Süreyya Su
Psikanalizin Gelişmesi ve Cinselliğin Özgürleşmesi
Bireyin mutluluğunu kutsallaştıran burjuva toplumu cinsellikte ifrata gitti. Bunun nedeni daha önce tefrite gitmesidir. Burjuva 18. ve 19. yüzyıllarda Protestan ve Viktoryen ahlakla baskı altına almaya çalıştığı cinselliği daha sonra psikanalizle özgür bırakmıştır. İngiltere’de sanayileşmenin yükseldiği dönemle örtüşen Victoria Döneminde her tür cinsel arzuyu ve duyguyu bastırmak ve yadsımak temel ahlaki eğilimdi. Cinsellik aileden bile dışlanmıştı; kutsal aile ancak aşkın ve arzunun olmadığı evlilikle kurulabilirdi. Cinsellik sokaklardaki günahkar insanların yaptığı fuhşa indirgenmişti. Bunun sonucu olarak ikiyüzlü bir hayat ortaya çıktı: Erkekler evlerinde yaşayamadıkları hazları ve cinselliği aramak için dışarı çıktıklarında hovardalık alemini keşfettiler, kadınlar ise iffetle kırbaçladıkları arzularının acısını dindirmeye çalışırken bilinçaltını keşfettiler.
“İffetli kadın” imgesi, genellikle mesafeli, ölçülü olmayı, yerini, oturmasını kalkmasını bilmeyi, öyle aklına geleni söylemek yerine kelimelerini seçmeyi gerektirir. Bu görünüşte saygın ama gerçekte saygılı kadın tipidir. Kadına gülmenin, koşmanın, serbestçe konuşmanın yakışmadığı vurgulanır. İffetli kadın, içinden geldiği gibi kahkaha atamayan, cinselliği çirkin bir şey gibi gören, dürtülerini bastıran nevrozlu bir kadındır. Bu özellikler kentli bir kadının iffeti için geçerlidir. Köylü ve geleneksel ahlaka göre iffetli kadın için ise cinsellik iğrenç görünmez ama maruz kalınan bir görevden öteye de gitmez.
Psikanalizin icadı
19. yüzyıl sonu Avrupa kentlerinin kadınları sıkıştırdığı dar kültürel alan, histerinin gelişmesi için elverişli bir zemin oluşturuyordu. Bu yüzden bu dönemde kentli ve eğitimli kadınlarda nevroz ve histeri çok görülüyordu. Nevrozların temelinde yatan etiyolojik unsurlardan biri çocukluk çağında maruz kalınan cinsel travmalardı. Freud bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyor: “Cinsellikten dehşet verici bir biçimde korkmanın ön planda olduğu iki vakayı çözümledim; bu korkunun arkasında her zaman cinsel nitelikli, işitilmiş ya da görülmüş, ama yarım yamalak anlaşılmış sahneler vardı.” Freud psikanalizi icat ederken ya da kadınlar aracılığıyla keşfederken (çünkü konuşmanın terapötik etkisini onlardan öğrenmişti) cinselliğin bazı hastalıklar için belirleyici olduğunu görmüştü. Hastalarının hemen hemen hepsinde cinsel sorunlar vardı.
Çocuklukta karşılaşılan bazı sahneler travmaya neden oluyordu. Cinselliğin bir kriz olduğu burjuva toplumu, krizi balayı ve hovardalık olarak evin dışına çıkarmıştı, ama yine de evin içinde gizli saklı bir şeyler oluyordu. Burjuva evinde bu gizli saklı şeylerin olduğu sahnelere maruz kalan çocuklar gördüklerine ya anlam veremiyor ya da kötüye yoruyorlardı. Protestan ahlakıyla yetişen çocukların masum benliği ve cinsellikle ilgili gelişmemiş bilinci gördükleri müstehcen sahneleri anlamlandırmak bakımından yetersizdi. Bu sahneleri bir muamma olarak algılıyorlardı. Büyüdüklerinde bu sahneler sembolize olmamış biçimde, yani bir anlam kazanmadan bilincin bir köşesinde duruyordu. Ama o sahneler daha sonra bir virüs gibi etki yapıp bayılmaya, kasılmaya, felce, kekemeliğe vs. neden oluyordu.
Freud, konuşma yöntemiyle hastalarının unuttukları o sahneyi hatırlamalarını sağladı. Sonra da o sahnenin neden kendilerinde bir travmaya neden olduğuna dair mitoloji aracılığıyla ikna edici bir teori üretti. Ödipus…
Ödipus karmaşası
Burjuva toplumunun gelişmesiyle ortaya çıkan çekirdek ailede çocuklar ebeveynleriyle, ama özellikle anneleriyle çok daha fazla ilişki kurmaya başladılar. Bu çocuklar, hem köylerdeki gibi doğal yaşamı seyrederek cinsiyeti ve cinselliği kendiliğinden keşfedemedikleri ve hem de anne ve babayla kurulan ensest nitelikli bağın dışında başka bir bağ kurabilme imkanından mahrum kaldıkları için Ödipus karmaşasının içine düşmüşlerdi. Çocuklar anne ve babalarıyla aşk boyutunda bir bağ kuruyor ve ilişki yaşıyorlardı ama bu aşk ilişkisinin kendilerinde uyandırdığı cinsel dürtüleri hadım etmenin dışında ehlileştirebilecek bir eğitimden mahrumdular. Medeni cinsel ahlak evdeki mürebbiye ya da yatılı okuldaki yurt aracılığıyla çocukları sadece hadım ediyordu. Bunun sonucunda nevrozun ortaya çıkması kaçınılmazdı.
Histeri ve nevrozlar ruhsal hastalıklar olmanın yanında birey olmanın semptomlarıdır. Freud’un hastaları genel olarak çevreleriyle uyum zorluğu yaşayan, asi ama zeki erkeklerden ve modern kentlerin dar kültürel alanında arzularını ve kaygılarını ancak histeri nöbetleriyle ifade edebilen kültürlü kadınlardan oluşuyordu. Özellikle 19. yüzyılın sonunda histerinin kadınlarda görülmesi birey olmakla ilgilidir. Kadınlar henüz üniversiteye giremese de kamusal alana girmeye başlamıştı. Çocuk yetiştirmek ve diğer ev işlerinin dışında entelektüel konularla da ilgileniyorlardı. Bu sayede kendileri üzerine analiz yapmanın imkanlarını keşfediyorlardı. Kendilerindeki kaygı veya saplantı gibi bazı rahatsızlıkların nedenlerini merak ediyorlar ve analiz için psikologlara gidiyorlardı. Kadınlar onların yardımıyla bilinçaltının derinlerine iniyorlar ve kendilerindeki histerik ve nevrotik hallerin nedenlerini öğrenmeye çalışıyorlardı. Nitekim Freud, kadınların kendisine iç dünyalarının kapısını açması sayesinde bilinçdışının varlığını, nevrotik hastalıkların temelinde çocukluk dönemi cinselliğinin yattığını ve çocukların cinsellik karşısında çaresiz olduğunu keşfetti.
Bu çaresizlik kendini histeri nöbetleriyle ifade ediyordu. Çocukluk döneminde şahit ya da içinde olunan cinsel sahneler ileriki yıllarda bazı ruhsal ve bedensel sorunlar ortaya çıkarıyordu. Cinselliğin dışlandığı burjuva kutsal ailesinde olmayan, eşler arasındaki aşkın yerini ebeveyn ve çocuklar arasındaki aşk almıştır. Bu aşk bir yandan çocukta cinsel dürtüleri uyarıyor ama öte yandan duygu karmaşasına neden oluyordu.
İğrenç olarak cinsellik
Cinsellik burjuva toplumsal yapısında bir abject idi. Yani dışarı atılması gereken, dışarı atıldığı takdirde hayatın ahlaki ve güzel olacağı düşünülen şeydi. Psikanalitik bir anlamda abject vücuttan atılan her şeydir: dışkı, idrar, sperm, ter, kan, kıl, sümük, tükürük vs. Bunlar vücuttan atıldığında insan rahatlar. Cinsellik de bedenden atıldığı zaman insanın güdülerinin baskısından kurtulacağı ve böylece erdemli olmasının önündeki engelin kalkacağı düşünülmüştür. Dolayısıyla cinsellik vücuttan atılan sıvılarla simgeleştirilmiş ve iğrenç olarak algılanmıştır.
Bu yüzden bir çocuk anne ve babası veya başka birileri arasındaki bir cinsel edimi görünce iğrenebilir. Ya da kıskanabilir, çünkü aşkıyla arasına giren rakip istemez. Bu duygu karmaşası içinde kişi mutsuz olur. Hem cinsellikten iğrenir hem de ondaki iğrençlik aslında tahrik edici gelir. Bu konuyu Georges Bataille sürekli ele almıştır. Bataille romanlarında ve denemelerinde çarpıcı bir şekilde sapkınlığın felsefesini yapmıştır. Bataille’ın gösterdiği gibi iğrenilen şey bir süre sonra tam da iğrenç olduğu için çekici gelir, bir fetişe dönüşür, haz kaynağı olur. Bastırılan güdüler daha sonra aşırı arzular olarak geri döner. Cinselliği iğrenç bir edim olarak bastıran kişi daha sonra iğrençliği cinsel fanteziler haline getirebilir.
Cinsellik doğal değildir
Bu belki kendinden utanan bireyin geliştirdiği savunma mekanizmasıdır. Kendini mutsuz eden şeyi haz verir hale getirmek… Bu mekanizmayı psikanaliz de kullanır. Bir bilim olma iddiasıyla yola çıkan psikanaliz kısa süre içinde bir burjuva ideolojisi haline gelmiştir. Önce dinsel ahlakla uyumlu olarak arzuyu bastırmaya, güdüleri hadım etmeye çalışan psikanaliz burjuva toplumunun sekülerleşmesiyle bireyin ahlaki gelişmesine değil, ruhsal gelişmesine katkı yapmayı amaç edinmiş ve bu amaçla arzuyu özgürleştirmiştir. Bu sayede psikanalizin gelişmesi kadınların ve cinselliğin özgürleşmesine yol açmıştır. Hatta sadece kadınların değil, farklı cinsel kimliklerin özgürleşmesine yol açmıştır. Zira her ne kadar Freud, heteroseksüellikle ilgili normallik vurgusu yapsa da cinselliğe ilişkin bir norm önermez. Freud bazen homoseksüelliğin sapkınlık olduğunu ima eder, fakat heteroseksüelliği de bir semptom olarak tanımlar. Bu, heteroseksüelliğin doğal olmadığı anlamına gelir. Cinsellikte belirleyici olan bilinçdışı bir seçimdir; dolayısıyla ne homoseksüellik ne de heteroseksüellik doğaldır.
İnsan cinselliği doğal değil, bilinçdışı bir seçimin ürünü ise normallik ve anormallik tanımları da sorunsal hale gelmektedir. Freud, amacından sapan her tür cinsel davranışı hemen sapkınlığa dayandırıyordu. Ama bugün psikanaliz sapkınlık tanımı yapmakta onun kadar aceleci değil, hatta oldukça çekimserdir. Daha çok arzuları normalleştirme eğilimindedir. Ama arzuları, özellikle aşırı arzuları normalleştirme eğilimi bireyi nevrozdan kurtarmayı amaçlasa da sonuç itibariyle şizofrenik bir duruma yönlendirmektedir. Toplumsal hayatı ve cinsel hayatı arasında bölünmüş bir benlik postmodern bireyin bir özelliğidir. Bu durumda yine cinsellik her ne kadar özgürleşse de kriz olmaya devam etmektedir. Kriz üreten kapitalizm cinselliği de sürekli kriz halinde tutmakta ve böylece haz enflasyonuna neden olmaktadır. Sonsuz bir haz ve arzu artışı içinde cinsellik hakikatinden koparak fantezilere bağımlı hale gelmiştir. Sürekli fantezi üreten haz peşindeki birey cinselliği hovardalık olarak deneyimlemektedir.