Serhat Güvenç
Biden’ı Beklerken…
Sizler bu satırları okurken ABD’de yeni başkan Joe Biden yönetimi devralmış olacak. Gelecek dört yıl ABD’nin ve dünyanın kaderinde Biden ve ekibi söz sahibi olacak. Bu dört yılda Türk-Amerikan ilişkilerini ne bekliyor? İki ülke arasındaki inişli çıkışlı ilişkilerin tarihinde Washington’un Türkiye’nin bakışını iki temel parametrenin belirlediği gözlemleniyor. Birincisi Türkiye’nin nerede olduğu yani coğrafi konumu. Diğeri ise Türkiye’nin ne olduğu yani kendini nasıl konumlandırdığı (batılı, demokratik vs). Türkiye’nin nerede olduğu genellikle baskın parametre olagelmiştir. Soğuk Savaş’ta neredeyse tüm Türkiye coğrafyası ABD’nin stratejik çıkarları için önem taşırken, bugün emlak değeri İncirlik Hava Üssü ile sınırlıdır. ABD’nin küresel ve/veya bölgesel jeopolitik üstünlük peşinde olduğu dönemlerde Türkiye’nin emlak değeri yükselir. Cumhuriyetçi Başkanlar, Türkiye’yi çoğunlukla bu pencereden görür. Öte yandan Türkiye’nin kendine biçtiği kimlik de zaman zaman ilk parametre kadar, hatta ondan daha önemli hale gelmiştir. Ama bunlar kısa ömürlü olmuş ve zamanla emlak değerinin gölgesinde kalmıştır. Örneğin 1947’de Başkan Truman’ın seçim yapmış olmasına istinaden Türkiye’yi “hür” milletler arasında zikretmesi, 1999’da Clinton’un 21. Yüzyılı Türkiye’nin tercihlerinin büyük ölçüde şekillendireceği ve demokratik, laik ve müslüman çoğunluklu bir Türkiye’nin çok daha iyi bir dünya anlamına geleceğini ifade etmesi; son olarak da Obama’nın Arap Baharı’nın ilk yıllarında Türkiye’yi demokrasi ile müslümanlığı bağdaştıran bir ülke olarak “model ortak” nitelemesi bu bağlamda öne çıkan örneklerdir. Bunların ABD’nin Türkiye bakışına damgasını vurduğu dönemler (belki de sadece anlar) ABD’nin dünyada norm tabanlı düzen kurma arayışlarına karşılık gelmektedir. Demokrat Başkanlar bu tür düzenler kurma ve sürdürme konusunda heveslidir. Demokrasi, hukukun üstünlüğü, özgürlükler ve insan haklarına yoğunlaşan bu normlar konusunda Türkiye’nin 1947’den beri halledemediği sıkıntıları vardır. Bu parametrede sürdürülebilirlik ciddi bir sorundur. Yukarıda saydıklarım istisnaları dışarıda bırakan genelleştirmelerdir. Bu genelleştirmelerden hareketle Biden dönemi Türk-Amerikan ilişkilerine dair şunlar söylenebilir: Türkiye’nin nerede olduğu Biden yönetimi açısından büyük önem taşımamaktadır. Zaten 2003’den beri Türkiye coğrafi konumunun sağlandığı avantajlardan ABD’yi yararlandırma konusunda isteksizdir. Hatta ABD’nin Karadeniz ve Ortadoğu’ya erişimini kısıtlayabildiği de olmuştur. Bu isteksiziğin kırılabilmesi için ABD’den çok yüksek siyasi ya da ekonomik bedeller talep edilmiştir. Dolayısıyla Türkiye ile çalışmanın fırsat maliyeti geçmişe göre çok yüksektir. ABD, Karadeniz ve Ortadoğu’ya erişim için yeni ortaklar bulmuş ve yatırımlar yapmıştır. Biden bir demokrat olduğu için norm tabanlı liberal uluslararası düzene yeni bir yaşam kazandırmaya yönelecektir. Dünya Sağlık Örgütü’ne üyeliği canlandırıp Paris İklim Anlaşması’na ABD’yi geri döndürecek oluşu bunun öncü işaretlerdir. Ancak Biden yönetiminin demokrasiyi yaygınlaştırmak gibi bir hevesi olmayacağı da bellidir. Zaten bu yöndeki çabalar çoğunlukla ters teptiği gibi dünya üzerinde demokrasilerde belirgin bir gerileme gözlenmiştir. Sonuç olarak Türk-ABD ilişkilerinin geleneksel parametreleri Biden döneminde pek işe yaramayacağa benzemektedir. Bu durumda geriye perakendecilikten (transactionalism) başka seçenek kalmıyor. Gelinen noktada Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde güç asimetrisinden doğan sonuçları telafi edebileceği koz yoktur. Sonuç olarak ya ABD ile yeni bir uzlaşma aranacak ya da eksen değiştirilecektir. Sorun şu ki ortada henüz yeni bir eksen yoktur.