Oğuz Pancar
Stradivarius’un Sırrı
Vielle’in boyunu uzatır ve gövdesini daraltır önce, ardından bel bölümündeki girintileri derinleştirerek estetik bir kıvrım ekler; köprünün iki yanındaki F deliklerini bugünkü “S” biçimine dönüştürür sonra; kemanın sapını ve tuşesiyle birlikte yayı da uzatır; o dönem üç telli olan çalgıya dördüncü teli de ekleyince işte karşımızda bugünkü bildik formuyla ilk keman!
“İlahi bir tını!”, “Ruhu en çok okşayan ses!” vs vb vd. Bunlar Stradivarius elinden çıkma kemanlar için söylenen övgülerden bazıları. Dile getirenler de ünlü kemancılar veya yetkesinden sual olunamayacak müzik eleştirmenleri olunca insan da kulak verme gereği duyuyor doğal olarak.
Kimler çalmamış ki bu efsanevi kemanla bugüne dek. En başta Paganini geliyor, birkaç Stradivarius kemanı olmuş; sonra Yehudi Menuhin, David Oistrakh, Pablo de Sarasate, Váša Příhoda, Arthur Catterall, Fritz Kreisler, Jascha Heifetz, Itzhak Perlman ve Jacqueline du Pré gibi büyük yorumcular da Stradivarius yapımı bir enstrüman, ya da müzisyenler arasındaki kısaltmasıyla bir “Strad” kullananlar arasında. Günümüzde de kimi sahip olduğu, kimisi bir vakıftan ödünç alınma Strad’la çalan sanatçılar var, Julian Lloyd Webber, Joshua Bell, Yo-Yo Ma, Nicola Benedetti, David Garrett, Janine Jansen, Steven Isserlis ve Maxim Vengerov gibi.
“En saygın marka” araştırmalarında her zaman en üstlerde yer alan Stradivarius, en değerli çalgılar listesinin de gediklisi; listedeki ilk beş çalgının dördü(1) Stradivarius. Örneğin 1701-1718 yılları arasında yapılan “MacDonald”(2) viyola 45 milyon dolarlık fiyatıyla alıcısını bekliyor; onu 20 milyon dolarlık diğer bir Strad, “Duport” çellosu izliyor.
Peki Stradivarius elinden çıkma bir yaylıyı farklı kılan ne? Elbette son derece estetik formu, kusursuz işçiliği, yüzyıllara meydan okuyan benzersiz malzeme kalitesi, ama asıl -bunların bir sonucu olarak- verdiği sesin olağanüstü hoş, doygun ve temiz olması, ne denli geniş olursa olsun çalındığı mekanın en uzak köşesini bile güçlü titreşimleriyle sarıp sarmalaması, doldurması.
Öyleyse bir Strad’a bu muhteşem sesi kazandıran giz nedir, formu mu, yapıldığı ağaç mı, sürülen vernik mi? Antonio Stradivari’nin(3) ölümünden bu yana sorulan bir soru bu. Yanıtını aramak için onun doğup yaşadığı yere, Cremona’ya gitmemiz gerekiyor.
Cremona
Cremona Kuzey İtalya’da Po Irmağı kıyısında Milano’ya yakın bir küçük bir şehir. Bir zamanlar büyüklük ve canlılıkta Milano’yla yarışan Cremona, parlak günlerinin uzaklarda kalmış anısıyla avunan küçük bir kent bugün. Ama kentin, -bugünkü biçimiyle- ilk yaylı çalgıları tasarlama ve hala aşılamayan kalitedeki örneklerini üretmiş olma gibi bir payesi var ki aradan beş yüzyıl geçse de bununla övünüyor, haklı olarak.
Cremona’da yaylı çalgı yapım geleneğinin 1499’da kente gelen Giovanni Leonardo da Martinengo’yla başladığını biliyoruz. Bu esrarengiz kişi hakkında tüm bildiğimiz, Yahudi bir lavta ustası, yani bir lüthiye(4) olduğuyla sınırlı; herhalde 1492’de İspanya’yı terk etmek zorunda kalan yüz binlerce Sefarad Yahudisinden biri Martinengo. Belki önce Kuzey Afrika kıyılarına ya da Türklerin kırk yıl önce ele geçirdiği Konstantinapolis’e gitmiş, ya da diğer pek çok soydaşının yaptığı gibi -bir süre sonra oradan da sürülmek üzere- Portekiz’e sığınmıştır, bilmiyoruz. Bildiğimiz, son durağının Cremona olduğu.
[Bu ada biraz daha yakından bakalım. Martinengo, yine Kuzey İtalya’da bulunan bir kasabanın adı; bu gizemli yabancının bir süre orada kalmış olduğunu düşünebiliriz bu yüzden. Leonardo bir Yahudi adı değil ama “1492 Sürgünü” sonrasında Hristiyanlığa dönmek zorunda kalmış Yahudilerin sıklıkla tercih ettiği bir ad. Giovanni’yse İspanyolca “Juan”ın İtalyancası. Öyleyse lavta yapımında usta olması dışında bu kişinin Juan adında bir İspanya Yahudisi olduğunu, -zorunlu olarak- Hristiyanlığa dönmüş olduğunu ve Cremona’ya gelmeden önce bir süre Martinengo kasabasında yaşadığını varsayabiliriz.]
Andrea Amati
1526’dan kalan bir belgeden, Cremona’da bir lüthiye dükkanı açan Martinengo’nun, Andrea Amati ve Giovanni Amati adında –kardeş olan- iki çırak çalıştırdığını öğreniyoruz. O dönem bugünkü biçimiyle keman henüz yaratılmamış olsa da vielle, rebec ve lyra da braccio gibi yayla çalınan telli çalgıların olduğunu biliyoruz, ki tümünün de atası Arapların -bizdeki kabak kemaneye benzer- rebab adlı çalgısıdır.
[Avrupa, rebabı Emevilerin 8. yüzyılda Güney İspanya’yı ele geçirmeleriyle tanımıştır. Genellikle hindistan cevizi kabuğunun hayvan derisiyle kaplanması ve bir sap eklenmesiyle yapılan rebab, üç telli ve perdesiz bir sazdır. Telleri at kuyruğu kılı, ipek üzerine sarılı metal lif ya da kurutulmuş hayvan bağırsağından olabilmektedir. Yine at kuyruğu kılı ya da bağırsak gerdirilmiş ahşap bir yayla çalınan bu çalgı Araplara da büyük olasılıkla Orta Asya’dan geçmiştir. Ancak arp, lir ve lavtanın Sümer ve Mısır uygarlıklarında da çalındığını düşünürsek, telli-yaylı çalgıların önce Yakın Doğu ve sonra Orta Asya ekseninde çift yönlü etkileşimler sonunda evrimleştiğini düşünmek yanlış olmaz(5).]
1550'lere geldiğimizde, Martinengo’nun çırağı Andrea Amati artık Cremona’nın en ünlü lüthiyelerinden biridir. Yaptığı lavta, vielle ve rebeclerdeki “Amati” etiketi, bilinen ve aranan bir marka olmuştur. Ama Andrea bir yandan da çalgılarında yenilikler yapmayı bırakmaz; vielle’in boyunu uzatır ve gövdesini daraltır önce, ardından bel bölümündeki girintileri derinleştirerek estetik bir kıvrım ekler; köprünün iki yanındaki F deliklerini bugünkü “S” biçimine dönüştürür sonra; kemanın sapını ve tuşesiyle birlikte yayı da uzatır; o dönem üç telli olan çalgıya dördüncü teli de ekleyince işte karşımızda bugünkü bildik formuyla ilk keman!
[Modern yaylılara bugünkü formunu veren lüthiyenin Andrea Amati olduğu kabul edilse de bu konuda başka adaylar da yok değil. Amati’yle aynı dönemde ve komşu kent Brescia’da yaşamış ünlü lüthiyelerden Gasparo da Salò’nun da yaklaşık aynı dönemlerde ürettiği yaylılar vardır. Hangisinin önce olduğu çok kesin olmasa da genellikle bu paye Andrea Amati’ye verilir.]
Antonio Stradivari
Lüthiyelik genellikle babadan oğula geçen bir meslektir. Andrea’nın da iki oğlu, Antonio ve Girolamo, babalarının yanında yetişir ve ondan öğrendiklerini geliştirerek sürdürürler geleneği. Sonra Girolamo’nun oğlu Nicola devralır bayrağı. Çok sayıda çırağı olur; bugün bunlardan ikisini tanıyoruz; Andrea Guarneri ve Antonio Stradivari. Bunlar ileride kendi lüthiye dükkanlarını açacak, onlar ve mesleği sürdüren sonraki kuşaklar, Amatilerle birlikte dünyanın en kaliteli yaylı çalgılarını üretmekle ün kazanacaklardır.
[İşin doğrusu Stradivari’nin Nicola Amati yanında çırak olduğu konusu biraz tartışmalı. Elimizdeki tek kanıt Stradivari’nin 1666’da yaptığı kemanın içine koyduğu etikette yazan “Alumnus Nicolai Amati, faciebat anno 1666” ifadesi, “Nicola Amati’den mezun, 1666 yılında yapılmıştır” anlamına geliyor. Ancak Stradivari’nin ilk yaylılarının Amati’ninkilere hiç benzememesi, onun yerine dönemin diğer bir ünlü lüthiyesi Francesco Rugeri’ninkileri andırması akılları karıştırsa da çok önemli değil, hangisi olursa olsun Stradivari’nin mesleği çok iyi bir ustadan öğrendiğine kuşku yok.]
Antonio Stradivari, -tahminen- 1644’te, ailesinin çok uzun zamandır yerleşik olduğu Cremona’da dünyaya gelir. Çocukluğu hakkında bilinenler fazla değil ama o dönemde bile Cremona’yı bütün İtalya’da ünlü kılan lüthiye mesleğine 12-14 yaşları arasında başladığı sanılıyor. Kimileri Stradivari’nin önce ağaç işçisi çırağı olduğunu, yaptığı çalgılardaki yüksek kalitedeki oymacılığın da bu dönemden miras kaldığını öne sürüyor, ancak bunların tümü birer varsayım.
Stradivari 1667’de Francesca Ferraboschi’yle evlenir ve iki çocuklu genç dulun evine yerleşir. Bundan 13 yıl sonra daha büyük bir ev satın almaya yetecek kadar kazandığını biliyoruz; işlek Roma Meydanı’ndaki bu evin hemen yakınında Amatiler and Guarnerilerin de oturduğunu düşününce, kendini tüm İtalya’da saygı duyulan bu lüthiye aileleriyle denk gördüğü akla geliyor. Oysa denklik bir yana, ününün bu iki ismi de geride bırakacağı “altın çağı” yeni başlamıştır.
İlk eşinin 1698’de ölümünden bir yıl sonra yeniden evlenen Stradivari artık büyük saygı gören, deneyimli bir ustadır. Bugün imzası sayılan ve 1690’ların başından başlayarak ürettiği çalgılarda görülen tüm biçim değişiklikleri, ahşap seçimindeki ve işlemesindeki incelikler ve özel vernikleri sayesinde yaylıları en az Amati ve Guarneri markaları kadar aranan, gözde çalgılar olmuştur.
Altın Çağ
1700-1725 arası Stradivari’nin altın çağı olarak nitelendirilir ve bu dönemde yaptığı yaylılar onun en üst düzey ürünleri olarak kabul edilir. Yaşlı usta 1725’ten öldüğü 1737 yılına kadar mesleği sürdürse de bu son döneminde ürettikleri işçilik olarak diğerlerinden zayıftır.
[Antonio Stradivari, çalgılara konan iç etikette, adının Latince karşılığı olan “Antonius Stradivarius”u kullanagelir hep. Yaşamı boyunca ürettiği yaklaşık 1.200 çalgının çoğu kemandır, onu viyola ve çello izler; sayıları çok az da olsa gitar, mandolin ve arp da yapmıştır; bunlardan yaklaşık 500’ü keman olmak üzere 650 kadar Strad çalgı günümüze kadar ulaşmıştır.]
Stradivarius yapımı çalgılar daha yaratıcısı hayattayken aranan ve değerli enstrümanlardı, ölümünden sonraysa, gitgide değerlenen Strad’ların sırrı pek çok kişinin aklını kurcalar doğal olarak. Nedir Strad’ın sesini bu kadar kusursuz yapan, ahşabı mı, verniği mi yoksa şekli mi?
Ahşap
İlk akla gelen ahşaptır doğal olarak. Stradivarius’un yaylılarında kuzeyde yetişen ladin ağacını kullandığını biliyoruz. Kimi araştırmacılar, Avrupa’da 1650-1850 yılları arasında yaşanan “Küçük Buzul Çağı” nedeniyle bu dönem ağaçların daha yavaş büyüdüklerini ve bu nedenle ahşap dokusunun daha yoğun olduğunu öne sürerler, ki bu çok doğru değildir; ahşabın yoğunluğu yalnızca iklimsel etkenlere değil, toprağın niteliği, yağış miktarı, yükseklik gibi değişkenlere de bağlıdır; ayrıca bu kuram Strad’ların Cremona’da o dönem aynı tip ağaçtan yapılan diğer çalgılardan daha üstün olmasına da bir açıklama getirmez.
[Birkaç yıl önce yapılan bir araştırmada Stradivarius’un ahşap malzemeyi, kullanmadan önce belirli bir süre çinko ve bakır tuzları, boraks, şap karışımı bir çözeltide beklettiği öne sürüldü. Ancak bu türden bir “terbiye” işlemi ham ahşabın içindeki mikro organizmalardan arındırılarak daha uzun ömürlü olması için yapılagelen bir şeydir zaten.]
Strad’ların şekli de temel bir etken olmamalı çünkü o dönem belirlenen ölçüler neredeyse yüzyıllar boyunca kullanılmakta.
Vernik
Araştırmacıların en çok yoğunlaştığı konuysa Strad’larda kullanılan vernik, çünkü o dönem her lüthiye kendi üretimi bir karışımı kullanmaktaydı. Stradivarius yaylılarında -büyük olasılıkla- üç farklı vernik kullanırdı; en altta taban verniği, sonra yalıtıcı ara kat ve en üstte de renk tabakası. Her biri ayrı kimyasal bileşiklerden oluşan bu tabakaların reçeteleri konusunda bir görüş birliği yok ne yazık ki; verniklerde bal, yumurta akı, terebentin yağı, etil alkol, Kuzey Afrika’da yetişen “Ejderha Kanı” ağacının reçinesi, zincifre, koşnil gibi bileşikler saptadıklarını öne süren çeşitli araştırmalar var.
“12 Ağustos 1708'de ‘Şanlı, saygıdeğer ve değerli patronum’ diye yazmış. ‘Kemanlardaki geniş çatlakları güneşin bir daha onları açamayacağı biçimde verniklemenin yol açtığı gecikmeden dolayı affınızı dilerim.’ … ’Çalışmamın karşılığında lütfen bana bir filippo(6) gönderin, daha fazla eder ama size hizmet etmenin verdiği zevk nedeniyle bu miktarla yetineceğim.’ ‘Geniş çatlakları vernikleme’ cümlesi incelenmiş ve araya giren yüzyıllar boyunca Stradivari'nin -ve kendinden önceki Amatilerin- gizi hakkında neler açıklayabileceğini görmek için çözümlenmeye çalışılmıştır.”(7)
[Bu araştırmalardaki en büyük zorluk, sahiplerinin, analiz edilebilmesi için Strad çalgılarından bir parça da olsa vernik kazınmasına razı olmamaları. Bu yüzden üzerinde çalışılan enstrüman sayısı çok az; ustanın, reçetelerini zaman içinde değiştirdiğini de düşününce genel bir vernik formülü çıkarmak pek olanaklı görünmüyor.]
Yalnızca kimyasal analizler de değil elbette, Stradivarius yapımı çalgılar her türden akustik deneylere sokulur, ses dalgaları incelenir, belirleyici bir fark bulunamaz; MR ve tomografileri çekilerek, elektron lazerleri kullanılarak çıkarılan yapısal modeller de bir ipucu vermez araştırmacılara.
Sonunda, ilk başta sorulması gerekeni sormayı akıl eder birileri, Strad’ların sesi gerçekten de farklı mıdır ki?
“Kör Tadım”
Bu sorudan sonra art arda “kör tadım” testi yapılır Strad’larla. Diğerlerinin de aynı sonucu verdiğini belirterek bu araştırmalardan en kapsamlısından söz edelim, 2017’de CNRS araştırmacısı Claudia Fritz’le Amerikalı lüthiye Joseph Curtin’in yürüttükleri bir deney bu.
55 katılımcıyla Paris’te bir oditoryumda ve 82 katılımcıyla New York’ta bir konser salonunda yapılan deneyde, Stradivarius’lar ve diğer üreticilerin yaptığı eski kemanlar günümüzde üretilmiş enstrümanlarla birlikte dinletilir katılımcılara; yalnızca dinleyicilerin değil müzisyenlerin de gözlerinin kapatıldığı deneyde sonuç çarpıcıdır; dinleyicilerin çoğu yeni kemanların sesini daha güçlü ve güzel bulmuştur. Solistler için de sonuç değişmez, onların da çoğu yeni kemanların sesini Strad’a yeğlemiştir.
[2012’de yapılmış bir deney de aynı sonucu verir. Bu kez -üstelik- 21 deneyimli kemancının katıldığı deneyde Stradivarius yapımı kemanlar beğeni sıralamasında son sırayı alır.]
Demek ki Strad’ların benzersiz olduğu doğru değil. Kulaklarımız, hava moleküllerinin hareketini zayıf elektrik akımına dönüştürerek beyne iletmekten başka bir işlevi olmayan organlar; asıl duyan ve dinleyen beynimiz. Müziği de duygularımız, anılarımız ve ön yargılarımızla birlikte dinliyoruz. Çok uzun zamandır hem de en yetkin müzisyenler tarafından dile getirilen bir yanılsama çoğunluğun önyargısı haline gelmiş demek ki; aslında bir farkı olmasa da bir Strad’tan çıkan sesi “büyülü” olarak algılamış dinleyiciler.
Tabii bu, Stradivarius’un büyük bir lüthiye olduğu ve olağanüstü kaliteli çalgılar ürettiği gerçeğini değiştirmiyor. Üç yüzyıl önce yaptığı çalgıların, bütünlüğünü kaybetmeden, üstelik ses kalitesini yitirmeden günümüze kadar ulaşması da onun ustalığının en büyük kanıtı zaten.
Müziksiz kalmayın…
- Stradivarius dışında ilk beşe giren tek enstrüman, diğer bir efsanevi yaylı çalgılar üreticisi Guarneri’nin “Vieuxtemps” adlı kemanıdır.
- Stradivarius çalgılar genellikle önceki sahiplerinden aldığı adlarla anılır, “MacDonald”, “Mara”, “Duport”, “Lady Blunt”, “The Hammer”, “Lady of Tennant-Lafont” gibi.
- Antonius Stradivarius’un gerçek adı.
- Arapça ”lût”tan Fransızcaya geçen “luth” sözcüğünden türemiştir; lüthiye, telli çalgıları üreten ya da bakım ve onarımını yapan kişilere verilen addır; “lutiye” ve “lüthiyer” olarak da geçer.
- Ayaklı kemane türünden rebabların ilk örneği olarak Orta Asya “ıklığ”ını kabul edenler vardır. İranlılar ıklığa keman veya kemançe, Araplar rebab adını vermişlerdir.
- Kral Filippo adına bastırılmış sikke.
- Finlay,V. (2002), Renkler:Boya Kutusunda Yolculuklar, Dost Kitabevi, sf. 166