İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Bir İnce analiz


Muharrem İnce, zaman zaman açıklamalar yaparak kendince haklı gerekçeler ortaya koysa da; özellikle CHP tabanı ve CHP’ye oy veren kesimin zihninden silinmeyen şu üç ölümcül hatayı yaptı:

Bir: Aday olduğu Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi defaatle, “Yanlış yaparlarsa seçimin ertesi sabahı 50 bin avukatla YSK’nın kapısına dayanırım” mealinde cümleler kurdu.

Oysa Erdoğan, kampanya boyunca, hiç bir kuralı tanımadan devlet olanaklarını seçilmek için kullandı.
TRT, ezici bir farkla iktidar lehine kullanıldı.
Muhalif isimlerin ağzından, onları karalayan sahte broşürler dağıtıldı.
Anadolu Ajansı daha sandıkların önemli bir bölümü sayılmadan yüzde yüzünü sayılmış gibi gösterdi. Böylece muhaliflerin oylarını olduğundan düşük vererek daha oy sayımına devam eden sandık sorumlularının çözülmesine yol açtı.
Henüz belirleyici oyların sayımı bitmeden Erdoğan’ın zaferini erkenden ilan etti.

İnce, seçim gecesi otel odasından çıkmadı, Tek bir kelime konuşmadı..
Sabaha karşı da İsmail Küçükkaya’ya yaptığı değerlendirmede “Adam kazandı!” dedi.

Halbuki daha sonra İmamoğlu, Belediye seçimlerinde oynanmaya çalışılan aynı oyunu bozarak İstanbul Seçimini aldı.

İki: 24 Haziran 2018, Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi, Fox Tv’de gazetecilerle yaptığı söyleşide beş altı kez: “Ben Kılıçdaroğlu’nun karşısına asla aday olmam!” cümlesini kurdu.
Hatta bu anlayışının altını kalın çizgilerle çizerek daha da pekiştirdi: “Karşısına aday olmuş bir kişiyi Cumhurbaşkanı adayı yapmışsa, ben vefalı bir insanımdır, kendisiyle böyle bir yarışa asla girmem. Kendisiyle karşı karşıya gelmem. Çünkü bir insanın; bir faninin kolay kolay yapamayacağı bir şeyi yaptı. Ben vefasız bir insan değilim. bana bunu yapan birinin karşısına geçmem.” sözlerini sarfetti.

Ama %31 oyla kaybedilen seçimden hemen 8 gün sonra, Kılıçdaroğlu ile ailece buluştuğu yemekte, paylaşılmamak üzere yapılan konuşmaları ertesi gün gazetecilerle paylaştı. “Yemekte Kılıçdaroğlu’na onursal başkanlık teklif ettim. Kabul etmezse örgüt gereğini yapacaktır.” şeklinde iddialı açıklamalarda bulundu.
“Ben vefalı bir insanım!” cümlesi henüz kulaklarda seyrü sefer halindeyken Kılıçdaroğlu’nu devirmek üzere olağanüstü kurultay için harekete geçti.

Üç: Gençlik teşkilatından bu yana yer aldığı; bütün siyasi ömrünü geçirdiği CHP’den, başka bir parti kurmak üzere ayrıldığında, CHP’nin işgal altında olduğunu iddia etti. Hatta daha da ileri gidip ‘FETÖ’cülerin, hainlerin CHP’de olduğunu söyledi.

Sadece en üst kattaki yönetimi hedef aldığını söylese de yıkmaya çalıştığı binanın diğer katlarının yönetimin dışındaki CHP’liler ve CHP’ye oy verenlerle dolu olduğunu hesap etmedi.

Muharrem İnce’yi özellikle Meclis Kürsüsündeki hitabet gücünün, ustaca kullandığı dilinin ve kıvrak çıkışlarının etkisiyle gönüllerine perçinleyen CHP’liler ve CHP’ye oy verenler, kısa bir sürede yine aynı dilin yarattığı bu üç önemli kırılmadan yoğun bir şekilde yara aldılar.

İnsanlık tarihinin kayda geçmiş en eski atasözlerinden biri “İnsanın kendi başını yiyen tek organının “kendi dili” olduğunu vurgular.
Bu söz, Türk İslam tarihinin 12. Yüzyılda yazılan, ilk eserlerinden Atebetü’l-Hakâyık’ta, (Anın öz tili) öz başını yi-(yür) şeklinde yer alır.

Aşkı yaratan dil de o dil,
Ayrılığı yaratan dil de o dil!

Mehmet Şimşek neden reddetti?


Mehmet Şimşek olayı, Reyiz’in artık istediğini ikna etme konusunda on kaplan gücünde olmadığını açıkça ortaya koydu.

Oysa herkes o kadar emindi ki.
Açıklama için kürsü kurulmuş, basın davet edilmişti bile!

Şimşek, aradan şimşek gibi sıyrıldı gitti..
Uzaktan tweet atmakla yetindi.
Klasik, “kartınızı bırakın biz sizi ararız” muhabbeti!

Yok, o iş öyle değil hala “on kaplan” devam diyenler, Fatih Erbakan olayına da bir yakından bakıversinler!

Erbakan’ın, Cumhur İttifakının teklifine “evet” cevabı vereceğinden herkes o kadar emindi ki, bu kez açıklama başladığında TRT dahil tüm yandaş kanallar canlı yayına geçtiler!
Ne zaman ki “İttifaka katılmıyoruz!” cümlesi kuruldu, canlı yayınlar “tak!” diye kesildi!
Bu da mı gol değil!

Hadi gelin ben size bir sır vereyim.
Mehmet Şimşek, “Gel Ekonominin başına geç!” teklifini, aslında Reyiz’in ikna kabiliyetini yitirmesinden dolayı reddetmedi.
Ya da parayı az bulduğu için de reddetmedi.
Hatta siyasetten soğuduğu için de reddetmedi!

Peki neden reddetti?

Artık Reyiz’in seçilemeyeceğini anladığı için reddetti.

Adam buradakiler gibi değil!
Olay yerini drondan izliyor.
Dışarıdan herşey daha net görünüyor!

Bu abileri kim seçiyor?


Tamam!
Yaptığı paylaşımda, ayakları çıplak depremzede çocuğa, ‘fotoşop’la çorap giydiren Sinop’lu bürokrat gibi ‘tezgah yapsınlar’ demiyoruz!

Ama yağmurla buluşmuş yıkıntıların, ıslak, çamurlu sokaklarında, kendileri, tiril tiril, ilk kez giyilmiş lacivert yağmurlukları ve sarı çizmeleriyle bando takımı gibi yürürken, ortalarındaki depremzede çocuğun, dizlerine kadar çamura bulaşmış çıplak ayaklarının nasıl bir fotoğraf oluşturabileceğini hesap edememeleri anlaşılabilir birşey değil!

Neden “anlaşılabilir birşey değil!” diyorum:
Çünkü bu “yüksek zihin seviyesini” barındıran zevat-ı muhteremler öyle rastgele birilerinden oluşmuyor.
Bu abiler, elene eleye, yara kıra, bir siyasi partinin zorlu zirvelerine, taa üst yönetimlerine kadar ulaşabilmiş, yani ‘memleket yönetmeye -ahan da- ramak kalmış’ siyaset erbabı!

İşin tuhafı “bu yüksek zaviye” gaf ya da kaza değil..
Olayı bu!
Bu kadar yani!

250 gram et alamayan garibana, hem de televizyon ekranından “et pahalı ise kuzu kestirin ucuza geliyor!” cümlesini bütün samimiyeti ile kurup, güzel bir çözümü paylaşmanın dizayn ettiği beşuş bir çehreyle ifade eden zihin ile tıpatıp aynı..

Takiyye yok!
Hesap kitap yok,
Kandırmaca yok!
Orjinali böyle!..
Malzeme bu!

Benim epeyce bir süre; “Abi bunu bir partinin başına kim seçer?” sorusunu sorup cevabını bulmakta zorlandığım ama nihayet “Seçen zaviyenin durumunun daha da vahim olması” cevabını bulunca da:
“Hee, ondan öyle!” dediğim hikaye.

Ohff!
Sanki sırtımdan yük kalktı!

Epeyce önce anlattıydım
Zuhal Olcay’ın bir Karadeniz anasını tekrar anlatmak şart oldu.

Zuhal Olcay, turne için gittiği Trabzon’da, çarşıda dolaşırken yanına Temellerden bir Temel yaklaşmış:
“Hanfendi, biliy misun? Zuhal Olcay’a çok benzeysun!” demiş.
Olcay, gülümseyerek cevap vermiş:
“E, ben Zuhal Olcay’ım zaten!”
Temel kafayı yana kırmış:
“Hee, ondan öyle!..”


Kader Planı

Deprem evlerini yıktı!
Fırtına çadırlarını yıktı!
Sel konteynırlarını yıktı!
AKP hayallerini yıktı!


Haftanın saptaması

Millet MR cihazı gibi olmuş. Siyasetin MR’ını çekiyor.
Engin Altay - CHP Başkan Vekili

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi