Boray Acar
“Bıyıklı Erkân”ın Önemli İsmi; Soylu…
Bu köşenin takipçilerinin hatırlayacağı üzere belli zamanlarda parti ve taraf ayırt etmeksizin, sembolizm üstünden siyaset yapılmasını ele alan eleştirel yazılar yazıyorum. Siyaseti sembolizme indirgeyen anlayış; bizim gibi, bilgi toplumu olamamış ve demokrasiyi içselleştirememiş toplumlara ve idarelere özgü. Bu olgunun; birazdan okuyacağınız gibi, tarihsel süreçte de hiç değişmediğini görüyoruz. Sembolizm üstünden siyaset yapma biçimi hamaset dozu oldukça yüksek nutuklarla da zenginleştirilerek bir tarz-ı siyaset olarak hayat buluyor.
Hafta sonunda Tanıl Bora’nın “Hasan Ali Yücel” isimli –herkese tavsiye edeceğim– biyografisini okurken bir pasajla karşılaştım:
“…1943 yılı başlarında, Ankara Palas’ta Yücel’e rastlayan Nadir Nadi, onun ‘yüzünde bir tuhaflık daha doğrusu bir eksiklik’ görür: ‘Dikkat edince, bıyıklarının yok olduğunu gördüm. Oysa bir çift gür ve kara kaşın çerçevelediği yüzünde bir denge kuruyordu bıyıkları.’ ‘Hayrola?’ diye sorunca, “Sorma! Millî Şef öyle istedi.” cevabını alır. İnönü, bütün hükümet üyelerine bıyıklarını kesmeyi emretmiş, sadece Suat Hayri Ürgüplü ‘uğursuzluk’ gerekçesiyle direnip kurtarmıştır.”
Tayyip Erdoğan’ın, Tek Parti Dönemi ile bitmeyen hesaplaşması herkesin malumu. Meğerse tamamen estetik bir tercih olması gereken sakal ve bıyık meselesinin Cumhurbaşkanı’nın kendine özgü hassasiyetlerinin içinde önemli bir yer işgal etmesinin de, dilinden düşürmediği mazi ile bir ilişkisi varmış.
Tayyip Erdoğan sembolizminin etkisiyle ortaya çıkan “bıyıklı erkân”ın önde gelen mensuplarından birisi de Süleyman Soylu… Sedat Peker tarafından yıpratılmamış olsa idi, akıllarda istikbaldeki Cumhurbaşkanı adayı olarak yer etmeye başlamıştı. Tabii ki bunu sadece bıyıkla başarmadı. Tayyip Erdoğan’ın oyun alanına girmeden ve ayağına dolaşmadan, her konuşmada da “Tayyip Erdoğan’ın liderdiği”ni vurgulayarak kendi çizgisini korudu. Toplumun zihninde yer etmiş olan güçlü lider profilini de, -Tayyip Erdoğan’ın da alamet-i farikası olan- “öfke”yi söylem diline yerleştirerek tamamladığını söyleyebiliriz. Gerçi haksızlık etmeyelim, AKP’nin sıkı muhalifi olduğu dönemlerde de, bu özelliği ile dikkat çekiyordu. Neticede Tayyip Erdoğan’ın siyaseti sayılar üstünden dizayn ederken kıyıda köşede kalmış olanları da içeriye süpürme stratejisinin bir neticesi olarak (Numan Kurtulmuş gibi), kendisine sağlanan müstahkem mevkide yerini aldı. Bu strateji güdülürken, Soylu’nun isminin bu kadar ön plana çıkacağı ve neredeyse Tayyip Erdoğan’a alternatif olabilecek bir figür haline dönüşeceği düşünüldü mü, hiç zannetmiyorum. Böyle bir kaygı varsa da; Peker’in iddiaları ile başlayan sansasyonel hadiseler, bana göre bu kaygıyı ortadan kaldırdı.
Bu denli yıpratıcı süreçlere rağmen, Soylu’nun koltuğunu korumasını sağlayan önemli bir siyasi etken var ki; o da Devlet Bahçeli… “Artık bitti, bu defa görevden alınacaktır” söylentilerinin dillenmeye başladığı her durumda kendisine arka çıktı ve yerini muhafaza etmesini sağladı. Her ne kadar şehit evinde namaz kılarken göründüğü fotoğraflar sosyal medyaya servis edilerek muhafazakârlığı vurgulanmaya çalışılsa da, Bahçeli’nin sevgisine mazhar olmasının nedeni bu değil. Milliyetçi fanatizm ile zenginleştirdiği hamasi meclis nutukları ve bundan aşağı kalmayacak güvenlik politikaları, iktidar ortakları arasındaki ideolojik bağın güçlenmesini sağlarken, Bahçeli’yi de ona yaklaştırdı. Ortaklığın kesişme noktasında olduğunu ifade edebiliriz. Önemli olduğu kadar, ilk kopuşta ilk düşen olmasına sebep olabilecek kadar iğreti bir zeminde durduğu da aşikâr.
İktidar ortakları için birleştirici bir unsur olduğu kadar, toplumsal yapı için de ayrıştırıcı olduğunu söyleyebiliriz. Bu özelliği ile tam manasıyla ortaklığın ruhunu yansıtıyor. Siyasi iktidarın başat özelliği olan eylem-söylem kopukluğu kendisinde de var. Söylemlerinde resmettiği, barışın hakim olduğu muhayyel ülkede yaşamadığımızı biliyoruz.
Van’da katıldığı bir törende konuşan Soylu, “Patlasınlar, çatlasınlar. Kürt’ün de Türk’ün de Çerkez’in de Abaza’nın da kardeş olduğu, kimsenin ötekileştirilmediği bir Türkiye var.” demiş. Oysa toplumun hatırı sayılır bir kesimi ötekileştirildiği düşüncesinde. Hatta ötekileştirilmeyi geçtik, aşağılanma ve hakarete uğrama aşamasındayız. Kaldı ki bu ilk defa da yaşanmıyor. Soylu’nun, meclis kürsüsünden “Haysiyetsizler!” diye bağırdığını unutmuyoruz. Bu hırçınlığın elbette bir nedeni var. “Haysiyetsizler ve sürtükler” olarak sınıflandırılan toplum kesimi her geçen gün genişliyor. Bunun farkında oldukları için de dozajı gittikçe artırıyorlar. Yani, Soylu’nun anlattığı gibi kapsayıcı bir siyaset güdülmediği ortada. Bunu yansıtan anket sonuçları da “algı yönetimi yapıldığı” iddiası ile karalanıyor ya da karalanmaya çalışılıyor.
Nereden nereye geldik. Soylu da, hayatı ve eylemleri ile biyografisi yazılacak bir siyasi figür hâline gelir mi bilemiyorum. Ancak; gelirse de bıraktığı izler itibariyle kendisinin bundan pek de memnun kalacağını düşünmüyorum.