenli olarak yaptığı çok isabetli işsizlik oranı tahminleri ile tanınan Merkez, pandemi sonrası işgücü piyasalarında yaşanan gelişmelerin resmi işsizlik ve istihdam oranlarını yeterince anlamlı olmaktan çıkarttığı iddiasından hareketle, yeni göstergeler tanımladı.
Bunlardan ilki olan “eğreti olmayan istihdam oranı” (ya da EOİO) tarım dışı işlerde, sosyal güvenlik kapsamında, kayıtlı ve tam zamanlı olarak çalışan kişilerin kurumsal olmayan çalışma çağındaki (15 yaş üstü) nüfus içindeki payını gösteriyor. Bu oran görece nitelikli, güvenceli işlerde çalışanların çalışma çağındaki nüfusa göreli büyüklüğünün göstergesi olarak yorumlanabilir.
SPM’nin TÜİK’in son açıkladığı verileri kullanarak hesapladığı ve “Eğreti Olmayan İstihdamın Görünümü” bülteninde yer verdiği rakamlara göre, 2022’nin ikinci çeyreğine ilişkin eğreti olmayan istihdam oranı yalnızca yüzde 31,1. Yani çalışma çağındaki her üç kişiden ikisi görece nitelikli dediğimiz işlerde çalışma şansına sahip değil.
İlgili çeyrekte, EOİO erkek çalışanlar için 44,5 olarak gerçekleşirken, kadınlarda durum çok vahim. Kadınlarda yüzde 17,9 seviyesinde gerçekleşen EOİO, çalışma çağındaki her altı kadından yalnızca birinin görece nitelikli ve güvenceli işlerde çalışabildiğine işaret ediyor.
Bu konu özelinde görüştüğüm SPM Direktörü Prof. Dr. Serdar Sayan, geçen sonbahardaki faiz indirimlerine bağlı olarak patlayan kur ve enflasyonun sadece işsizleri değil dar ve sabit gelirlileri de derinden yaralaması üzerine Ekonomik Zorluk Analizi (EZA) endeksleri adlı ikinci bir grup göstergeyi daha kurguladıklarını vurguluyor.
Bu göstergelere olan gereksinim, Araştırmacı Aylin İngenç tarafından Merkez bünyesinde hazırlanan Ekonomik Zorluk Analizi (EZA) Bülteni’nin Ağustos 2022 sayısında şu sözlerle açıklanıyor:
“Türkiye’de, çalışan kesimleri de ciddi biçimde etkilemeye başlayan yüksek enflasyonun yegâne mağdurları aktif olarak iş aradığı halde iş bulamayan işsizler değil. Çalışmak istediği ve çalışmaya hazır olduğu halde iş bulma ümidini kaybettiği için aktif olarak iş aramayı bırakan ve dolayısıyla işsiz statüsünde sayılmayanlar da en az resmi işsizler kadar büyük sıkıntı çekiyor. Hatta SPM’nin ‘eğreti olmayan istihdam oranı’ hesaplamaları yoluyla bir süredir izlemekte olduğu göstergenin düşük değerlerinin de ima ettiği gibi, istihdamın eğreti biçimlerinin maalesef yaygın olduğu Türkiye’de bu tür işlerde çalışanlar da kendilerine sıkıntısız bir yaşam sağlayacak kazanç kaynaklarından yoksunlar.”
Bu gözlemden hareketle hesaplanan göstergelerden SPM EZA 1 Endeksi, TÜİK tarafından açıklanan tüketici enflasyon oranının (TÜFE) 3 aylık ortalaması ile yine TÜİK tarafından açıklanan “işsiz ve potansiyel işgücünün bütünleşik oranı” ve SPM’nin TÜİK verilerini kullanarak hesapladığı eğreti istihdam oranının (EİO) toplamından oluşuyor.
Çalışan Kesim Yarınını Kaybediyor
Prof. Sayan, “Enflasyonun yanı sıra işsizler ve iş bulma umudunu kaybederek iş aramaktan vazgeçtiği için işsiz sınıfına alınmayan kesimler ile niteliksiz, güvencesiz işlerde çalışmak zorunda kalan kesimlerin büyüme seyrini izlemeyi amaçlayan endeks değerleri, bekleneceği gibi geçen sonbahardaki faiz indirimlerini takiben büyük sıçrama gösterdi” diyor.
Oğuz Atay’ın günlüğüne, tam da ölümcül hastalığını öğrendikten sonra yazdığı gibi: “Geleceğini kaybetmek, yaşanan zamanı boşlaştırıyor.” Çalışan kesim geleceğini, yarınını giderek kaybediyor ve yaşadığı zamanı sadece nefes almak ve temel gereksinimlerini gidermeye çalışmakla geçiriyor.
Dolayısıyla çalışmak -hele ki kalitesiz ve güvencesiz bir işe mahkûm etmişse hayat seni- geçmişten farklı olarak, yoksulluktan kurtarmıyor.
Neoliberal ekonomi politikalarının geçer akçe olduğu bu ortamda, çalışan yoksulluğunun çözümünün altın bir formülü yok. Ancak atılabilecek bazı adımlar var.
Ne Yapılmalı?
Hukuku önceleyen, kişinin temel haklarını güçlendiren, refaha erişim kanallarını çoğaltan bir kalkınma anlayışı, genel bir çerçeve olarak alınabilir. Hatta yaklaşan seçim maratonunda sahalara inecek olan tüm partilerin de, seçim beyannamelerinde “çalışan yoksulluğu”na dair ayakları yere basan güçlü çözümler getirmesi gerekiyor.
Kamu otoritesinin istihdamı teşvik ederken ücretler ve sosyal haklarda bağlayıcı standartlar belirlemesi, haysiyetli yaşam olanaklarını önceleyen sosyal destek programları yürütmesi, çalışan kesimin de sosyal yardımlaşma ağlarına girmelerini sağlaması gibi…
Bu açıdan, çalışanların ücretlerinin baskılanarak tamamen işverenin inisiyatifine bırakılmasından vazgeçilmesi, iş ahlakının öncelenmesi, gelirin adil dağıtımı açısından kritik önemde. Ayrıca, yoksullukla mücadelede katma değer yaratan iş kollarının -genetik bilimlerinden nanoteknolojiye, dron üretimine dek- özendirilmesi, bu doğrultuda etkin ve çağdaş bir üniversite eğitimi ve istihdam alanı sağlanması gerekiyor.
Yoksulluk artık geçmişteki dar kalıbın dışına çıkmış durumda. Esnek çalışma koşulları ve güvencesiz işlerin özellikle pandemi sonrası dönemde yaygınlaşması, hepimizin her an birer çalışan yoksula dönüşebileceğimizin sinyalini veriyor.
Yükselen enerji fiyatları ve tüketicilerin alım gücünün azalmasının yanı sıra yurttaşlarını enflasyona karşı korumak için birkaç gün önce 65 milyar euroluk üçüncü destek paketini açıklayan Almanya, bu konuda olumlu bir örnek olarak karşımızda duruyor.
Bu açıdan Türkiye’de ilgili bakanlıkların mevcut sosyal yardım politikasının kapsamını genişleteceklerine ve yardım miktarını artıracaklarına dair açıklamaların sonuçlarını önümüzdeki günlerde izleyeceğiz.
Enflasyonla mücadelede doğru enstrümanlar kullanıp hızlı sonuç alacak çözümler üretilmesi, çalışan yoksulluğuyla da mücadele edilmesini sağlıyor. Yeter ki “dış güçler” söyleminin ardına gizlenmeksizin ülkenin kaynakları doğru hedeflere yönelsin, yardımlar hakkaniyetli ve objektif şekilde dağıtılsın ve yurttaşların refahı öncelikli görülsün.