Oğuz Pancar
Soyut Sanat (Mark Rothko-II)
O zaman “Kırmızıda 4 Koyu”nun anlattığı, babaannenizin kaynattığı üzüm pekmezidir işte, başka hiçbir şey değil. Rothko’nun size vaat ettiği de budur zaten, bir şey anlatmak değil, bir deneyim yaşamanıza aracı olmak
Bir resim sergisindesiniz ve Jackson Pollock’ın 1948’de yaptığı, 2,44x1,22 metre boyutlarındaki ünlü №5 tablosunun önündesiniz; doğal olarak eserin önü kalabalık, ne de olsa dünyanın en tanınmış soyut eserlerinden biri karşınızdaki. Yanınızda duran ve çok sergi gezmişliği tavırlarından belli olan bir beyefendiden, resmin “Neo-liberalizmin arkaik toplumsal dokuları granülize etmesini ve birbirinden kopuk post-modern entiteler haline getirmesini anlattığı” yorumunu duyarsanız, hemen ezilip büzülmeyin. Yanında bir kadın varsa, afilli sözleriyle onu etkilemek istiyordur belki, ya da gerçekten eserin ona düşündürdüğü bunlardır, o da olası, ama №5’in anlattığı bu değil, emin olabilirsiniz. “Nereden biliyorsun?” diyebilirsiniz, biliyorum çünkü Pollock kendi söylemiş; satın alan müşteriye gönderilmesinden önce №5’in üzerindeki bir boya parçası kopunca(1) Pollock hemen o bölümü onararak, sergi yetkililerine, “Merak etmeyin fark etmezler, nasıl olsa kimse benim resimlerimi nasıl yorumlayacağını bilmiyor” der. Söylediğinde çok haklı, o kadar ki, bazı resimleri için, o “bilmeyen”ler içinde Pollock’ın kendi de varsa şaşırmam.
Aldoux Huxley
Aldoux Huxley’in 1931’de yayımlanan “Gecede Müzik ve Diğer Denemeler” adlı kitabında geçen bir bölüm var, -yaklaşık- çevirisi şöyle: “(Sözcüklerle) İfade edilemeyenin anlatılması gerektiğinde, Shakespeare kalemini bir yana bırakıp müziğe başvurdu. Peki ya müzik de yeterli gelmezse? İşte o zaman son çare olarak her zaman sessizlik vardır. Her zaman, her zaman ve her yerde, sessizliktir ötesi”.
Huxley’in düşüncelerini biraz ileri götürerek benimsediğim bir düşünce kalıbı var, yanlış olduğunu baştan söyleyeyim, hemen ilk anda çürütecek pek çok örnek sıralayabilirsiniz, ancak bunun -yine de- yol gösterici bir “şablon” olduğunu düşünüyorum. Kısaca anlatmaya çalışırsam; “Sözcükler bilinçli düşüncemizin yapı taşlarıdır ve düşüncelerimizin, duygularımızın çoğunu sözcüklerle ifade ede(bili)riz; onların yetmediği yerde resim başlar, şekiller ve renklerle anlatırız sonrasını; sonra bir yer gelir ki resim de nefessiz kalır, işte o zaman da müzik(2) yardımımıza koşar, sözcükler ve şekillerle anlatamadığımız pek çok şeyi müzikle “dile getiririz”. O da yetmediğinde yalnızca sessizlik -ve karanlık- kalır elimizde, sonrası onların diyarıdır artık.” İşte Pollock’ın ya da Rothko’nun eserleri, ya da genel olarak söylersek Soyut Dışavurumculuk, benim için resmin müziğe dönüştüğü örnekler.
Kırmızıda 4 Koyu
Rothko’nun 1958’de yaptığı “Kırmızıda 4 Koyu” resmine bakalım. Koyu kırmızı bir zemin üzerinde farklı boyutlardaki daha koyu kırmızı ve siyah yatay dikdörtgenlerden oluşan bir resim. Peki bu resmin anlattığı ne? Yanıtı basit, sizde hangi duygu ya da düşünceyi uyandırıyorsa anlattığı şey o. Eserlerinin görende, “yıkım, coşku, ölüm gibi temel duyguları” uyandırmayı amaçladığını söyleyen de Rothko’nun kendisi. Bu resmin sizde hangi duyguyu uyandıracağı, tetikleyeceği de yalnızca size özgüdür, başkasına değil. Birisi, her bir yatay dikdörtgenin, yaşamın bebeklik, çocukluk, gençlik ve yaşlılık dönemlerini simgelediğini düşünebilir, ancak belki de oradaki bir kırmızının tonu, küçük bir çocukken babaannenizin açık havada odun ateşinde kaynattığı üzüm pekmezini çağrıştırır sizde, kokusunu bile duyarsınız o an, ya da belki bu anı yüzeye çıkmaz, neden olduğunu bile anlamadan hüzün ve özlem kaplar içinizi. O zaman “Kırmızıda 4 Koyu”nun anlattığı, babaannenizin kaynattığı üzüm pekmezidir işte, başka hiçbir şey değil. Rothko’nun size vaat ettiği de budur zaten, bir şey anlatmak değil, bir deneyim yaşamanıza aracı olmak.
[Söylemek gerekir ki bu deneyimi Rothko’nun kitaplardaki ya da internetteki eserlerine bakarak yaşamak pek olası değil, o yüzden bu resimler sizde herhangi bir duygu uyandırmıyorsa eksikliği boşuna kendinizde aramayın. Bu duyguyu yaşamak için sergi salonunda ve bir Rothko resminin tam karşısında olmalısınız, hatta ne kadar uzakta duracağınız bile belli, Rothko “Benim resimlerimin içine girebilmek için 45 cm uzakta durarak bakmalısınız” diyor çünkü. Bunun nedeniyse resimlerin boyutları; Rothko büyük ölçeklerde çalışmayı seven bir ressam, kimi eserlerinin boyu 3 metreye yaklaşıyor. Bu boyutlardaki bir resme hemen önünden baktığınızda, o kırmızılar, o siyahlar sizi sarıp sarmalar ve resmin bir parçası olursunuz; ancak o zaman o resim sizinle “konuşmaya” başlar.]
Yeni Yüzyıl
Çağdaş Batı sanatının son 150 yılını, sanatçının dünyayı gerçeğe en yakın biçimde betimleme zorunluluğundan giderek kurtulması ve onun yerine bu gerçekliğin zihindeki yansımasını resmetmeye yönelmesi süreci olarak okuyabiliriz diye düşünüyorum. Bunun nedenini tek sözcükle yanıtlamak zorunda kalsaydım, “bireyselleşme” derdim, toplumda bireyin rolü ve önemi arttıkça, gerçeklik kadar, bireyin onu nasıl algıladığı da önem kazanır çünkü.
Geçen yüzyılın başlarında insanların, en başta sanatçılar, sanat algısını değiştiren etkenler arasında öncelikle fotoğraf makinası geliyor kanımca; 19. yüzyıl ortalarından başlayarak gitgide daha kısa pozlama süreleri, artan film kalitesi ve düşen maliyetleriyle insanların yaşamına giren fotoğrafın, sanata (da) etkisi köktendir. Yüzyıllar boyunca gerçeğe en yakın resim yapanın en büyük övgüyü aldığı bir sanat dalı birden bire -bu yönüyle- boşluğa düşmüştür. Öyle ya, fotoğraf her şeyi olduğu gibi, kusursuz bir şekilde gösteriyorken, aynı şeyi resimle anlatmaya çalışmanın ne anlamı vardır? İlk olarak İzlenimcilik ve sonrasında Dışavurumculukla gelişen “gerçekliğe değil onun algılanışına odaklanma” yönelimini biraz da bu gözle görmek gerekir.
Sonra, endüstrileşmeyle üretimin giderek artması ve bunun toplumsal sınıflara -ve bireylere- dayattığı yeni güç dengeleri, roller, zamanın gitgide hızlanması, eski yaşam biçimlerinin kökten değişmesi var tabii. Teknolojik buluşların daha önce hiç görülmedik bir ivmeyle art arda gelmesinin insanlarda yarattığı şaşkınlık ve umut yanında tedirginlik ve yabancılaşma duygularına da değinmek gerek; ve tabii yeni yüzyılın insanlığa bolluk ve mutluluk getireceğini umarken, -süregelen köklü değişimler sonucunda kaçınılmaz hale gelen küresel yeniden paylaşım kavgası- 1. Dünya Savaşı’nın, kitlelerde, ama özellikle aydın ve sanatçılarda yarattığı büyük düş kırıklığı ve umutsuzluk.
Bu bölüm biraz uzadı ama önemli, çünkü bu tarihsel arka plan yalnızca Soyut Sanat’ın değil, 20. yüzyıldaki diğer sanat akımlarının da kuluçkası.
Haftaya -önemli sanatçılarını da kısaca anarak- Soyut Sanat’ın ortaya çıkışı, gelişmesi ve Rothko’nun son dönemiyle sürdürelim …
- Resim "drip” (damla) tekniğiyle yapıldığı yüzeyi düz değil, dokuludur.
- Burada sözü edilen sözsüz müzik tabii. Huxley’in “müzik” derken düşündüğü de Klasik müziktir (kitabın yazıldığı yıllarda henüz Jazz çok gençtir).
- Resmin yalnızca boyutlarının değil, düşey ya da yatay yönde olmasının, hatta zeminden yüksekliğinin, yani resme bakma açısının bile izleyicinin algısı üzerinde çok etkili olduğunu belirtmek gerek.