Renkler/Mavi

Ancak maviyi içinde hapsetmiş kayaçlar da var, kalkantit, azurit, vivianit, krizol ya da linarit gibi. Ama bu mineral cevherleri  maviyi kolay kolay teslim etmez, ta ki Mısırlılar İsa’dan yirmi üç yüzyıl önce, kayalardan çıkarılan lapus lazuli cevherini, kireç taşı, kum ve bakır içeren bileşiklerle karıştırdıktan sonra yüksek sıcaklıklara ısıtarak  o olağanüstü maviyi serbest bırakmanın bir yolunu bulana dek

Mavi, geçmiş ya da günümüzün her kültüründe, güvenilirlik, sakinlik, kararlılık, soyluluk ve alçakgönüllülük  gibi anlamlar taşıyor; bu rengin olumsuz bir çağrışım yaptığı örnek bulamazsınız pek. Nedeni de uzak geçmişimiz; denizi -ve maviliğini- görmüş, çoğu Rift Vadisi’nin doğusunda ya da Güney Afrika kıyılarında yaşayan topluluklar genel insan(sı) nüfusu içinde azınlık kalır; o nedenle zihnimizdeki mavi renk algısında ana etmen deniz olmamalı. Ama ister sahilde ister Afrika’nın geniş düzlüklerinde yaşasınlar, her biri, başlarının üstünde ufka doğru her yöne uzanan gökyüzünün farkındaydı kuşkusuz. Açık olduğunda güvenli, kimi zaman bereketli bir yağmur getirse de koyu gri olduğunda belirsizlik içeren...

Gökyüzünün, yalnızca yırtıcıların daha az aktif olduğu gündüz saatlerinde mavi olması da bu rengin uyandırdığı güven duygusunda pay sahibi büyük olasılıkla; çoğu yırtıcının avlanma zamanı güneşin batıp havanın serinlediği gece saatleri çünkü; mavi gök, birkaç saatliğine de olsa daha fazla güvende olmak demek. Gökyüzünün özgürlük ve sonsuzluk duygusunu uyandırmasıysa çok daha sonraları, soyutlama yeteneğinin -ve dilin- geliştiği dönemlerde ortaya çıkmış olmalı.

[Bildiğiniz gibi gökyüzü -ya da aynı şekilde deniz- aslında mavi değildir; en kısa dalgaboyuna sahip olan mavinin, daha doğrusu bu enerji değerine sahip fotonların, atmosferdeki hava moleküllerine çarpınca her yöne en çok saçılım yapan renk olması yüzünden gökyüzünü bu renkte görürüz.]

İlginçtir, doğada -en azından Afrika’da- doğal bitki örtüsünde en seyrek rastlanan renklerden biridir mavi, neredeyse bu renk meyvesi olan bir ağaç ya da çalı yoktur(1); hayvanlarda da benzer biçimde, az sayıdaki kuş, kelebek ve kertenkele türleri dışında, kürkleri, tüyleri ya da derileri mavi olana rastlanmaz. Doğa bile mavi konusunda elisıkı  davranmış sanki.

Lapus Lazuli

Ancak maviyi içinde hapsetmiş kayaçlar da var, kalkantit, azurit, vivianit, krizol ya da linarit gibi. Ama bu mineral cevherleri  maviyi kolay kolay teslim etmez, ta ki Mısırlılar İsa’dan yirmi üç yüzyıl önce, kayalardan çıkarılan lapus lazuli cevherini, kireç taşı, kum ve bakır içeren bileşiklerle karıştırdıktan sonra yüksek sıcaklıklara ısıtarak  o olağanüstü maviyi serbest bırakmanın bir yolunu bulana dek.

Ancak lapus lazuli az bulunan bir kayaç türüdür; o yüzden bu cevherden elde edilen “Mısır Mavisi” çok değerlidir, çoğu zaman yalnızca firavunların gösterişli saraylarını ve piramitleri süslemeye yetecek kadar…

Tarihte üretilen ilk sentetik boya olan “Mısır mavisi”, ya da sonradan Avrupa’da alacağı adla “ultramarine”(2), uzun yüzyıllar boyunca mekan, süs eşyası ve giysilerde kullanılabilen tek mavi olma özelliğini korur. Eski Mısır’dan birkaç bin yıl sonra doğan Roma İmparatorluğu’nda da bu mavi çok gözdedir, ama aşırı pahalı olduğu için yalnızca soyluların ve çok zenginlerin gücü yeter mavi bir giysiye sahip olmaya. Aynı durum Fransa ve İngiltere için de geçerli, yüzyıllar boyunca kraliyetin simgesi olarak kalır mavi.

Azure

Yine Mısır kökenli bir mavi daha var, daha bol bulunan bir bakır cevheri olan “azurit”ten üretilen “azure mavisi”. Adını eski Farsça’daki “laciverd”in Latince karşılığı “lazhward”ın, “lazurium”, “azurium” ve en son olarak da “azure” olarak değişmesiyle alır bu renk. Avrupa’da Ortaçağ ve Rönesans sanatında en çok kullanılan mavi olan azure, lapus lazuli kadar olmasa bile yine de pahalıdır ve son derece tutumlu olarak kullanılmak zorundadır. O yüzden Meryem ve İsa’yı betimleyen resimlerde ya da önemli dini yapılardaki fresklerde kullanılır azure daha çok.

Öte yandan Avrupa’da da, Venedikli tüccarlarca Afganistan’dan getirilen lapus lazuli cevherinden mavi üretilebilmektedir artık ama yine de az bulunur ve pahalıdır; azure mavisine rağmen “Mısır mavisi” albenisini hâlâ korumaktadır, en azından kimi sanatçılar için. Örneğin Michelangelo’nun Sistine Şapeli’ne yapacağı freskler için önceden yeterli miktarda lapus lazuli mavisi sağlanmasını şart koştuğunu biliyoruz.

[O dönem bir gram lapus lazuli mavisinin aynı miktardaki altından daha değerli olduğunu biliyoruz. Bir sanatçının resimlerinde maviyi sakınmadan kullanması, ona sipariş verenin (genellikle kilise ve soylular, sonraları burjuvalar) zenginliğinin de bir göstergesiydi. Mavi o kadar pahalıydı ki, sipariş veren kişi için gider makbuzu düzenlenirken mavininki, toplam boya masrafından ayrı olarak yazılırdı.]

19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak sentetik boyaların bulunması ve ucuza üretilmesinden önce, istenen renk/ton ve miktarda boyanın sağlanabilmesi bir sanatçının en önemli meselelerinden biri olagelmiştir hep. O yüzden Rönesans döneminde -dini resimler ve freskler ayrı tutulursa- mavi, eserlerde en az yer bulan renklerden biridir. Örneğin ilk dönem eserlerinde maviye oldukça sık yer veren Rembrandt’ın, koyu kahverengi, siyah, açık-koyu sarı ve koyu kırmızının baskın olduğu sonraki dönem resimlerinde neredeyse hiç mavi görülmemesi ilginçtir; o dönem mavi boyanın aşırı pahalı olması ya da sağlanmasındaki sıkıntılar mı buna nedendir bilinmez, belki de yalnızca ressamın ruh durumundandır. Buna karşın Vermeer’in maviyi yoğun olarak kullandığı hatta bu yüzden ailesini borç altına soktuğu  bilinir(3).

[18.  yüzyılın başlarına dek boyalar eczanelerde ve toz halinde satılırdı. Bunları satın alan ressamlar toz boyayı çeşitli yağlarla karıştırarak bir çeşit macun yapmak zorundaydılar, bu da uzun zaman alan ve ustalık gerektiren bir işti. Önemli ressamların genellikle bu işi yapan kalfaları olurdu. Daha sonraları boyaları kullanıma hazır duruma getirip satan “boya satıcıları” (colourmen) ortaya çıktı; bunlar, hazırladıkları her renkteki boyaları - yüzünüze güller- domuz idrar torbalarına doldurarak satardı.]

Mavi Yakalar

17. yüzyılda, Amerika anakarasındaki İspanyol ve Portekiz sömürgelerinde yerlilerin çok  uzun zamandır boya yapımında kullandığı indigo ağacını keşfeder işgalciler. Gerçi İndigo Amerika’ya özgü bir ağaç değildir, Hint Yarımadası ve  Çin’de de yüzyıllardır bilinir. Ancak bu ağacın yapraklarından üretilen boya dayanaklı değildir, giysilerde kullanıldığında birkaç yıkamadan sonra soluk bir renge bürünmektedir “indigo mavisi”. Amerika’da yetişen indigo türlerinin Asya’daki kuzenlerine göre daha kalıcı bir boya verdiği anlaşılınca Yeni Dünya’dan Avrupa’ya yoğun bir “indigo mavisi” ticareti başlar. Sömürgelerden taşınan indigo sayesinde mavi boya birden bollaşmış ve ucuzlamıştır, o kadar ki yoksulların, işçilerin giysilerinde o dönem en çok rastlanan renk “indigo mavisi”dir. Kas gücüyle çalışanların giydiği işçi kıyafetlerinin hâlâ mavi olması ve işçilerin “mavi yakalı” olarak anılması o günlerden hatıra muhtemelen.

[Mavinin diğer bir bitkisel kaynağı çivit otudur; “çivit mavisi”, adını bu ottan alır. Ancak her coğrafyada yetişmemesi ve boya verimliliğinin düşük olması yüzünden yaygınlığı sınırlı kalır.]

Sonra 1709’da Alman Johann Jacob Diesbach potasyum  ve  demir sülfatla yaptığı denemelerde “Prusya mavisi”ni bulur. Mavinin bu canlı tonu ressamların en beğendiği renkler arasına girer kısa zamanda. Örneğin Hokusai Katsushika’nın ünlü “Kanagawa'nın Büyük Dalgası” resmi bu maviyle yapılmıştır. Renoir, Turner, Manet ve Van Gogh da bu rengi sık kullanan ressamlar arasındadır. Picasso’nun 1901 ile 1904 arasındaki ünlü “Mavi Dönem” eserlerinde de “Prusya mavisi”nin tonları baskındır en fazla. Bu rengin diğer bir tutkunu da Henri Matisse’dir, sanatçının 1952’de yaptığı ve sayfada da görebileceğiniz taşbaskı “Mavi Çıplak” serisinde kullandığı renk de “Prusya mavisi”dir.

“Kobalt mavisi” var bir de; Çin’de geçmişten bu yana porselen boyamasında kullanılmasına karşın, 1802’de Fransız Louis Jacques Thénard tarafından daha canlı ve dayanıklı bir tonunun sentetik olarak üretilmesiyle bu mavi de ressam paletlerinde kendine yer bulur. Renoir ve Van Gogh bu maviyi çok kullananlar arasındadır; ikincisinin 1889 tarihli ünlü “Yıldızlı Geceler” eseri “kobalt mavisi”yle yapılmıştır örneğin.

Klein Blue

20. yüzyılla birlikte artık her tür mavi sentetik olarak üretilmeye başlar. Tarihte neredeyse ilk kez sanatçılar maviyi istedikleri ölçüde kullanabilme olanağına kavuşmuştur. Maviyi çok seven sanatçılar arasında Wassily Kandinsky ve Helen Frankenthaler’i de anmadan geçmeyelim ama bu renge tutkun bir sanatçı daha var ki üstelik onun mavisi kendi adını taşıyor, Yves Klein; rengi de, patent edilen adıyla, IKB (International Klein Blue).  Klein bir kimyager değil, kullanılacak elementlere ya da bunların nasıl işleneceğine karar da verecek bir yetkinliği yok ama aklındaki rengi yaratmak için bir boya üreticisiyle yürüttüğü uzun denemeler ona bu maviye kendi adını verme hakkını kazandırmış. Klein’in sonraki resim ve heykellerinde neredeyse yalnızca bu rengi kullandığını da not olarak ekleyelim.

En Yeni Mavi

Son yaratılan maviyi de anmadan geçmeyelim. YİnMn. “Oregon mavisi” olarak da bilinen bu renk, 2009’da Oregon Devlet Üniversitesi’nde Profesör Mas Subramanian ve öğrencisi Andrew E. Smith tarafından ve elektronik devrelerde kullanılabilecek metaller üzerinde deneyler yaparken “yanlışlıkla” bulunur. “Klein mavisi”ni andıran bu renk,  adını bileşimine giren (Y)ttrium, (İn)dium ve (M)anga(n)ez elementlerinden alır.

[Andığımız maviler dışında, ilk olarak 1805’de üretilen “cerulean mavisi” ve 1935’te üretilen “ftalo mavisi” gibi farklı tonların olduğunu da ekleyelim.]

İnsan gözü farklı enerji/dalgaboyuna sahip fotonların çok küçük bir bölümünü, tüm spektrumun 1/10.000’den azını görebiliyor. Uzun dalga, radyo dalgası, mikrodalga, termal kızılötesi, kızılötesi, morötesi, x-ışını ve gamma ışını bütünüyle duyularımızın dışında kalıyor. Görebildiğimiz bütün renkler, dalgaboyu yaklaşık 380 ile 750 nanometre aralığına düşenler; bütün mavilerse bunlardan 450 nanometreye yakın olanlar. Ama buna rağmen henüz maviler bitmiş değil. Gözümüzde her biri farklı dalga boyu aralığına duyarlı ve yaklaşık 100 farklı renk tonunu ayırt edebilen 3 koni var(4), o yüzden gözümüzün duyarlılık sınırları içinde kalan ama henüz hiç görmediğimiz ve bulunacağı günü bekleyen maviler olmalı.

Günleriniz mavi geçsin…

  • Yaban mersini gibi mavi renkli çoğu meyvenin anavatanı Amerika kıtasıdır.
  • “Ultramarine”, “denizin ötesinden” anlamına gelir. Ortaçağ’da Venedikli tüccarların lapus lazuliyi bu cevherin dünyada en yoğun bulunduğu bugünkü Afganistan’dan ithal etmeleri nedeniyle bu adı almıştır.
  • Örneğin ünlü “İnci Küpeli Kız” resmindeki saç bandı ultramarine mavisidir.
  • Bunlar bazen duyarlı oldukları dalgaboyundaki ana renklerle, RGB (Red-Green-Blue, Kırmızı-Yeşil-Mavi) olarak da adlandırılır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi