Yaşar Seyman
“BİR DAKİKANIZ VAR MI ?”‘ “ YETER Mİ ?”
Zaman kavramına ne çok anlam yükleriz. Oysa zaman yönetimini bilsek her şey mutluluğa dönüşür. Çünkü zaman herkeste farklı çağrışımlar yaratır. Einstein, zaman “Uzamsız var olmayandır” der. Aristotales, “Zamanı hareketle ölçüyoruz ve hareketi de zamanla” Günümüzde kimi ‘zaman paradır, kimi ‘zaman aşktır’, kimi ‘zaman emektir‘, kimi de ‘zaman yaşamdır” diyor.
Oysa biz, zamanı yönetmeyi bilmiyoruz. Dünyanın neresinde yaşarsak yaşayalım ülke insanı olarak zaman kavramına bakışımız değişmiyor. Çağımızda yaşamsal önem taşıyan zaman gerçeğini, “vakit nakittir” diye tanımlayan atasözüne karşın zamanı değerlendirmek yerine zaman çapkınlığı yapıyoruz. Günümüzde her toplum ve her insan zaman yönetimini yönetmeli.
Bir siyasi lider, hava koşulları ne olursa olsun alanlarda toplanan yurttaşları saatlerce bekletiyor ve bu tavrını önemli bir özellik gibi sunuyor. Bir sanatçı dinletisine geç çıkma özgürlüğünü kendinde görebiliyor. Bir etkinlik duyurulan saatte yapılmıyor. Oysa oraya sevgiyle, ilgiyle koşan insanların bekleme uzadıkça öfkelerinin büyüdüğü bilinse böyle davranılır mı?
Günlük buluşmalara geç gidiyor, bize ayrılan süreyi sormadan dakikalarca oturabiliyoruz. Oysa gideceğimiz yerin trafik koşulları, hava koşulları, ulaşım araçları çok önceden düşünmeli ve ona göre davranılmalıdır. Burada “Zaman geçmek bilmiyor” , “Zaman su gibi akıyor “ tanımlarından söz etmiyorum.
Türk- İş adına Japon devletinin konuğu olarak 1998 yılında gittiğimiz Japonya’da yaşadığımız programı hazırlayan JİLAF Uluslararası ilişkiler sorumlusu sendikacı MASAYUKİ SHİTAnın yaptığı uyarıları hiç unutmam. Akşam otele döndüğümüzde bize, bir sonraki günün programını anımsatıyor ve ekliyordu: “Bir randevuya beş dakika geç gidersek, görüşme şansımızı kaybederiz. O nedenle gideceğimiz yere en çabuk hangi ulaşım aracı ile gitmeli, hangi yolları kullanmalı ve bize ayrılan süreyi bilmeliyiz” diyordu.
Tokyo’daki ikinci günümüzde bu vurgunun önemini, yeraltı treni yolculuğunda, kent trafiğinin akışında ve Sony fabrikası gezisinde görüyorduk. Gün içinde yaşadığınız sıcak dakikalar anlamsız ve inanılmaz koşuşturma içinde geçse de programı değerlendirdiğinizde zaman kavramına verdikleri önem ve verimli kullanım bizi büyülüyordu.
Yaşamın her alanında zamanı değerlendirmeyi bilmek yaşadığımız kenti, ülkeyi, dünyayı dolu, dolu yaşamak, üretmek, kendimize ve ‘zaman’ borçlu olduklarımıza zaman ayırmak çağdaşlıktır. Yoksa zaman bizi peşinden sürükler.
Şair Aragon’un, Elsa’ya aşkı Seine nehrinin selidir.
“Sana büyük bir sır söyleyeceğim zaman sensin
Zaman kadındır ister ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi”
Biri kalkar da sevgilisine “Zaman sensin” ya da “Ölçüsüz zamanları seviyorum, derse; ona sözümüz olamaz. Ama toplumsal yaşam içinde zamanı değerlendirmeli, görüşme saatlerine özen göstermeli, zamanı bulunduğumuz yer ve konuma göre verimli kullanmalıyız.
İletişim çağının çağdaş bireyi olmak istiyorsak, biri, “Bir dakikanızı alabilir miyim?” ya da “Bir dakikanız var mı? ‘ diye sorduğunda ona hemen “Yeter mi?” diye sormaya başlamalıyız…
Bu dünyadan yapıtlarıyla sonsuza değin yaşayanlar arasına uğurladığımız yazar, felsefeci Oruç Aruoba’nın “Yazılmayan Zaman” şiiri ile edebiyat tadında yazımı noktalamak isterim.
“Her şeyi yazarım da
zamanı yazamam –
o yazar çünkü
beni.”