Oğuz Pancar
ÖYKÜLÜ ŞARKILAR, ŞARKILI ÖYKÜLER
Ağaçların arasında gizlenen asker, tüfeğin tetiğinde bekleyen parmağını gevşetiyor farkında olmaksızın, çünkü çocukluğundan beri bildiği Japon halk türküsü bu.
20 Şubat 1974. Lubang. Filipinler’i oluşturan 7600’ü aşkın adadan biri. Adanın tropik yağmur ormanlarıyla kaplı sayısız tepelerinden birindeyiz. Güneş neredeyse battı ancak sıcaklık hala 30 dereceye yakın; havada asılı duran, neredeyse elle tutulabilecek nem kütlesi nefes almayı bile zorlaştırıyor. Çıldırmışcasına uçuşan envai çeşit kanatlı böceğin vızıltıları duyuluyor sadece. Dört yanı sık ormanla çevrili ama her nasılsa üzerinde ağaç bitmemiş küçük otluk alandaki genç, küçük çadırını kurmakla meşgul. Oldukça yıpranmış bir çadır bu, bazı dikiş yerleri sökülmeye yüz tutmuş çoktan. Alışkın hareketlerle kuruveriyor çadırını kısa sürede, epey yüklü sırt çantasına sarılı matı çözüyor sonra, çadırın içine yayıyor.
Genç adam gün boyu karış karış gezdiği bu tepede yalnız olduğunu düşünse de yanılıyor, biraz ötedeki sık ağaçların arasına gizlenmiş bir çift göz uzun süredir her hareketini takip ediyor. Kolundaki rütbe işaretleri olmasa, yaşlı askerin üzerindeki yamalı ceketin bir zamanlar üniforma olduğunu farketmek zor; bir dizini yere dayamış, çömelmiş bir pozisyonda bekliyor, eski tüfeğini iki eliyle kavramış, göğsüne yakın tutuyor, tedirginlikle ama put gibi hareketsiz gözetlerken.
Çadırın hazırlanmasından sonra sırt çantasından bir konserve çıkarıyor genç adam, kapağını açarken bir türkü mırıldanmaya başlıyor kendi dilinde. Ağaçların arasında gizlenen asker, tüfeğin tetiğinde bekleyen parmağını gevşetiyor farkında olmaksızın, çünkü çocukluğundan beri bildiği bir halk türküsü bu, Japonca.
Camel’ın 1981 tarihli albümü “Nude”, işte bu yaşlı askerin, Hiroo Onoda’nın öyküsünü anlatıyor.
Kült grup
Pink Floyd’un ilk albümünü 1967’de, Yes’in 1968’de, King Crimson’ın 1969’da çıkarmış olduklarını düşünürsek, Camel’ın 1973 tarihli çıkış albümü biraz geç kalmış gibi görünüyor. Aslında grubun kurucusu ve uzun yıllar değişmeyen tek üyesi olan Andrew Latimer’in müzik geçmişi 1964 yılına kadar uzanır; önce The Phantom Four, sonra Strange Brew ve en sonra da Brew adlı –çok iz bırakmayan- grupları kuran ya da yer alan Latimer’in ideal kadroyu kurması 1971 sonunu bulur. Gitar, flüt ve vokalde Andrew Latimer, klavyede Peter Bardens, bas gitarda Doug Ferguson ve davulda Andy Ward’dan oluşan bu kadro, yukarı anılan büyük grupların ulaştığı satış rakamlarına ve geniş takipçi kitlesine asla ulaşamasa da, küçük ancak çok sadık bir hayran kitlesine sahip kült bir rock grubu olacak.
Camel’ın grupla aynı adı taşıyan ilk albümleri hemen ardından gelenler kadar “olgun” olmasa da çok iyi bir çıkış albümüdür. Sonraki “Mirage” albümüyse artık Camel soundunun oturduğunun, grup üyelerinin bireysel performansları dışında birbirleriyle güçlü bir uyumu da yakaladıklarının kanıtıdır.
Konsept albümler
Bir yıl sonraki enstrümantal “The Snow Goose” ise grubun ilk konsept albümüdür ve önceki albümlerinde belli belirsiz hissedilen mutedil bir Canterbury soundunun(1) daha belirgin hale geldiğine şahit oluruz burada [Grup, “Mirage”daki “Lord of The Rings”dan esinlenen “The White Rider”ın(2) gördüğü ilgi üzerine yine bir roman üzerine kurulu bir konsept albüm yapmaya karar verdiğinde akıllarına önce Hermann Hesse’in “Siddhartha”sı gelir, ancakdaha sonra Paul Gallico'nun İkinci Dünya Savaşı’nda geçen dokunaklı bir sevgi öyküsünü anlatan novellası “The Snow Goose” üzerinde karar kılınır].
