Eda Yılmayan
"Sınıf'ın" yazarı Rıfat Ilgaz
Bu hafta iki büyük edebiyatçımızın Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin’in ölüm yıl dönümüydü. Rıfat Ilgaz’ı 7 Temmuz 1993’te Aziz Nesin’i ise Ilgaz’dan iki yıl sonra 6 Temmuz 1995’te kaybettik. Yolları Babıali’de kesişen iki edebiyatçının yaşadıkları, yazarak var olma çabaları, mahpuslukları, yol arkadaşlıkları Türkiye’nin de tarihi. Mizahın iki büyük ustası eğilmeden, minnet etmeden yazdıklarıyla mücadele etti. Bu yazıda odağımız Rıfat Ilgaz olacak. Yazarın 1940’tan 1960’lı yıllara uzanan Babıali günlerini anlattığı ‘Yokuş Yukarı’ kitabı ve yine anılarından oluşan 12 Eylül’de Kastamonu Cide’de yaşadıklarını, 1940’lardan başlayıp 1980’lere kadar süren gözaltına alınma, tutuklanma, yargılanma öyküsünü yazdığı ‘Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra’ kitabı rehberimiz olacak.
Rıfat Ilgaz’a yetişmiş şanslı bir çocuktum. Tepebaşı’nda açılan Tüyap Kitap Fuarı’nda büyük bir heyecanla imza kuyruğuna girmiş, mutlu bir çocuk olarak ayrılmıştım yanından. Apartıman Çocukları kitabında anlattığı dört çocuğuyla ortada kalan, başlarını sokacak bir ev arayan bir babanın, memur Seyfi Saymaner’in mücadelesini, Şeref, Namus ve Vicdan Apartmanları’nda yaşananları, apartman sakinlerinin yaşamını okuyunca hem hüzünlenmiş hem de çok eğlenmiştim. Tabi Rıfat Ilgaz’ın kaleminin gücünü yetişkin olduğumda daha iyi anladım. Örneğin 1944’lü yılları anlattığı II. Dünya Savaşı sınırlarımıza dayanmışken ekmek, şeker ve yakacak gibi temel ihtiyaçların karneye bağlandığı dönemi ‘Karartma Geceleri’ kitabında bir roman örgüsü içinde anlatır Ilgaz. Bu aynı zamanda aydınlara da uygulanan baskının hikâyesidir. Anı okumayı sevenler için ise ‘Yokuş Yukarı’ kitabı önemli bir kaynaktır. O dönem Babıali’de neler yaşandığını, dönemin gazetecilik de yapan edebiyatçılarını, dostluklarını, dayanışmalarını, pinti medya patronlarını, ay sonunu zor getiren gazetecileri, Meyhaneci Lambo’ya veresiye yazdıran müdavimleri öğrenmek isteyenler için bir hazine gibi âdeta.
Rıfat Ilgaz’a yargı yolunu açan, öğretmenlikten uzaklaştırılmasına neden olan ‘Sınıf’ şiiriyle fişlenmiş Ilgaz, 42 yıl boyunca polis tarafından takip edilmiş. Benim yumruğuna sıkı Halil’im/ çekerdin sineye Kadıoğlu’nun/ yakası açılmadık küfürlerini/ tuhaf gelirdi uysallığın/ nerden bilirdin onların çiftliğinde/babanın yanaşma olduğunu diye bitirir dizelerini Ilgaz. Yatılı bir okulda geçen çocukların hikâyesini anlattığı ‘Hababam Sınıfı’ eseri ise büyük, küçük herkesi hâlâ güldüren bir başyapıttır. Ancak eser televizyon ekranlarına Ilgaz’ın yazdığı gibi yansıtılmaz, tahrif edilir. Oysa Rıfat Ilgaz’ın kaleme aldığı Hababam’da halk çocuklarının, yatılı okumak üzere mektebe gönderilen öğrencilerin hikâyesi anlatılmaktadır.
Antolojilerden çıkarılan bir yazar
Rıfat Ilgaz şiirleriyle tanınan bir yazar. Aynı zamanda edebiyat öğretmeni. Ama ‘Sınıf’ isimli şiir kitabı nedeniyle hakkında soruşturma açılmış, meslekten menedilmiş bir kalem işçisi. 1947’lerde Sabahattin Ali ‘Sırça Köşk’ adını verdiği kitabını tamamlamak üzeredir, fakat bir öykü eksik kalır. Rıfat Ilgaz’dan yardım ister. Çünkü Sabahattin Ali bir polisin öyküsünü yazmayı amaçlamaktadır. Ilgaz’ın başı polislerle hep dertte olduğu için hikâyeyi ondan dinlemesi gerektiğini düşünür. Ilgaz başından geçenleri anlatır ve Sabahattin Ali öyküsünü “İkimizin de yalnız kalmaya ihtiyacı var” diye bitirir ama polislerin Rıfat Ilgaz’ın peşini bırakmaya pek niyetleri yoktur. Bu durumu Ilgaz ‘Yokuş Yukarı’ kitabında şöyle anlatıyor: Zaman zaman şairler listesinden silinmiş, dergilerden, antolojilerden çıkarılmıştım, ama böyle önemli bir şiir kitabı yayımladığım için değerimi, ne yetkililer ne görevliler göz ardı etmişlerdi. Tam kırk iki yıldır adımı dosyalarından çıkarmamışlar, adım adım beni izlemişlerdi.
Öyle ki evlerinin önünde oynamakta olan oğlu Aydın’a babasının yeri sorulur. O da temkinlidir, annesi ne söylemesi gerektiğini önceden öğretmiştir. O dönem çıkardıkları ‘Gerçek’ adlı gazetede Aziz Nesin, Ilgaz’ın oğlu Aydın’ın başından geçen bir olayı fıkra konusu yapar. Ilgaz kitabında fıkranın hikâyesini şöyle anlatıyor: Annesi öğretmen olduğu için okula gidince ev sahibine bırakmak zorunda kalırdık Aydın’ı. Ev sahibi Ali Bey bir gün para alamadığı bir kiracısından söz ederken, “Vereceğim onu mahkemeye!” diye karısına dert yanınca Perihan Ablası’nın kulağına eğilmiş de: “Neden mahkemeye veriyor”, diye sormuş, “Kitap mı çıkarmış bu adam?” Bir çocuğun gözünden yaşanan durumu çarpıcı bir şekilde anlatır bu hikâye.
Çocukların Orhan Amca'sı
‘Yokuş Yukarı’ kitabında yer alan başka bir ayrıntı da Orhan Veli’ye ilişkin. Rıfat Ilgaz yakın zaman önce kaybettiğimiz oğlu Aydın Ilgaz’la Taksim’de yürürken dostu Orhan Veli ile karşılaşır.
Nurullah Ataç da yanlarındadır. Ataç eğilip Aydın’ın saçlarını okşar. Biraz çekingen duran Aydın, Orhan Veli’yi görünce gülümser. Babası tam Orhan Veli’yi tanıtacağı sırada Aydın “Orhan Amca” der. Küçük Aydın, Orhan Veli’yi Doğan Kardeş dergisinden tanımaktadır. Dergi çocuklara Orhan Veli’yi ‘Orhan Amca’ diye tanıtır. Bir dönem çocukların hayal dünyasını süsleyen La Fontaine masallarını Türkçe’ye Orhan Veli’nin çevirdiğini anımsatalım.
Sait Faik'le dostluğu
Sait Faik, Rıfat Ilgaz’ın 1939’dan beri tanıdığı bir yazardır. Ancak Ilgaz anılarında Faik’in kendisine Adapazarı’ndan İstanbul’a geldiği için yakınlık göstermiş olabileceğini yazar. Çünkü Sait Faik’in arkadaşlık sınırları nerede başlar, nerede biter kimse bilmezdi diye yakınır. Çünkü ona göre Faik kolay anlaşılır kişilerden değildir. ‘Sait Faik pinti miydi? Başlıklı bölümde yazarın birine sigara vermekten kaçındığı ne kadar doğruysa, birinin sigarasını, rakısını içmek istemediği de o kadar gerçekti diye anlatır onu. Aslında Sait Faik’in derdi parasını tutmaktır. Ilgaz “Neden sonra anlamıştım, annesinden çok çekindiği, çekinip utandığı için de para istemediğini” diye anlatır. Boğazkesen’de bulunan evden aldığı kirayla geçinen Sait Faik ay başında kirayı almaya gittiği arkadaşı Rıfat Ilgaz’la eli boş dönmeyince soluğu meyhanede alır, bir iki kadeh içtikten sonra sevgililerini anlatmaya başlarmış. Ilgaz “Benimle kızlardan konuşmak çok hoşuna giderdi” diye anlatıyor o günleri.
Bir gün Babıali’nin ünlü dergicisi Mahmut Zeki, ‘Zambak’ adında bir dergi çıkaracağını söyler Rıfat Ilgaz’a. Ondan da bir yazı bir de Orhan Kemal ve Sait Faik’i yazı yazmaları için ikna etmesini ister. Sait Faik’i ikna edebileceği parayı Mahmut Zeki’den alır ve Burgaz’a gider. Sait Faik başta razı olmaz ama sonra aklına başka bir plan gelir. Annesinin yemeğe misafiri vardır. Ilgaz’dan yemeğe kalmasını ve bu parayı masada annesinin yanında vermesini ister. Rıfat Ilgaz dediğini yapar. Sait Faik de amacına ulaşır. “Anlasın oğlunun bir baltaya sap olduğunu artık! Yazılarının para getirdiğini!” der.
Aziz Nesin'in köşesini Ilgaz yazıyor!
Rıfat Ilgaz ‘Yokuş Yukarı’ kitabında Aziz Nesin’le yaşadıkları Tan Gazetesi macerasını da ayrıntılarıyla ve yine gülümseterek anlatıyor. Gazete baskıya gidecektir, Başmürettip Sabahattin Usta, Rıfat Ilgaz’ın karşısına dikilip Aziz Nesin’den yazı gelmediğini söyler ve hikâye böyle başlar. Bazen Nesin telefonda doğaçlama yazdırır Ilgaz’a, bazen de “Sen yazıver” der. Ilgaz o günleri şöyle anlatıyor: Bir iki gün iş yine düzgün gidiyor. Ne yapsın Aziz? İşleri başından aşkın. Kitapları arka arkaya çıkıyor. Onların düzenlenmesi… Düşün Yayınevi’nin hesapları… Kemal Tahir’le ortaklık çekişmeleri… Bizim sayfa yatıyor masada… Sabahattin Usta gene başımda…
Dolmuş Dergisi'nden çıkan Hababam Sınıfı
O dönemin sevilen mizah dergilerinden biri Dolmuş’tur. Aziz Nesin, Çetin Altan, Bülent Oran, Suavi Süalp dergide yazılar yazar. Çizerleri arasında Semih Poroy, Oğuz Aral, Turhan Selçuk gibi isimler vardır. Derginin sahibi ise İlhan Selçuk’tur. Bir gün Rıfat Ilgaz, İlhan Selçuk’a yatılı bir okulda geçen bir yazı dizisi yapmaktan söz eder. “İlhancığım her hafta bir hikâye yazacağıma bir diziye başlasam. Her hafta bir diziden bir hikâye yayımlasak… “Ne dizisi… Konu ne olacak?” diye soruyor ilgiyle. Şu kadar yıldır yatılı okullarda okumuşuz. Bilirsiniz bu okullarda geçen olayları… şakalaşmalar… “Çok güzel! Hemen başlayabilirsin! Adı ne olsun?” Söz gelimi Haytalar Sınıfı… Hababam Sınıfı… “Hababam Sınıfı güzel” diyor İlhan Selçuk ve Hababam’ın macerası böyle başlıyor. Ancak uzun süre kimse bu hikâyeyi Rıfat Ilgaz’ın yazdığını bilmiyor. Stepne adıyla yazıyor yazılarını. İlhan Selçuk dergide yayımlanan Hababam Sınıfı yazılarını kitaplaştırmayı teklif ediyor Ilgaz’a. Hababam Sınıfı’nın hikâyesi kitaplaştırılıyor fakat Selçuk’un ısrarına rağmen yazar adı dergideki şekliyle Stepne imzasıyla kalıyor. İkinci ciltte Ilgaz adını yazmaya karar verir ama iş işten geçmiştir. Hababam’ın ünü Rıfat Ilgaz’ı çoktan aşmıştır. Hatta kitabın ikinci cildine adını yazdıran Rıfat Ilgaz’ın, Stepne’yi taklit ettiği bile düşünülür.
