Zorba-II / Nikos Kazancakis

Sonra bolca şarabın eşlik ettiği derin bir sohbete dalar iki adam; çocukluklarından, kavgalarından, dinlerden, denizden, dostluktan, şaraptan, kadınlardan, kadınlardan ve bir de kadınlardan konuşurlar uzun saatler boyunca; ara ara es verirler ama, plaja vuran soluğan dalgaların şarkısına da kulak kabartırlar bir süreliğine

Yorgo Zorbas 1865’te Yunanistan'ın -o dönem Osmanlı sınırları içinde yer alan-  Orta  Makedonya(1)  bölgesindeki Pieria’da doğar. Varlıklı bir toprak sahibi olan Fotis Zorbas’la Evgenia Spanou'nun oğludur. Baba Fotis’in bir Türk’le yaptığı ortaklığında çıkan anlaşmazlık nedeniyle tüm aile apar topar -yine Yunanistan Makedonya’sındaki- Katafygi'ye kaçmak zorunda kalır. Topraklarını ve hayvanlarının çoğunu geride bırakmak zorunda kaldığından geçim sıkıntısı çeken aile, üstüne bir de anne Evgenia’nın zamansız ölümüyle yıkılır. Baba Fotis’in, acısıyla baş edemeyerek Aynoroz(2)  manastırında inzivaya çekilmesiyle Zorbas kardeşler kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalırlar.  

Bir salgın hastalık tek geçim kaynakları olan küçük sürüyü de ellerinden alınca, Yorgo başka yerlerde çobanlık yapmak için kardeşlerini ve köyü terk etmek zorunda kalır. Çobanlık yanında neredeyse bulabildiği her işte çalışan bu çalışkan gencin yolu sonunda Halkidiki’deki kömür ocaklarına düşer. Yıllarını geçireceği bu ocaklarda, kazmasıyla zemine vurarak altında kömür yatağı olup olmadığını büyük doğrulukla tahmin etmesiyle ünlenen Yorgo, iyimser, neşeli kişiliği ve çalışkanlığıyla, tanıyan herkesin sevdiği biri olur.

Yorgo’dan etkilenenlerden biri de varlıklı maden sahibinin on altı yaşındaki kızı Eleni’dir. Despot babadan gizlice görüşmeye başlayan sevgililer, bir süre sonra Eleni’nin çocuk beklediğini anlayınca kimseye haber vermeden kaçar ve evlenirler. Öfkeli baba onları ancak ikiz torunlarının doğumundan sonra bağışlayacaktır.

Zorbas çiftinin sekizi sağ kalan on iki çocukları olur. Yorgo, Eleni’ye hayran ve düşkündür. Safkan Ege kadınlarından, güçlü kişilikli Eleni’nin otuz üç yaşında veremden yaşamını kaybetmesi Yorgo’ya en büyük darbe olur. Sonrasında sayısız sevgilisi olsa da Yorgo Zorbas asla yeniden evlenmeyecektir.

Aynoroz

Yorgo, 1915’te  -belki de yaşamını hâlâ keşiş olarak manastırda sürdüren babasını ziyaret için- Aynoroz’a(3) gittiğinde, çevredeki manastırları ziyaret ederek oradaki nadir eski yazmalar üzerinde çalışan -ve Hristiyanlıkla ilgili sorularına/kuşkularına yanıt arayan- Nikos Kazancakis’le karşılaşır. Manastırdaki birkaç günü hemen her konudan konuşarak geçiren iki adamın (o sırada Zorbas elli, Kazancakis otuz iki yaşındadır) birbirine kanı hemen kaynar. O kadar ki iki yıl sonra, sürmekte olan I. Dünya Savaşı’nın ortaya çıkardığı yoğun talebi değerlendirmek için kömür madeni işletmeye soyunan Kazancakis’in aklına ilk olarak Zorbas gelir; ne de olsa Zorbas yıllarını kömür ocaklarında geçirmiş, deneyimli bir madencidir.

Bundan sonrası biraz da romanla otobiyografinin iç içe geçtiği bölümler. Kazancakis‘in önerisini kabul eden Yorgo, yanına çocuklarından yaşı küçük olanları da alarak ocakların bulunduğu yere, Mora yarımadasındaki Stoupa’ya taşınır ve ustabaşı olarak madenin çalıştırılmasına girişir.

Aralarında işbirliği de yapmışlardır; Yorgo madenle ilgili her işe koşarken, Kazancakis de Kalogria plajında gölgeye kurduğu küçük masasında oturur, gün boyunca okur ve notlar alır. Güneş ufuk çizgisinin altına indiğinde, Kazancakis’in, not kağıtları, bir daktilo ve üst üste kitaplarla işgal edilmiş masası göz açıp kapayıncaya dek alçakgönüllü bir çilingir sofrasına dönüşüverir. Sonra bolca şarabın eşlik ettiği derin bir sohbete dalar iki adam; çocukluklarından, kavgalarından, dinlerden, denizden, dostluktan, şaraptan, kadınlardan, kadınlardan ve bir de kadınlardan konuşurlar uzun saatler boyunca, ara ara es verirler ama, plaja vuran soluğan dalgaların şarkısına da kulak kabartırlar bir süreliğine, sonra yine kaldıkları yerden…

Ancak kömür ocakları verimsiz çıkınca madencilik girişimi tam bir fiyaskoya döner ve bir süre sonra madeni kapatmak zorunda kalırlar. Kazancakis belki biraz para kaybetmiş ama çok iyi bir dost kazanmıştır; bu son derece ilginç ve etkileyici adam, yıllar sonra yazacağı romanın mayası olacaktır.

[Türkçe ve başka çoğu dile “Zorba” olarak çevrilse de Yunanca aslında yer alan isim “Zorbas”tır; hatta romanın ilk baskısında, Yorgo Zorbas gerçek adıyla geçiyor olsa da, büyük oğlu Andreas’ın -nedense- karşı çıkması üzerine sonraki baskılarda “Aleksi Zorbas” adı kullanılmıştır.]

Sonrasında Kazancakis ve Yorgo’nun yolları birkaç yıllığına ayrılır.

Pontus Göçü

1919’da Kazancakis, Başbakan Venizelos’un önerdiği, Sosyal Refah Bakanlığı’ndaki Genel Müdürlük görevini kabul eder. Önündeki zorlu misyon, Kafkasya Rumlarının(4) Yunanistan’a göçünün düzenlenmesidir. Kazancakis’in aklına ilk gelen kişi becerikli Yorgo olur. Dostunun teklifini geri çevirmeyen Yorgo, Odessa Konsolosu olarak atanır ve Kırım’a giderek Rumların göçü için çalışmalara başlar. Bakanlık koridorlarında, eğitimsiz birinin konsolos atanmasına karşı bazı homurtular duyulsa da de bilmezler ki Yorgo Zorbas hayat okulunu yıldızlı pekiyiyle bitirmiş biridir. Gerçekten de aylar süren zorlu çalışmalar sonunda 150 bin Kafkasya Rumu’nun Yunanistan’a göçü tamamlanır.

[Yunanlıların Karadeniz’i çevreleyen topraklarda ticaret kolonileri kurmasının tarihi çok eskidir. Buralara yerleşen küçük Yunan toplulukları zamanla çoğalmış ve bazı bölgelerde baskın nüfus durumuna gelmiştir. Karadeniz çevresinde yerleşik Yunan kökenliler Pontus(5) Rumları olarak anılır.]

Kazancakis, gelen göçmenlerin Batı Trakya ve Makedonya’ya yerleştirilmesi konusunda çalışmalara başlarken Yorgo da bu zorlu görevi başarmış olmanın huzuruyla dostuna veda ederek ayrılır. İki dost bir daha yüz yüze görüşemese de bağları hiç kopmaz, birbirlerine mektup yazmaktan hiç vazgeçmezler.

Üsküp

Yorgo’nun hareketli yaşamındaki son durak Üsküp olur; yanında en küçük kızı Katina’yla birlikte şehre vardığında Lovec Otel’e yerleşir önce (yaşamının sonunda dek orada kalacaktır); bir süre sonra yakınlardaki bir taş madenini kelepir fiyata alır ve en iyi bildiği işe, madenciliğe soyunur yeniden. O güne dek hep zarar yazmış madenden hatırı sayılır  bir servet kazanmayı becerir birkaç yıl içinde. Ancak kazandıklarını biriktirmeyi hiç bilmez Zorbas; kazanılan harcanmalıdır. Şehrin en gözde restoranları Marger ya da Kermes’te her Cumartesi müzikli ziyafet çeker tüm dostlarına; yalnızca tanıdıklarına da değil, yoldan geçerken içerideki şamatayı görüp merak edenleri de davet eder eğlenceye ve uzun gecenin sonunda tüm hesabı o öder. Sabaha karşı çalgıcıların eşliğinde küçük bir karnaval alayıyla otele geri dönen Zorbas’ın tüm Üsküp’çe tanınmasına ve sevilmesine hiç şaşmamalı.

