Oğuz Pancar
Ramases ve Selket-II
Sonra bir akşam birdenbire ‘Artık gitmemiz gerek’ dedi bana, ‘Ne demek istiyorsun’ diye sordum. ‘Bence artık gitmeliyiz tatlım, her şeyi sona erdirmeliyiz’; ‘Kendimizi öldürmeyi mi kastediyorsun?’ diye karşılık verdim. ‘Öldürmek değil, biliyorsun ki insanlar ölmez, yalnızca sonraki aşamaya geçerler’ dedi
Geçen hafta Barrington Frost ve Dorothy Laflin’in, nam-ı diğer Ramases ve Selket’in öyküsüne başlamış ve -Ramases’in yeniden-doğumu olduğuna inandığı- II. Ramses’le bitirmiştik, oradan sürdürelim.
II. Ramses, 66 yıl süren ve Mısır tarihindeki ikinci en uzunu olan hükümdarlığı(1) süresince, askeri başarıları, kurduğu kentler ve tapınaklarla öne çıkan bir firavun olsa onu daha önemli kılan, Kadeş Savaşı ve -bir kopyası ilk olarak bizim topraklarımızda, Hattuşa’da (Boğazköy) ortaya çıkarılan- Kadeş Barış Antlaşması’dır.
Mısır ve Hitit Krallıkları, dönemin en büyük iki askeri ve ekonomik gücüdür. Hitit’in Yakın Doğu kıyılarında uzanan ticaret yollarına ve merkezlerine gözünü diken II. Ramses, M.Ö. 1274 yılında güçlü bir orduyla Suriye kıyıları üzerine yürür. Mısırlıların, Amon, Ra, Ptah ve Seth adları verilmiş ve her birinde yirmi bin asker ve iki bin savaş aracına karşılık, onları karşılamaya hazırlanan Hititlilerin on yedi bin zırhlı piyadesi ve üç bin savaş arabası bulunmaktadır(3).
Kuzeye yürüyüşleri süresince Mısır bölükleri arasındaki uzaklık gitgide açılır. II. Ramses’in başında olduğu bölük geride kalmış diğerlerini beklerken, aslında onları yanıltmak için yollanmış ve kendisine gözcü süsü veren Hititli casusları ele geçirir. Casuslar onlara Hitit Ordusu’nun dağınık bir şekilde Aleppo (Halep) yakınlarında konakladığını anlatır. Diğer bölükleri beklemek yerine, bu durumdan yararlanmak ve bir baskınla Hitit güçlerini dağıtmak isteyen II. Ramses, bölüğüne hemen ilerleme emri verir. Oysa ki Hititliler onları Aleppo’da değil çok daha yakında, Kadeş’te hazır beklemektedir.
Kadeş Savaşı
II. Ramses Kadeş yakınlarında mola verdiğinde, yakınlarda konuşlanmış binlerce Hitit savaş arabası Mısır birliklerine büyük bir güçle saldırır. Mısır güçleri sayıca daha fazla olsa da, Hititliler, “dönemin tankı” olan ve büyük bir beceriyle kullandıkları savaş arabalarıyla Mısır birliklerini dağıtır ve üstünlüğü ele geçirir. Hititli askerlerin, savaşa devam etmek ve yaklaşan diğer Mısır bölüklerini pusuya düşürmek yerine, düşman ganimetlerini yağmalamak ve özellikle II. Ramses’in yanında bulmayı umdukları değerli hazineyi ele geçirmek için düzeni bozmaları, savaşın kaderini değiştirir. Arkadan gelen diğer Mısır bölüklerinin yetişmesiyle, II. Ramses, ölmekten ya da düşmana tutsak düşmekten kılpayı kurtulur.
Sonrasında Orontes’in karşı yakasına geri çekilen Hititlilerle Mısırlılar arasında birkaç küçük baskın girişimi olsa da iki taraf da toptan bir saldırıyı göze alamaz ve savaş iki ordu yenişemeden sona erer.
II. Ramses, birlikleriyle önce Damascus’a (Şam) çekilir, sonra da Mısır’a döner. Yenişemeyen iki güçlü devlet arasında -kağıda daha doğrusu çamura geçirilen- tarihin ilk -denk güçler arasındaki- barış antlaşması imzalanır(4). Kadeş Antlaşmasıyla, her iki devlet de diğerinin güç sahasına girmeme ve iyi ilişkiler içinde olma konusunda anlaşır. Dönemin “lingua franca”sı(5) Akadça dilinde kaleme alınan antlaşmanın Hititçe ve Mısırca kopyaları da iki ülke başkentlerinde saklanır.
Post-Truth Firavun
Ancak II. Ramses, bu kadar kabalık -ve masraflı- bir orduyla çıktığı uzun seferden canını zor kurtararak döndüğünü itiraf edecek biri değildir. O da -günümüzdekilere ilham olacak bir şekilde- gerçekleri olduğunca çarpıtır ve Mısırlılara, Kadeş’te Hititlileri bozguna uğrattığını ve kesin bir zafer elde ettiğini anlatır. Firavun’un savaş alanındaki kahramanlıklarını anlatan şiirler, şarkılar söylenir her yerde; II. Ramses’i savaşırken gösteren pek çok anıt duvar yükselir ülkenin dört bir yanında.
Sonrasında II. Ramses bir daha Kadeş kadar büyük bir sefere çıkmaz, izleyen uzun hükümdarlığını daha çok imar işleriyle geçirerek tamamlar.
Biz yine Dorothy Laflin ya da Selket’e bırakalım sözü.
“Önce CBS’ten ‘Crazy One’ plağını çıkardık. Aslında ‘Quasar One’ olarak çıkacaktı ama stüdyodan birileri ‘Crazy One’ olarak okumuş ya da bu adın daha iyi olacağını düşünmüş, bilmiyorum. Neyse, sonra Amerika’ya gittik -çünkü yaptığımız müzik türü Amerika’da daha çok ilgi görüyordu- ve oradaki plak şirketleriyle bağlantı kurmaya çalıştık. Şunu da söylemeliyim, asla uyuşturucu kullanmadık, hatta sigara ya da içki de kullanmazdık.
Ama Amerika’da işler hiç kolay değildi, bizim gibi pek çok grup vardı ortalıkta. Tanıştığımız İngiliz bir müzik yapımcısı, Londra’da birkaç kayıt yaptıktan sonra Amerika pazarına girme konusunda ikna etti bizi. Geri döndük.
Londra’da Vertigo’yla anlaştık ve birkaç şarkımızın deneme kaydını yaptık. Kayıtlarda bazı enstrümanları Hotlegs adında bir gruptan çocuklar çaldı(6). İyi çocuklar gibiydiler, yalnız sonra çok kötü bir şey oldu. Bir akşamüstü arabada oturuyorduk, radyoda tanıdık bir melodi çalmaya başladı. Bu bizim şarkımızdı! Ama söyleyen Hotlegs’ti ve şarkının adı da ‘Neanderthal Man’ olarak değiştirilmişti. Çok üzüldük, yapımcımıza durumu anlatınca özür diledi ve bize iki albüm yapma sözü verdi. Ama stüdyo müzisyenleri olarak yine Hotlegs’i kullanmamız gerekiyordu. İstemesek de kabul etmek zorunda kaldık.
İlk albümümüz ‘Space Hymns’ 1971’de çıktı. Çok umutluyduk ama düşündüğümüz kadar ilgi görmedi. Barrington çok üzülmüştü.
Sonra yaşlanan annesi bakıma gereksinim duyduğu için Felixstowe’a taşındık. Orada ikinci albüm üzerinde çalışmaya başladık. Sonra 1975’te ikinci albümümüz ‘Glass Top Coffin’i çıkardık. Çok güzel bir albüm oldu, dışarıdan bir sürü müzisyen de çaldı ama sonradan bir hata yaptığımızı anladık. Şarkıları konserlerde ya da barlarda çalmak için yanımızda bir sürü başka müzisyenin de olması gerekiyordu, başka türlü bu şarkıları aynı şekilde çalamazdık ama bu da çok para demekti, ki bizim de hiç paramız yoktu. Barrington daha büyük bir umutsuzluğa kapıldı.”
[Ramases’in müziği, Psychedelic Folk ve Space/Prog Rock’ın özgün bir birleşimi olarak nitelenebilir. Şarkıları, barışı ve insanlığın iyiliğini konu/dert edinen spiritüel sözlere sahiptir. Ramases hiç de yabana atılacak bir müzik yapmamasına karşın albümleri, büyük ölçüde plak şirketinin ilgisizliği ve hiç promosyon yapmaması nedeniyle, çok az ilgi görür. İkinci albümden sonra neredeyse belleklerden silinen grup, 1990’larda dönemin müziklerinde kendini bulamayan ve 70’leri “eşeleyen” genç müzikseverler sayesinde yeniden hatırlanır.]
Artık Gitmeliyiz
“Üçüncü albümün çıkmayacağı belli olunca Barrington büyük bir bunalıma kapıldı. Sonra bir akşam birdenbire ‘Artık gitmemiz gerek’ dedi bana, ‘Ne demek istiyorsun’ diye sordum. ‘Bence artık gitmeliyiz tatlım, her şeyi sona erdirmeliyiz’; ‘Kendimizi öldürmeyi mi kastediyorsun?’ diye karşılık verdim. ‘Öldürmek değil, biliyorsun ki insanlar ölmez, yalnızca sonraki aşamaya geçerler’ dedi. Ona, henüz bir sonraki aşamaya hazır olmadığımızı söyledim, ‘Henüz çağrılmadık, eğer hazır olsaydık çoktan ölürdük’ diye ekledim. ‘Ama ben artık bu dünyaya katlanamıyorum, güzel bir yer değil burası, dünyaya hiç gelmemeliydim’ diyerek yanıtladı beni.
Sonra uzun bir dönem odasından hiç çıkmadı. Arada arkadaşlarımız uğrardı ama Barrington odasından çıkıp onları görmeyi reddederdi. Yeğenlerim gelirdi, çok severdi onları Barrington, onlar da ona bayılırdı, çocukları çok eğlendirirdi çünkü. Ama artık onları da görmek istemiyordu.
Yine gitmek konusunda konuşmaya başlamıştı sık sık. Bu konuda ciddi olduğunu düşündüğüm için çocuklarla uyumaya başladım, gece yatarken odanın kapısını kilitler, başucuma da bir makas koyardım. Aklındaki saçma düşünceler yüzünden çocuklara ya da bana zarar vermesinden endişe etmeye başlamıştım. Çocuklarla birlikte annemin evine gittim, olanları ona anlatınca geri dönmeme izin vermedi.
Sonra Barrington aşırı dozda parasetamol içerek kendini öldürmeye kalkışmış. Hastaneye kaldırmışlar ama ben oraya gittiğimde onu çoktan taburcu etmişlerdi. Kendini öldürmeye kalkmış birini neden hemen salarlar ki?
Sonra da yarım kalan işini tamamladı işte…
Çok iyi ve hoş bir adamdı.”
Dünyayı müzikleriyle değiştirebileceklerine inanan iki naif insanın hüzünlü öyküsü burada sona eriyor…
Not: Ramases’in tekrar gündeme gelmesi ve eski kayıtlarının yeniden düzenlenerek plağa basılmasında İsveçli aktör Peter Stormare’in büyük katkısı var. Gençliğinde iyi bir Ramases dinleyicisi olan aktör, sonradan Selket’in izini bulur ve plak şirketlerindeki eski kayıtların tümünü satın alarak yeniden plak olarak bastırır. Bir film çekimi için Hawaii’de olduğu bir sırada, akşam otel odasında yalnız, Ramases dinlerken, odada onun ruhunu çok güçlü bir şekilde hissettiği için bu işe kalkıştığını söyleyen -ve belli ki güçlü bir spiritüel yönü de olan- aktör, bu uğurda küçük bir servet harcamış. İyi ki de öyle yapmış…
- Eski Mısır’da en uzun süre başta kalan firavun, II. Pepi ya da Neferkare adıyla da bilinen II. Phiops’tur, hükümranlığı M.Ö. 2281’den başlayarak yaklaşık 94 yıl sürmüştür.
- Kadeş, Orontes Nehri (Asi) kıyısında bulunan ve bugünkü Lübnan-Suriye sınırında yer alan bir ticaret kentidir.
- Sayılar muhtemelen abartılıdır, son araştırmalar bu savaşta toplamda elli bin zırhlı piyade ve altı bin savaş arabasının rol aldığı yönündedir.
- Kadeş Antlaşması, iki devlet arasındaki ilk barış antlaşması değildir, daha önceki zamanlarda da, savaşta üstün gelen tarafın yenik tarafa dayattığı koşulları içeren antlaşmalar olsa da Kadeş, iki denk tarafın gönüllü olarak imzaladığı ilk sözleşmedir.
- Bir dönemin en yaygın ve ortak kullanılan dili; günümüzde İngilizcedir.
- Hotlegs, iki yıl sonra adını değiştirerek -ünlü- 10CC’ye çeviren müzik grubudur.