Filmdeki Tahribata Ilgaz'ın tepkisi
Hepimizin belleğinde yer edinen Hababam Sınıfı filmine ve oyuncularına da Rıfat Ilgaz tepkilidir. ‘Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra’ kitabında eserin sahibi olarak adının anılmamasının yanı sıra televizyon programına konuk olan oyuncuların Hababam’ı kendilerinin yaratmış gibi davrandığından söz eder. “Neydi bu Hababam Sınıfı’nın çilesi? Suçlanırken en başta yazarın adı geçiyordu, beğenirken yazarı unutuluyor, oyunda adı geçenler eserin yaratıcılarıdır diye tanıtılıyordu. İnek Şaban’ı, Tulum Hayri’yi, Güdük Necmi’yi, Refüze Ekrem’i, Kalem Şakir’i, Sidikli Turan’ı, Kel Mahmut’u, Piyale İhsan’ı, sinemacılar bulup Türk mizah edebiyatına armağan etmişlerdi! Ortada dört yüz küsur sayfalık koskoca bir Hababam Sınıfı romanı dururken, bir iki oyuncu çıkıyor, Hababam Sınıfı’nı biz yazdık diyebiliyordu!
Bir Yeşilçam Sokağı adımı kasıla kasıla, muallim mekteplerinde, terbiye enstitülerinde öğretmen olarak yetişip bilfiil on altı yıl öğretmenlik yapan yazara öğretmenlik öğretiyor, filmi çevirirken önce ortaya bir eğitim öğretim ilkesi koyduğunu, eseri ancak böyle oturtabildiğini ileri sürebiliyordu. Televizyon idaresiyle işbirliği yaparak yazarın adını bile silip atabiliyorlardı bir kalemde. Hele Kel Mahmut’u oynayan Yeşilçam oyuncusunun cüreti… Kel Mahmut’u nasıl yarattığını kasıla kasıla anlatmaya kalkışması!.. Onun bu şişinmesi, en azından Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda Kel Mahmut karakterini çok önceleri elle tutulur hale getiren Ali Yalaz’a saygısızlıktı. Rejisörle işbirliği ederek birinci Hababam Sınıfı filminde öğrenci velilerini karşısına alıp onları, “Bütün suç sizde. Bu çocukları siz bu hale getirdiniz!” diye çıkışmasına ne buyurulurdu, eğitimci Özkul’un! Bu mu yatılı okulun eğitim ilkesiydi! Analarından babalarından koparılıp okula kapatılmış sahipsiz öğrencilerin velileri, ancak bu denli mesajlarla aşağılanabilirdi! Analar babalar neden suçlu olsundu? Oysa benim, konu olarak ele aldığım Hababam Sınıfı’nın hemen tüm öğrencisi ya öksüz yurtlarından gelmeydi ya da kimsesiz halk çocuklarıydılar…Ben bile memur olan babamın tam emekliliğe ayrılacağı sırada ölümü üzerine girmiştim Muallim Mektebi’ne! Şu acayipliğe bakın ki, Yeşilçamlı yönetmen, benim ağzımdan babamı suçluyordu, kendi yaratıcılığını taçlandırmak için!”
Pankartla ölüm tehdidi
Emekliliğinde Kastamonu Cide’ye yerleşen Ilgaz yazılarını doğduğu şehirde kaleme almaya devam eder. Bir yandan da gençlerle bir arada olur, halk evlerinde onlarla birlikte oyunlar çıkarır, imza günleri yapar. Gelişmeye açık olmayan, köylerine yol, liman istemeyen ahaliyi Rıfat Ilgaz’ın varlığı rahatsız eder. Yazar anılarında o dönem köyde boy gösteren Süleymancılar, Nurculardan da söz ediyor. Ancak halk evlerini varlığı şeriat isteyenlerin gençlere ulaşmasının önünde engeldir. 12 Eylül’e kadarki süreçte baskılar artmaya, Cide’de turancıların sesleri duyulmaya başlamıştır. Bir gün bir imam hatip okulunun önünde bomba patlar ama ne olduğu da anlaşılamamıştır. Kısa bir süre sonra Rıfat Ilgaz’ın oturduğu apartmanın karşısına “Rıfat Ilgaz, bu apartmandan çıkarılmazsa apartman 31 Ağustos gecesi taranacak!” diye bir pankart asılır. Hiçbiri tesadüf değildir. Bir gün kapısı çalınır, mavi bereliler arama yapmak için evine girer. Ilgaz o sırada ‘Yıldız Karayel’ kitabını yazmaktadır. Arama tamamlandıktan sonra gözleri bağlı, elleri kelepçeli araca bindirilir. 70 yaşında olan Rıfat Ilgaz’ın ne saatlerce ayakta duracak gücü ne de gözleri bağlı kalacak takati vardır. Üstelik ciğerlerinden hastadır. Daha önce tedavi görse de hastalığı yakasını bırakmaz. Suçunu bilmeyen yazara sorgu sırasında öyle sorular sorulur ki Ilgaz ‘Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra’ kitabında o günleri yine gülümseterek anlatmayı başarıyor. “Şu karşımda oturan sorumlu kişi, buralara niçin geldiğimi soruyordu altı ay sonra bana. Cide’de doğmak, Cideli olmak yetmiyor muydu buralara gelip yerleşmek için?” Cide’de başlayan sorgulaması Ballıdağ Sanatoryumu’nda sonlanır. Doktor iki ay hastanede kalmasını ister. Ilgaz hastanede kalır kalmasına ama çıkış yapmak istediğinde kendisine ödemesi için yüklü bir fatura çıkarırlar.
Yazımı bugüne de ışık tutan Rıfat Ilgaz’ın ‘Kırk Yıl Önce Kırk Yıl Sonra’ kitabında yer alan Cide’ye ilişkin gözlemleriyle bitirmek istiyorum. “İşin şaşılacak yanı, Cidemize yeni atamaların ekip atamaları biçiminde oluşturuluşu… bakıyorsunuz, kaymakamla lise müdürü, sosyal bilgiler dersinin öğretmeniyle ahlak hocası, veterinerle tarım uzmanı aynı bıçağın demirinden… Olayların üzerine giden müfettiş, sorguya değil takdirname vermeye gidiyor sanki. Suçlu tanık oluyor, okul müdürü, yardımcısıyla bilirkişi. Baş suçlu mu? Mutlaka şikayetçi olan dertli kişidir! Şu rastlantıya bakın ki Cide’deki huzursuzlukların nedeninde, baltanın sapına büyük görev düşüyor. Baltanın demiri olmasa da, sapı mutlaka yerli ormandan!