Ahmet Kaya ve Ferdi Tayfur

90’lı yıllara bir kalmıştı; ülkeyi yeniden dizayn eden darbeden sonra kısmi özgürleşme yıllarıydı ama terör, faili meçhul cinayetler ve mafya hesaplaşmasının dert açtığı belalar gündemdeydi. Muhabir olarak çalıştığım TRT de renklenmiş, ancak ‘ne dersek o’ dönemi sürüp gidiyordu. Bu yıllarda ayrı bir yeri olan ama kısa süren Cem Duna’nın genel müdürlüğü döneminde özgür ve çağdaş yayıncılık arayışı vardı. İsmail Cem’den sonra İkinci Cem dönemi yorumları yapılıyordu. (TRT benim için bir okuldu, şimdiki durumu içler acısıdır)

Sonraki yıllarda Türkiye’nin önemli haber sunucularından biri olacak Ali Kırca, TRT Haber Dairesi Başkanıydı. Kırca, yine ileride izleyicisini gece yarılarına kadar ekrana kilitleyen Siyaset Meydanı programının küçük örneği sayılabilecek açık oturumlar falan hazırlıyordu. Yardımcısı da Can Dündar idi.

Bu ikili, ‘Arabesk’ adı altında bir haber programa karar vermişler, benden de İstanbul ayağında röportaj yapmamı istemişlerdi. Kırca, bazı soruları verdi elbette bazı isimlere ulaşmamı istedi. Hatırlıyorum; röportaj yaptığım isimler Ferdi Tayfur, Ahmet Kaya, Hakkı Bulut ve Küçük Emrah idi.

Cep telefonu ve internet hazretlerinin olmadığı bir dönemde, böyle bir görev aldıysanız ilk gideceğiniz yer, Unkapanı’ndaki Plakçılar Çarşısıdır. Bugünün yaşIı ve orta yaşlı sanatçılarının çıkış yeriydi bu çarşı, halkın sevdiği müzik anlayışının hayat bulduğu yerdi. Şarkıcı olma hayaliyle Anadolu’nun dört bir yanından kopup gelen, sesine sazına güvenenler soluğu burada alıyordu. (Artık ünlü olmanın yolu sosyal medyadan geçiyor)

“BEN YASAKLIYIM KARDEŞİM”

12 Eylül darbesiyle hesaplaşmanın ilk adıydı Ahmet Kaya… Onu ilk kez Plakçılar Çarşısında yakından tanıdım. Daha sonraki yıllarda dostluğunu asla unutmayacağım İsmet Yılmaz ağabeyimin işlettiği Beyoğlu’ndaki meyhanesinde sık sık karşılaştık. Kaya, TRT mikrofonu ile ilk kez karşılaştığı söylerken “Ben yasaklıyım kardeşim, sazım sözüm zincirli. Size söyleyeceklerimi yayınlamazlar” diyerek sitem etti.

Kaya ülke sosyolojisiyle(!) harmanlanmış müzikle ilgili sorularımıza ise “Bu isyan, başkaldırıdır kardeşim, yasaklanan müziğin, hor görülen sazın sözün, gecekondulardan, fabrikalardan, tarlalardan fışkırmasıdır” dedi.

Kaya’nın ağır ideolojik(!) bombardımanından sonra Ferdi Tayfur’a ulaşmaya çalıştım. Çarşı esnafı Ahmet Selçuk İlkan’ı buldu, “ Al sana adres! Seni istediğine ulaştırır” dediler.

“HALK NE DERSE ODUR”

Benim de pek sevdiğim ‘Hatıran yeter’ adlı şarkının söz yazarıydı İlkan, birkaç telefon görüşmesinden sonra “Sizi Etiler’e götüreceğim” dedi. Burada ofis olarak kullanılan bir apartman dairesine daldık, duvarlar Ferdi Tayfur’un büyük boy fotoğraflarıyla doluydu. Kısa süre sonra hayli şık, lacileri kuşanmış halde Ferdi Tayfur geldi.

Tayfur da Ahmet Kaya gibi sanki kurumun genel müdürü benmişim gibi TRT’ye sitem etti. Çünkü bu sanatçılar çok kızgınlardı, en yaygın iletişim kurumunun kapısı onlara kapalıydı. TRT’nin ‘yasaklılar’ listesinde ilk sıralardaydılar.

Şöhretin zirvesine kan ter içinde ulaşan Ferdi Tayfur, bize kendi eliyle çay demledi, viski ikram etti. Sonra şöyle dedi:

“Ben bu işin sosyolojisine falan bakmam, anlamam da zaten. Bizi buralara halk getirdi, halk seviyor bizi.”

Çok zor bir çocukluk geçirdiğini, öyle kolayca başarıyı yakalamadığını, bağlama ve gitar çalmayı bile gizli gizli öğrendiğini anlattı Tayfur ve ekledi; “Herkesin müzik anlayışı kendine, bırak insanlar istedikleri müzikle ruhlarını dinlendirsinler, sanatçılara da ambargo falan koymasınlar.”

Ahmet Kaya’nın dünya görüşü belliydi, dünyaya soldan bakan bir sanatçıydı. Hatta bir sohbetimizde bir sanatçı için “Bırak ya alt tarafı CHP solcusu” demişti. Sonra kendisinin ve hepsinin bulunduğu ortamda estirilen provokasyonla hayatı karardı.

Tayfur’un siyasi görüşü neydi; bilmiyorum. Ben bir yere gittiğimde mutlaka kitaplara bakarım. Tayfur’un ofisindeki minik kitaplığında, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Fakir Baykurt’un eserleri dikkatimi çekmişti.

Geniş kitleleri etkileyen, şarkıları hala dillerden düşmeyen Kaya ve Tayfur’un çarpıcı ortak görüşünü şöyle özetleyebilirim… İsyan… Şimdi kapatın gözlerinizi, Ferdi Tayfur’un isyanını dinleyin…

“Izdırapla geçti ömrüm

Çile dolu her bir günüm

Bir gün olsun gülmez yüzüm

Gülsem de bir, ölsem de bir…”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi