Menekşe Tokyay
Aşı karşıtlığında medyanın “Sisifos” sorumluluğu
Yunan mitolojisinde zirveye bir türlü ulaşamadan aşağı yuvarlanıp duran kayayı ömür boyu dağın tepesine çıkarmaya mahkûm edilen Sisifos’u andırıyor aşı tartışmaları. Salgın dönemlerinde aşı olmanın bireysel bir tercih veya özgürlük alanı değil, aksine Türkiye’de aşı olmayan yaklaşık 14 milyon kişi için toplumsal bir sorumluluk olduğunun anlaşılması için verilen mücadelede aşağıya yuvarlanan kaya, bunun bir halk sağlığı sorunu olduğunda ısrar eden ortak akıl tarafından sürekli zirveye taşınıyor. Çünkü hayatın her alanında yuvarlanan her kayayı yukarı taşımaya çabalayan, Yaşar Kemal’in “umutsuzluk yüreğin yıkımıdır” sözünü anımsayan kararlı bir Sisifos da vardır.
Birçok bulaşıcı hastalıkla mücadelede şu anda insanlığın elindeki en önemli ve en etkili araç, aşıdır. Aynı şey Covid-19 pandemisini sonlandırmak için de geçerli. Ancak aşı karşıtlığı dünyanın dört bir yanında yaygınlaşırken, Fransa’da Marine Le Pen, ABD’de Donald J. Trump gibi popülist politikacıların aşı karşıtı söylemleri destekçileri üzerinde yankı bulurken, bu pandemiden kurtulmak için sadece aşılanmaya güvenmekle kalmayıp aşı karşıtlığı ile de etkin mücadele teknikleri geliştirmek de gerekiyor. Albert Camus’nün İkinci Dünya Savaşı’na dair yazdığı o müthiş “Sisifos Söyleni” kitabında belirttiği gibi, “Yaşamın anlamı ancak dünyanın saçmalığını ve yenilginin daima tekrarlanacağını bile bile kötülüğe direnmek olabilir.” Toplum sağlığı açısından yarattığı risklere bakıldığında aşı karşıtlığını, bir kişisel özgürlük ifadesinden ziyade “saf kötülük” olarak görmek mümkün. Ve konu artık 1796 yılında İngiliz doktor Edward Jenner tarafından çiçek virüsüne karşı geliştirilen ilk aşının insanları ineğe dönüştüreceği şeklindeki tereddütlerin ötesine geçmiş durumda.
YouTuber Etkisi
Peki, kutuplaşmanın bir başka tezahürünün bu hassas konu üzerinden de yaşandığı medya düzeyinde neler yapılabilir? Bu açıdan sosyal medya, Dünya Sağlık Örgütü’nün küresel sağlık karşısında ciddi bir tehdit olarak gördüğü1 “aşı karşıtlığı”nın kilit bir enstrümanı olarak ortaya çıkıyor. Aşılar hakkındaki “Bill Gates aşıyla tüm insanlığa mikroçip yükleyecek” gibi dezenformasyon burada çok daha hızlı yayılırken, çok daha geniş bir demografiyi etkisi altına alıyor. Algıların büyük oranda sosyal medyadaki “influencer”lar tarafından şekillendiği bir dönemdeyiz. Temmuz ayında Fazze isimli bir pazarlama şirketinin Pfizer/BioNTech aşısını kötülemek için Almanya ve Fransa’
aki YouTuber’lara ödeme yapmayı teklif ettiğini öğrendik. Bu ifşaatla birlikte dezenformasyonun boyutlarının nereye varabildiğine bir kez daha tanıklık ettik.
Aşı karşıtlığının büyük gelir üreten bir ekonomik çark yarattığı da bu süreçte anlaşıldı. Zira aşı karşıtı paylaşımlar sosyal medya üzerinden dünyada milyonlarca insana ulaşırken, içeriklerin doğurduğu etkileşim de kârlılığa dönüştürülüyor. Küresel Dezenformasyon Endeksi’ne2 göre her yıl 20 bin kadar dezenformasyon sitesine 235 milyon dolar ödeniyor ki bu siteler üzerinden “alternatif” tıp çözümleri desteklensin, bilimsel açıdan şüpheli gıda takviyeleri pazarlansın, insanların korkuları “parasallaştırılsın”.
Facebook, aşılanmayı caydıran reklamları engelliyor, bu paylaşımları yapan sayfalar ve hesapların çoğu reklam yapmaktan men ediliyor; ancak bilimsel dayanağı olmayan ve teyit edilemeyen bilgilerin adeta ışık hızıyla yayıldığı bir ortamda sosyal medya, medya okur-yazarlığı olmayan çok sayıda insanın aşı konusundaki algısını birkaç satırla şekillendirebiliyor.
Bu açıdan, ABD’nin Colorado eyaletinde devlet, yerel influencer’lara Instagram, TikTok, Snapchat, Facebook ve diğer sosyal medya platformlarında kendi aşılanma deneyimlerini paylaşan, dezenformasyonla mücadele eden, aşı konusundaki yanlış bilgileri çürüten ve yurttaşları doğrudan resmi sağlık otoritelerinin açıklamalarına yönlendiren paylaşımları karşılığında aylık 1000 dolara varan ödeme yapıyor. Bu yaklaşım çağın dinamiklerine uygun bir kamusal iletişim stratejisinin uzantısı. Hakikatin bunca bilgi kirliliği içinde duyulmaz hale geldiği ortamda, aşı tereddüdünün 2018-2020 yılları arasında Avrupa ve Kuzey Amerika’da kızamık salgınlarını yeniden tetiklediği düşünüldüğünde, sokaktaki insana ve bilgisayar başındaki gence erişmenin en direkt yolu, onların en sık kullandığı iletişim araçlarında, onların hayran olduğu figürlerden geçiyor.
Bilgilendirilmiş Rıza
Hekimlerle sosyal psikologların geleneksel medya ve sosyal medya platformlarında birlikte çalışması, iş birliğinde bulunması ve birbirlerini “tamamlamaları” da aşı tereddüdünün ardındaki derin sebeplerin ve aşı karşıtlarının ortak noktalarının anlaşılmasına ve hedefe, yani onları ikna etmeye yönelik strateji geliştirilmesine katkı sağlayacaktır. Aşılanma konusunda kuşkucuların temel özelliklerinden birinin, özgürlüklerine ve “vücut bütünlüklerine” olan hassasiyetlerinin daha yüksek olduğu göz ardı edilmemeli. Bu kişilerin zaten hayatlarının kendi kontrolleri dışında gelişmesinden dolayı en azından aşılanmama kararını, yani vücutlarına dışarıdan bir “kimyasal bileşeni” kabul etmemeyi kendi özgür iradeleri ile seçerek kendileri üzerinde bir otorite kurma ihtiyacını doyurmak istedikleri düşünüldüğünde, toplumun psikolojisinin daha iyi tahlil edilmesinde yine bilime büyük rol düşüyor. Örneğin 2018 yılında 24 ülkede yapılan “aşılanma karşıtı davranışların psikolojik kökenleri3” başlıklı bilimsel çalışma; yaygın kanının aksine aşı karşıtlarının somut verilere erişimleri bulunmadığı veya onları anlamadığı için aşı yaptırmadıkları düşüncesinin doğru olmadığını ortaya koydu. Araştırma komplo teorilerine daha fazla inananların, kan görmekten midelerinin bulandığını, bireysel dünya görüşlerinin ön planda olduğunu gösterdi ve bunlara yönelik bir iletişim çözümü geliştirilmesini önerdi. Buna benzer saha araştırmalarını bilimsel verilerle harmanlayan girişimlerde bulunmak, aşılanmayı bir baskı gibi göstermek yerine “bilgilendirilmiş bir rıza”ya dönüştürmek önemli. Zira aşınız ne kadar muazzam olsa da sahadaki etkiyi, bundan faydalanacak kişilerin rızası üzerinden ölçebilirsiniz.
Uzmanların çoğunun birleştiği bir nokta, aşı karşıtlığıyla mücadelede medyanın kullanımında klasik propaganda tekniklerinin işe yaramadığı yönünde. Bu açıdan, örneğin yeni medya araçlarını kullanarak aşı karşıtlarının görüşlerinin değiştiği vakaların haberleştirilebileceğine veya görselleştirilebileceğine dikkat çekiyorlar. Bu da insanların “karşı cephe”ye aniden nasıl geçebileceğinin görülmesi açısından teşvik edici. Çevresine “salgına inanmadığını” söyleyen, geliştirilen aşılar için “emperyalist oyun” yorumunu yapan hekimlerin de tüm bu iddialarına rağmen inanmadıkları virüsten dolayı yaşamlarını yitirmeleri bu açıdan somut birer örnek.
Herkesin kendi yankı odasında kalmasının önüne geçildiği, aşı karşıtlarının bu tutumları üzerinden yarattıkları yeni “kimlikleri” ancak bu şekilde deşifre edildiği taktdirde aşı tereddüdü olanlar kamu sağlığı için gerekli müştereklere çekilebilir.
Devlet politikası açısından bakıldığında; aşı karşıtı görüşleri medya üzerinden dile getiren hekimlerle ilgili idari yaptırımlar uygulanmalı, idari soruşturma yürütülmelidir. Türkiye’de aşı karşıtlığı ve aşı kararsızlığı konusunda Sağlık Bakanlığı çok ciddi ve yaygın bir bilinçlendirme çalışması yürütmeli ve bunun somut sonuçları hakkında kamuoyunu düzenli olarak bilgilendirmelidir. Toplumun aşı ile ilgili kaygılarının aşı karşıtlığından farklı olduğundan hareketle sağlık otoritesi bu kaygıları şeffaf ve kanıta dayalı olarak cevaplamalı, halka güvenilir bilgi akışı sağlamalı. Korku ve kaygı insani duygular olsa da bilimsel verileri ve kanıtları çarpıtarak kaos yaratmak, istismarda bulunmak saf kötülüktür.
Eğitim kurumları açısından bakıldığında ise, Ekim ayında yeni akademik yıla başlayacak olan üniversiteler aşı olmayanların ya da ilgili süre içinde alınmış negatif PCR testi olmayanların kampüse sokulmaması konusunu çok ciddiye almalı, akademik program dahilinde tüm fakültelerdeki eğitim sürecine periyodik olarak aşılanmanın önemini dahil etmeli.
Kişisel düzeyde yapılabilecekler
Peki kişisel düzeyde neler yapılabilir? Öncelikle aşı karşıtlığını körükleyen sosyal medya paylaşımları, ilgili platformlara raporlanabilir, zira bu paylaşımlar ana akım birçok sosyal medya platformunun kullanım politikalarına aykırı. Bu paylaşımları yapanlar, “yakın çevrenizden” kişilerse onlarla dalga geçmek veya onlara öfkelenmek yerine, aşıların güvenliği ve etkinliği konusunda onlara geçerli ve bilimsel kanıtlar sunarak, aşı karşıtlığının ardındaki moral inanışları anlayarak, onların endişelerine ve korkularına yanıt vererek iletişimi bireysel düzeyde, ikna edici şekilde sürdürebiliriz.
Meslektaşım medya mensuplarına ise, ‘aşı haberleri hazırlama bildirgesi’4 gibi araçları kullanmalarını öneriyorum. Bildirgede yer alan “haber ve içeriklerde aşıların etkinliğini ve faydalarını sorgulayanların görüşlerini aktarmak yerine, bilimsel kanıtlara dayalı bilgilere ve yetkin kişilerin değerlendirmelerine odaklanmak”, “komplo teorileri ile aşı kararsızlığı yaratan dedikoduları olabildiğince görünmez kılmak”, “haberlerde ve televizyon programlarında kışkırtıcı olmayan, panik yaratmayacak, serinkanlı ve anlaşılır bir dil kullanmak” ilk bakışta basit görünse de hepimizin içselleştirmesi gereken temel stratejiler olmalı. Sonuçta dezenformasyon denizi içinde boğulmadan, herkesin canını dilimizle, kalemimizle, söylemimizle kurtarmaya, onları kıyıya ulaştırmaya çalışan modern Sisifos’larız hepimiz.