Oğuz Pancar
Saba Melikesi Belkıs - I
İkinci bilmece şudur: “Yolda fırtınaya tutulan bir gemiden geriye kalan en değerli şeydir; zenginliğe methiyedir, fakirlikten utanmadır, ölüme övgüdür, kederlilere yaşamdır, kuşlara mutluluktur, balıklara ise hüzündür, bu nedir?”
Geçen haftaki yazıda Asur kraliçesi Semiramis’i anlatmıştık. Şimdi önce Babil’den oldukça batıya, Kudüs’e, oradan da daha güneye, Yemen ve Etiopya’ya kadar gideceğiz.
İsrail Krallığı’nın başkenti Kudüs’teyiz, İsa’nın doğumuna daha on yüzyıl var. Tahtta Davud’un oğlu Kral Şelomo, ya da bizim bildiğimiz adıyla Süleyman oturuyor. Yurttaşlarınca zamanının en bilge, akıllı, zengin ve güçlü hükümdarı kabul edilen Süleyman’ın, yeryüzünde yaşayan tüm canlı yaratıklara, ruhlara ve cinlere hükmettiğine inanan da çok.
Kral Süleyman’la ilgili öykü çok ama biz bugün Belkıs’la(1) olanı anlatacağız (2).
Hüdhüd Kuşu
Kral Süleyman önem verdiği ve etkilemek istediği konuklarının olduğu bir gün, şarkı söylemeleri için bütün kuş türlerini sarayına çağırır. Tüm kuşlar davete katılır, yalnızca hüdhüd kuşu(3) ortalıkta yoktur. Çok öfkelenen Kral, hemen yaverlerine hüdhüdü bulmalarını buyurur. Aranır taranır, sonunda hüdhüd bulunur ve öfkeli Kral’ın huzuruna getirilir. Tam Süleyman tarafından azarlanacakken hüdhüd, saygısızlık etmediğini, tam tersine haklı bir gerekçeyle saraya gelemediğini söyler. Sonra da yeni yiyecek ve su kaynaklarının peşinde uzak diyarları dolaşırken Saba adında bir ülkeye vardığını anlatır. Bu ülkede Belkıs adında çok güzel, genç ve akıllı bir melike hüküm sürmektedir. Büyük çölün tam ortasındaki ülke baştan sona altın, gümüş ve değerli taş yataklarıyla kaplıdır. Hüdhüd ayrıca sarayın içine de girdiğini anlatır sonra, Melike’nin göz alıcı tahtı değerli ahşap üzerine fildişi ve değerli taşlar kakılarak yapılmıştır. Büyük refah içindeki bu ülkenin halkı o güne dek Süleyman’ın adını hiç işitmemiştir, bunu da ekler hüdhüd. Sonra Sabalıların savaş nedir bilmediğiyle devam eder; orduları bile yoktur, ülkeyi ele geçirmek ve tüm zenginliklerine el koymak işten bile değildir.
Kral Süleyman savaşmadan elde edebileceği şeyler için kılıca davranan bir hükümdar değildir. Belkıs’ı Kudüs’e davet etmeye karar verir, yazmanına yazdırdığı mektubu hüdhüdün ayağına bağlar ve Saba ülkesine yollar. Mektubunda, bir yandan Melike’yi Kudüs’e davet ederken diğer yandan da kendisine vergi ödemezse ülkesi üzerine yürüyeceğini söyleyerek gözdağı verir. Eğer bağlılık gösterirse, ona hem saygı gösterilecek hem de çok değerli armağanlar alacaktır; ama reddederse ülkesi tarumar edilecektir. Bunu da her şeye kadir olan Tanrı’nın adıyla yapacaktır Süleyman, çünkü Tanrı ona tüm üstünlükleri bahşetmiştir, öyle der.
Genç Melike mektubu vezirleriyle birlikte okur; vezirler bu teklife şiddetle karşı çıkarak daveti de vergiye bağlanmayı da kabul etmemesini öğütlerler. Belkıs onlara kulak asmaz, Tanrı’nın gazabından korkar içten içe. Bunu defetmek için, Kudüs’e gitmeye karar verir; yol hazırlıklarına başlarken, altı bin bakire genç kızı ve delikanlıyı armağan olarak önden yollar. Bu gençlerin hepsi, aynı yılda, aynı ayda, aynı günde ve aynı saatte doğmuşlardır; hepsinin vücut yapıları, boy ve endamları birbirine benzerdir.
Üç Bilmece
Kral’a yolladığı yanıtında Belkıs, yolculuğunun yaklaşık yedi yıl süreceğini, fakat kendisinin bu yolu üç yılda katetmeyi umduğunu yazar. Üç yıl sonra Kudüs’e vardığında gösterişli törenlerle karşılanır ve saraydaki taht salonuna kabul edilir hemen. Salona girdiğinde Belkıs kendi tahtının Kral’ınkinin hemen yanında durduğunu büyük bir şaşkınlıkla fark eder. Şaşkınlığını gören Süleyman böbürlenerek gülümser ve kendi tahtında daha rahat edeceğini düşündüğü için, emrindeki cinlere tahtını Saba’dan getirttiğini söyler. Belkıs bundan çok etkilenir ama sihirden de çok bilgeliğini merak ettiğinden, ona üç bilmecesi olduğunu söyler Kral’a, o da bu meydan okumayı kabul eder.
Birinci bilmece şöyledir: “Dünyadaki en çirkin şey nedir, en güzel şey nedir, en kesin şey nedir ve en belirsiz şey nedir?”
Kral yanıtlar: “Bu dünyadaki en çirkin şey, inançlı biriyken yoldan çıkıp inançsız olmaktır. En güzel şey, bir günahkârın tövbekâr olmasıdır. En kesin şey ölümdür. En belirsiz şeyse, ölümden sonraki yaşamdır.”
İkinci bilmece şudur: “Yolda fırtınaya tutulan bir gemiden geriye kalan en değerli şeydir; zenginliğe methiyedir, fakirlikten utanmadır, ölüme övgüdür, kederlilere yaşamdır, kuşlara mutluluktur, balıklara ise hüzündür, bu nedir?”
Kral yanıtlar: “Ketendir, kumaş olarak dokunursa gemilere yelken bezi olur, varlıklılar için güzel esvaplar dikilir, fakirler paçavrasından yararlanır, ölülere kefen olur, kuşlar keten tohumlarıyla beslenir, fakat balıklarsa onun ipliğinden örülen ağlarla avlanırlar.”
Üçüncü bilmece gelir sonra: “Güneşi ilk defa gören ülke hangisidir?”
Kral yanıtlar: “Yaratılış sırasındaki ilk kara parçasıdır; çünkü o sırada denizler henüz ayrılmamışlardı.”
Melike Belkıs, yanıtları duydukça Süleyman’ın zekâsına ve bilgeliğine hayran kalır; her yıl vergi ödemeyi kabul ettiğini söyleyerek bağlılığını ve dostluğunu sunar ona; yalnız bu da değil, bundan sonra Süleyman’ın tanrısını kendi tanrısı bileceğine söz verir. Bunun üzerine Süleyman yüce gönüllülük gösterir, vergiyi istemediğini ama bağlılığını ve dostluğunu kabul ettiğini açıklar ve en kısa zamanda onu kendi ülkesinde ziyaret edeceğini söyler. Melike’ye onun getirdiği armağanlara karşılık olarak çok daha değerlilerini hediye eder, sarayda istediği kadar misafir olabileceğini söyler ve Saba’ya dönmek istediğinde, dev beyaz kartalının onu bir gecede ülkesine uçurabileceğini de ekler.
Öykünün bu hali çocuklar için masal kitaplarında yer alacak kadar masum ama daha ilginç sürümleri de var tabii bu söylencenin. Onları da haftaya anlatalım…
- Belkıs’ın Etiopya dilindeki adı Makeda’dır, Belkıs adı çok sonraları Müslüman Araplar tarafından verilmiştir (Bilqīs).
- Bu kısımlarda Sara Yanarocak'ın 5 Kasım 2014'te Şalom Gazetesi'nde yayınlanan "Kral Şelomo ve Saba Melikesi" yazısından çok yararlandım, teşekkür ederim.
- İbibik kuşu da denir; Eski Mısır’da Horus’un simgelerindendir ve kutsaldır; Eski Yunan ve Roma’da kutsal kabul edilen bu kuşun etinin yenmesi Tevrat’ta da yasaklanmıştır; İslam kültüründe de hüdhüd kuşunu öven hatta kutsal sayan pek çok ifade bulunur.