[Kocasını genç yaşta kaybettiğinden beri Üsküp’ün tüm çapkınlarının rüyalarını süsleyen, daha doğrusu “rüyalarında gördükleri” güzeller güzeli L’uba’nın kalbini çalan da dostumuz Yorgo’dan başkası olmaz; Yorgo ömrünün kalanını L’uba’yla birlikte geçirir.]

Yorgo Zorbas’ın Üsküp’teki gıpta edilesi yaşantısı 1941’de sekteye uğrar. II. Dünya Savaşı’nda Wehrmacht’ın(6) Balkanları işgal etmesi ve tüm madenlere -kendi gereksinimleri için- el koymasının ardından parasız kalan ve zorlu işgal koşullarında sıkıntılı günler yaşayan Yorgo bir kalp kriziyle yaşama veda eder.

Kazancakis “Zorba” romanını yazmaya, dostunun ölümünü haber alınca karar verir. Roman ancak 1946’da, Yorgo’nun ölümünden beş yıl sonra yayımlanacaktır.

Romandaki Aleksi, önemsiz birkaç fark dışında Yorgo’dur. Aleksi’nin tersine Yorgo yaşamı boyunca Girit’e hiç ayak basmamıştır, ancak Kazancakis Girit’i iyi bildiği ve kendi deyişiyle “hep içinde taşıdığı” için roman Girit’te geçer. Aleksi’nin santur(7) çalmasına karşın Yorgo buzuki çalar, büyük olasılıkla santur hüznü daha iyi aktarabildiği için Kazancakis onu yeğler romanında(8)

Bu iki adamın dostluğu az görülen türden; içlerini gizli saklıları olmadan açmış, çok şey öğretmişler birbirlerine. Ama daha çok öğrenen taraf Kazancakis kuşkusuz: “Zorbas bana yaşamı sevmeyi ve ölümden korkmamayı öğretti. Yaşamımda yalnızca tek yol gösterici seçecek olsaydım kesinlikle Zorbas'ı seçerdim. "

Kazancakis'in bunları söylerken son derece içten olduğunu biliyoruz çünkü mezar taşında yazanlar  tam da Yorgo Zorbas'ın ağzından çıkmış gibi sanki: “Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm."

Haftaya sirtakinin öyküsüyle devam edelim…

  • Bugünkü Makedonya ile Antik Makedonya Krallığı farklı coğrafyada yer alırlar. Filip oğlu Büyük İskender’in Antik Makedonyası, Selanik ve çevresini kapsar.  Bugünkü Makedonya (ülke) ile Yunanistan arasındaki isim anlaşmazlığının nedeni budur.
  • Halkidiki (Üç Parmak) yarımadasındaki Athos Dağı  ya da Ágion Óros (Kutsal Dağ) Türkçeye Aynoroz olarak geçmiştir. Eski çağlardan bu yana Yunan Ortodoks Hristiyanlığının en önemli merkezlerinden olan Aynoroz, halktan kişilerin de kendilerini Tanrı’ya adamak üzere keşiş olarak inzivaya çekildikleri bir yer olagelmiştir.
  • Kimi kaynaklarda, Yorgo’nun keşiş olmak için Aynoroz’da bulunduğu yazılı ancak onun -babası gibi- çocuklarını bırakarak inzivaya çekilecek biri olmadığı çok açık. Bunun dışında -en azından sonraki yıllarda- Yorgo’nun inançsız olduğunu da biliyoruz.
  • Kafkasya Rumları, Doğu ve Kuzey Karadeniz çevresindeki Rumlara verilen isimdir; Kuzey Pontusları (Ukrayna, Kırım) ya da Doğu Pontusları (Gürcistan, Kars vd) olarak da anılırlar.
  • Pontos ya da Pontus en eski Yunan tanrılarındandır; Gaia toprağın tanrıçasıyken Pontus denizin tanrısıdır, daha doğrusu denizin kendisidir. Eski Yunanlılar Pontus’u daha çok Karadeniz için kullanırlar.
  • Nazi dönemi Alman Silahlı Kuvvetleri.
  • “Kanun”un da içinde bulunduğu “Zither” telli çalgı grubundan bir müzik enstrümanı.
  • Torunları da Yorgo’nun müzik yeteneğini miras almıştır; Yunanistan’ın önemli rock müzisyenlerinden Pavlos Sidipropoulos, kızı Tassia'dan büyük torunudur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi