Pareidolia ve Arcimboldo

Doğa bilimlerine ilginin yüksek olduğu ve  bilimsel düşüncenin hızla yeşerdiği bu dönemde Habsburglar, kendilerini bilim ve sanatın koruyucuları olarak görerek, saraylarını yalnızca sanatçılar değil, gök bilimciler, botanikçiler, zoologlar, fizikçiler ve simyacılarla doldurmuştur.

Ara sıra mutfaktaki desenli fayanslarda ya da gökteki bulutlarda insan yüzünü andıran bir şekli şaşkınlıkla fark etmişsinizdir mutlaka; içtiğiniz kahvenin köpüğünde ya da bir ağaç kabuğunda da denk gelmiş olabilirsiniz bir insan ya da hayvan figürüne.

Bundan yüzyıl önce, baktığı ilgisiz yerlerde sıklıkla insan ya da hayvan figürü gördüğünü öne sürenlerde zihinsel ya da ruhsal bir sorun olduğu düşünülürdü. Neyse ki artık bunun insan evrimindeki çok önemli bir kazanımın sonucu olduğu biliniyor da, benzetme yetisi yüksek kişiler potansiyel zihin özürlü ya da ruh hastası olarak görülmekten kurtuldular.

Bu olgunun adı “pareidolia”, Yunanca “para” ve “eidolon” sözcüklerinin birleşmesinden oluşuyor ve “imgenin ötesinde” gibi bir anlam taşıyor.

Pareidolia göz aldanmasından (illüzyon) farklı. Göz aldanması hemen herkes tarafından aynı şekilde algılanırken, pareidolia daha kişisel, yani aynı şekle bakan kişilerin yalnızca bir kısmı orada olmayan bir şekli “görüyor” ve üstelik her birinin gördüğü şekil de birbirinden farklı olabiliyor.

Böyle bir yetinin kökleri milyonlarca yıllık evrim sürecimizde yatıyor. Belli ki, çok uzun zaman önce Afrika’dayken, uzun sarı otların arasında uzanmış pusuda bekleyen bir aslanın yüzünü önceden seçebilen atalarımız hayatta kalabilmiş, seçemeyenlerse yırtıcıya yem olmuş. Yalnızca yırtıcılar da değil, karşıdan gelen insanın tanıdık olup olmadığını, dost mu düşman mı olduğunu en kısa sürede ve doğru değerlendiren bireyler daha uzun yaşamayı başarmış ve genlerini sonraki kuşaklara aktarabilmişler.

[Bu yeteneğimiz öylesine gelişmiş ki, bir yüzü tanıma hızımıza en güçlü bilgisayarlar bile zor yetişiyor; yalnızca önden ya da profilden de değil üstelik, arkadan bile tanıyabiliyoruz insanları; belleğimizde depolanmış görüntüleri taramakla da olmuyor bu, hiç gözlüklü, şapkalı ya da maskeli görmediğimiz bir kişiyi bile bunları taktığı zaman çoğunlukla tanıyabiliyoruz.(1)]

Giuseppe Arcimboldo

İnsanların doğuştan taşıdığı bu yeteneğe seslenen bir de ressam var, hem de bundan neredeyse beş yüzyıl önce yaşamış bir sanatçı bu, Giuseppe Arcimboldo. Meyve ve sebzeler, hayvanlar ya da  kitaplarla bir çeşit kolaj yaparak, izleyicinin tek tek bu ögeleri değil ama ortaya çıkan “büyük resmi” görebilme yeteneğine dayanan eserleri, Arcimboldo’yu sanat tarihinde benzersiz bir yere yerleştiriyor.

Giuseppe Arcimboldo 1527’de Milano’da doğar. Soylu ama yoksul bir aileden gelir, babası daha çok vitray işleriyle tanınan bir ressamdır. Arcimboldo da babasının yolunu izler, küçük yaşlardan başlayarak resim ve vitray eğitimi alır. Büyüdükçe, küçük katedrallere yaptığı fresk ve vitray işlerinde babasına çıraklık yapmaya başlar. 22 yaşındayken ünlü Duomo Katedrali’nin vitraylarını hazırlama işini almasıyla adı iyice duyulur. Duomo’dan sonra, geleceğin Kutsal Roma İmparatoru(2), veliaht prens I. Ferdinand için Habsburg kraliyet armalarını tasarlaması yaşamında dönüm noktası olur. I. Ferdinand’ın tahta çıkmasından sonra Viyana’ya saray ressamı olarak davet edilen Arcimboldo, yirmi beş yıl boyunca önce Viyana sonra da Prag’daki saraylarında Habsburg Hanedanı’na hizmet eder.

Manyerizm

Arcimboldo’nun yaşadığı zamanlar “Yüksek Rönesans”ın sona eriş dönemidir. Büyük usta Leonardo da Vinci daha yeni ölmüştür; Rönesans’ın, biraz idealleştirse de de doğalcı ve gerçekliğe bağlı sanat anlayışına karşıt olarak, kendini bu gerçeklikle sınırlı hissetmeyen ve bu yönüyle de “modern” sayılabilecek yeni yorumlar görülmektedir sanatta. Sonradan Manyerizm(3) olarak adlandırılacak bu akımda,  sanatçının gözlemlediği doğayı olduğu gibi resmetmesinden çok, gördüklerini zihninde nasıl kavrayıp ifade ettiği önem taşır, ki bu da modern sanat anlayışının en temel niteliğidir.