“The Snow Goose”un yakaladığı yaygın beğeninin ardından,1976’da yine bir konsept albüm, “Moonmadness” gelir, sound olaraköncekinin devamı sayılabilecek bu güzel albüm, grubun özgün kadrosu ile yaptığı son albüm olacaktır ne yazık ki.
Camel’ın öyküsü bundan sonra benim için cazibesini yitiriyor, bir ölçüde 1999 yılındaki “Rajaz” albümü hariç “Moonmadness” sonrası albümler daha pop ve özgün Camel soundundan uzak.
1981 tarihli “Nude” albümü de grubun yaptığı konsept albümlerden biri, sound olarak prog ve new age bileşimi olarak nitelenebilir. Benim için albümü ilginç kılansa müziğinden çok, dayandığı öykü.
Albüm, adını, anlattığı öykünün kahramanı Hiroo Onoda’nın soyadından alıyor (“Nude” adı sadece Onoda ile ses benzerliğinden dolayı seçilmiş olmalı, zira Onoda’nın Japoncadaki anlamı “küçük çeltik tarlası”).
Son(a kalan) savaşçı
Hiroo Onoda’yı ilginç kılan ise, ikinci Dünya Savaşı’nın sona erdiğinden habersiz yıllar boyu bulundukları adalarda saklanan –ve bazen de savaşa devam eden- 150 civarı Japon askerinden en sonuncusu olması (3).
1922 doğumlu Onoda 18 yaşında İmparatorluk Japon Ordusu’na piyade olarak katılır, sonrasında istihbarat ve komando eğitimi görür. İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasıyla Filipinler’in Lubang adasına sevk edilir. Birliğinin adadaki görevi olası düşman işgaline karşı savaşmak, işgal durumunda adadaki rıhtım ve uçak pistini imha etmektir; asla teslim olmamak ve asla intihar etmemek de aldığı emirler arasındadır.
Adadaki Japon Birliği, 1945 Şubat’ında adaya asker çıkaran ABD ve Filipin birlikleri tarafından bozguna uğratılır; Hiroo Onoda ve emrindeki üç er dışında tüm Japon askerleri ya öldürülür ya da teslim olur. Onoda teslim olmayı reddeder ve yanındakilerle birlikte adadaki tepelere sığınırlar.
Tepelerde saklandıkları süre içinde köylülerin hayvanlarını öldürerek ve hasatlarını yağmalayarak hayatta kalırken bir yandan da gerilla savaşını sürdürürler.
Savaşın bittiğine dair ilk haberi 1945 Eylül’ünde Müttefik uçakları tarafından adadaki tüm tepelere atılan el ilanlarında görürler, ilanda “Savaş 15 Ağustos’ta bitti, dağlardan inin” yazmaktadır; ancak Onoda ve arkadaşları ilanda yazılanlara inanmaz, bunun düşmanın bir aldatmacası olduğunu düşünürler. İzleyen aylarda Japon generalleri imzalı el ilanları da ikna edemez bu kuşkucu askerleri .
1950’de erlerden biri grubu terk eder ve teslim olur. 1952’de kalan üçünün aileleri tarafından yazılmış mektuplar ve aile fotoğrafları atılsa da uçaklardan, bunun da bir tuzak olduğunu düşünürler.
Onoda’nın emrindeki askerlerden biri 1954, diğeriyse 1972 yılında öldürülür ve Onoda yalnız kalır (tüm bu yıllar boyunca Onoda’nın küçük birliği gerilla savaşına devam eder; polis karakollarına saldırırlar ve köylülerin ekinlerini ateşe verir).
Teğmen Onoda, Panda, Yeti
Tek başına kalmış olsa da Hiroo Onoda’nın –o bilmese de Müttefik Devletler’e karşı tek kişi sürdürdüğü- savaşı 1974 Şubat’ında Norio Suzuki’yle bir tepede karşılaştığı güne dek sürer. O akşam üzeri bunun bir tuzak olmadığından emin olduktan sonra Onoda ortaya çıkar ve Norio Suzuki’yle konuşur.
[Suzuki’yi en iyi niteleyen sözcük “maceraperest” olurdu herhalde; Suzuki, Japonya’da üniversitede okurken okulu terk ederek dünyayı “keşfetmeye” koyulur. Dört yıl boyunca Asya ve Afrika’yı dolaşır, sonrasında Japonya’ya döner ancak mutsuzdur. 1972’de gazetelerde Onoda’nın yanındaki son askerin Filipinler’de öldürüldüğünü okuyunca –kimse hayatta olabileceğine ihtimal vermese de- Onoda’yı bulmak için Lubang adasına gider, hatta giderken hedefinin “"sırasıyla, Teğmen Onoda’yı, bir pandayı ve Yeti’yi” bulmak olduğunu söyler arkadaşlarına şakayla karışık. İlk hedefini kolayca bulur, Onoda’yı bulması için Lubang tepelerinde dört gün dolaşması yeterli olur].
Onoda ortaya çıktığında Suzuki’nin ona ilk söylediği “Onoda-san, İmparator ve Japon halkı sizin için endişe ediyor” olur. Suzuki’nin anlattıklarından savaşın bitmiş olduğuna ikna olsa da “üstlerinden emir gelmeden görevini terk etmeyeceğini” söyler karşılık olarak. Kanıt olarak Onoda ile birlikte çektirdiği fotoğrafları yanına alan Suzuki Japonya’ya döner ve Onoda’nın en son komutanı olan ve o sırada çoktan emekli olmuş, kitabevi işleten Binbaşı Yoshimi Taniguchi’yi bulur. Emekli binbaşı ve Suzuki birlikte Lubang’a dönerler, Onoda’yı en son bıraktıkları tepede bulurlar. Binbaşı, üç kişinin arasındaki temsili “resmi” bir törenle savaşın bittiğini ve görevinin sona erdiğini Onoda’ya “tebliğ eder”.
Onodo ve beraberindekiler, o sırada Filipinler Devlet Başkanı olan Ferdinand Marcos’un “özel” affıyla (çünkü Onoda ve arkadaşları 30’a yakın Filipinli öldürmüşlerdir geçen yıllar içinde) Japonya’ya dönerler.
Yurda dönüş
Son İmparatorluk Japon Ordusu askerinin yıllar sonra ülkesine dönmesi coşkuyla karşılanır doğal olarak. Onoda artık bir “yıldız”dır. Hükümetin ona verdiği para ödülünü önce kabul etmez, sonra ısrarlar üzerine hepsini bir Şinto mabedine bağışlar.
Japonya’da mutlu olamaz Onoda; ülkesi, 30 yıl önce bıraktığı ülkeden çok farklıdır artık. 1975 yılında daha önce Brezilya’ya göç etmiş olan ağabeyinin peşinden Brezilya’ya yerleşir.
İşte Camel’ın “Nude” albümündeki şarkılar (sırasıyla: City Life, Nude, Drafted, Docks, Beached, Landscapes, Changing Places, Pomp & Circumstance, Please Come Home, Reflections, Captured, The Homecoming, Lies, Last Farewell, The Birthday Cake, Nude's Return) bu son Japon askerinin öyküsünden esinlenme.
Bitirirken Norio Suzuki’yi anmamak haksızlık olur. Bu serüvenci ve renkli kişilik “keşiflerine” devam eder. Onoda’dan hemen sonra yabani bir panda bulur araştırma yaptığı ormanda. Geriye sadece Yeti kalmıştır bulunacak, 1975 yılında Himalayalar’da bir Yeti’yi uzaktan gördüğünü iddia etse de kimseyi inandıramaz doğal olarak. 1986 yılında yine Himalayalar’da ve Yeti peşindeyken düşen bir çığ ile yaşamı son bulur bu “çılgın” Japonun. Cesedinin kalıntıları ancak bir yıl sonra bulunur ve ailesine teslim edilir.
Huzur içinde yatsın…
(1) Canterbury sound ya da Canterbury scene, 60’ların sonu ve 70’lerin başında İngiltere’deki Canterbury civarında yerleşik müzisyenler tarafından başlatılmış bir progressive rock akımıdır, doğaçlamaya dayanan, rock, saykedelia ve jazz’ın bir füzyonu olan türün en bilinen grupları arasında Soft Machine, Caravan, Gong, Hatfield & the North, Egg ve National Health yer alır. Bunların hiçbiri yaygın popülerlik kazanamamış olsa da dönemin rock müziği üzerinde önemli etkileri olmuştur.
(2) Gandalf (ve Shadowfax)
(3) Aslında sonuncu olarak, Onoda’dan birkaç ay sonra bulunan Teruo Nakamura’yı saymak gerekir, ancak Nakamura etnik olarak Japon değil, gönüllü olarak Japon İmparatorluk Ordusu’nda savaşmış ve Amis etnik kökene sahip bir Tayvanlı.