Manyerizmin önemli ressamlarından sayılan Arcimboldo, Habsburgların sarayında verimli bir çalışma ortamı bulur. Zaman, Amerika anakarasının yeni keşfedildiği, Uzak Doğu, Afrika ve Asya’ya yapılan keşif gezilerinden pek çok egzotik bitki ve hayvanın Avrupa saraylarına taşındığı bir dönemdir. Doğa bilimlerine ilginin yüksek olduğu ve  bilimsel düşüncenin hızla yeşerdiği bu dönemde Habsburglar, kendilerini bilim ve sanatın koruyucuları olarak görerek, saraylarını yalnızca sanatçılar değil, gök bilimciler, botanikçiler, zoologlar, fizikçiler ve simyacılarla doldurmuştur.

Mevsimler

Arcimboldo sarayda yalnızca kraliyet üyelerinin portrelerini yapmakla kalmaz; dekoratör, giysi tasarımcısı olarak da görev yapar, hatta temalı baloların kostüm ve dekorlarını da o tasarlar uzun yıllar. Ancak bugün Giuseppe Arcimboldo adını biliyorsak, daha çok meyve ve hayvanlarla yaptığı “eğlenceli” portreler sayesinde. Bunlardan en bilineni, Arcimboldo’nun 1563, 1772 ve 1573 yıllarında yaptığı "Dört Mevsim”dir. Yaşam çizgisinin, her insanla birlikte yinelenen ölüm ve yaşam döngüsünün ifadesi olan dört resimlik takımda her mevsim ayrı ayrı betimlenmiş; “İlkbahar” ve “Yaz” genç bir kadın (belki de erkek),  “Sonbahar” olgun bir erkek ve “Kış” da ömrünün sonunda yaşlı bir adam olarak...

Resimler apaçık ki son derece ayrıntılı ve titiz bir çalışmanın ürünü; "İlkbahar”daki sola dönük portre, seksen farklı çiçek ya da otsu bitki türünü içeriyor örneğin ve bunlar, bir botanik ressamı tarafından yapılmışçasına ayrıntılı ve gerçeğine uygun. “Yaz” ve “Sonbahar”daki portreler yalnızca bu mevsimlerde toplanan sebze ve meyvelerle oluşturulmuşken, “Kış”taysa sarmaşık, limon, mantar ve mevsimin ruhuna uygun olarak kuru ağaç dalları kullanılmış çoklukla.

Tabii bir de Arcimboldo’nun yaptığı II. Rudolf portresi var, “Vertumnus” adını taşıyan. Roma mitolojisinde mevsimlerin, değişimin ve bitkilerin tanrısı olan Vertumnus suretinde resmedilen İmparator, kabak, armut, elma, kiraz, üzüm, buğday, enginar, fasulye, bezelye, mısır, soğan, lahana, kestane, incir, dut, erik, nar, balkabağı ve zeytinden oluşan bir kolaj. İlk bakışta İtalya’da scherzo olarak adlandırılan komik, alaycı bir sanat eseri gibi görünse de aslında değil; Arcimboldo burada II. Rudolf’u Vertumnus olarak betimleyerek onu tanrılara denk gördüğünü anlatıyor bir yerde. II. Rudolf’un, yirmi dokuz yıllık hükümdarlığı süresince halk tarafından çok sevildiğini, refahın arttığını, bilim ve sanatın hızla geliştiğini düşününce, bu resmin ona bir saygı duruşu olduğu çok açık; II. Rudolf da öyle düşünmüş olmalı ki resmi çok beğenmiş ve sayısız kopyasının yapılarak her yere dağıtılmasını istemiş.

[Arcimboldo’nun ilk bakıldığında bir sepet içindeki meyveler gibi görünen ancak ters çevrildiğinde yine meyvelerden yapılma bir insan yüzüne dönüşen eserleri de ünlüdür.]

Bu portreden iki yıl sonra, 1593’te yaşama gözlerini yuman Arcimboldo’nun sanatı Avrupa’da uzun zaman anımsansa da 20. yüzyıla gelindiğince Giuseppe Arcimboldo, yalnızca sanat tarihçileri ve sanatçılar için tanıdık bir isimdir. 1936’da  New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde (MOMA) açılan ve iki yıl süren “Fantastic Art, Dada, Surrealism”(4)   sergisinde geniş kitlelerce tanınan Arcimboldo ve sanatı, o günden bu yana hiç azalmayan bir ilgi görüyor.

Arcimboldo’nun esin verdiği Dali, Magritte gibi Gerçeküstücülerden yola çıkarak kimileri ona “Gerçeküstücülüğün Büyükbabası” nitelemesini yakıştırsa da bence onun eserlerini Gerçeküstücü olarak sınıflamak doğru değil; Arcimboldo özünde bir Rönesans sanatçısıdır ve dönem sanatçılarının düşkün olduğu, gizemli, bilmeceli resimlere kendi yaratıcı biçemiyle katkıda bulunmuştur yalnızca. Ancak yarattığı biçem o denli özgün ve olağanüstüdür ki bugün bile hem sanatçıları hem izleyicileri şaşkına  çevirmeye devam ediyor…

  • Pareidolia sırasında yapılan beyin taramaları, bu yorumlama sürecinin beynin arka kısmında yer alan görsel korteksten daha yoğun olarak,  ön beyin (prefrontal korteks) tarafından yapıldığını gösteriyor, yani buradaki işlem, görmekten çok görüleni yorumlama süreci. Pareidolia’ya, yalnızca görsel değil işitsel de olarak da rastlayabiliyoruz.
  • Kutsal Roma İmparatoru unvanı, Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra da Katolik krallar tarafından kullanılmıştır. 1440–1740 arasında bu unvana sahip hanedan, merkezi Avusturya olan geniş bir imparatorluk kuran Habsburglardır.
  • Maniera (İt.), Mannerism (İng.); Stilcilik, Üslupçuluk. 1520-1590 arasında görülür, Rönesans ve Barok arasında bir geçiş akımıdır.
  • Fantastik Sanat, Dada, Gerçeküstücülük.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi