Oğuz Pancar
Mœbius-II
Babasız büyüyen Jean Giraud sonradan onun için, “Sanki bana ‘Bir baba ister misin?’ diye sorulmuş ve mucizevi bir şekilde birden bir babam olmuş gibiydi” diyecektir, “Hem de çizgi-romancı bir baba!”
İkinci Dünya Savaşı'nın eşiğinde Paris'in bir banliyösünde doğan Giraud, ebeveynlerinin o üç yaşındayken boşanması nedeniyle büyükannesi ve büyükbabası tarafından büyütülür. İçine kapanık bir çocuk olan Jean sonradan, çocukluğunda onu en mutlu eden şeyin sokağın köşesindeki sinema salonunda Amerikan Western filmleri seyretmek olduğunu anımsayacaktır. Savaşı izleyen yıllar herkes için zor geçmektedir, düşük bütçeli bu filmler -o dönemin tüm Avrupalı çocukları gibi- küçük Jean için de hayal dünyasına bir kaçış kapısı sağlar; ilerideki çalışmalarında görülecek kendine özgü estetiği besleyen kaynaklardan biri bu filmlerdir.
Meksika
Annesinin, dokuz yaşındayken yine Paris’in bir banliyösündeki Saint-Nicolas’a yatılı öğrenci olarak gönderdiği Jean, Spirou ve Tintin çizgi-romanlarıyla ilk kez burada karşılanır ve büyülenir. Zaten çizmeye meraklı bir çocuktur oldum olası; Western türünde öyküler çizmeye başlar. 16 yaşındayken Paris’teki Duperré Uygulamalı Sanatlar Okulu’na kaydolur. Buradaki zamanını verilen ödevler yerine çizgi-romanlar yaratmakla geçiren Jean iki yıl sonra okulu bırakır ve Meksika’ya, bir Meksikalıyla evlenen annesinin yanına gider. Orada dokuz ay geçirir; buradaki uçsuz bucaksız çöl ve üzerinde uzanan mavi -elbette sabah ve akşamları kırmızı- gökyüzü, sanatçının sonraki pek çok eserinde karşımıza çıkacak arka planı oluşturacaktır.
Meksika dönüşünde Duperré’de öğrenciyken yakın dost olduğu ve sonradan ünlü bir çizer olacak Jean-Claude Mézières’in çalıştığı Fleurus Presse’te çizmeye başlar Jean Giraud. Bu arada iki sayfalık kısa Western öykülerinden oluşan Frank et Jeremie dizisini yaratır. Bir süre sonra askere gitmek zorunda kalır; Almanya’daki Fransız birliğinde kısa bir süre kaldıktan sonra, bağımsızlık için başkaldırmış Cezayirlilere karşı savaşmak üzere Kuzey Afrika’ya gönderilir. Neyse ki cephede görev almak zorunda kalmaz, birliğindeki tek çizer olduğu için ordunun 5/5 Forces Françaises adlı dergisi için resimlemeler yaparak tamamlar zorunlu askerliğini. Boş zamanlarında tek yaptığıysa yine uzun saatler boyunca önünde uzanan Afrika çölünü hayranlıkla seyretmektir.
Jijé
Jean Giraud Paris’e dönüşünde yine Western çizgi-öyküleriyle sürdürür çalışmalarını; çizimleri, tekniği kadar mizahi yanıyla dikkat çeker önceleri. Hergé’nin ligne claire(1) biçemini benimseyen Giraud, sonrasında Belçikalı diğer bir ünlü çizer, Jijé rumuzlu Joseph Gillain’le çalışır. Çevresindeki pek çok genç çizer gibi Giraud’ya da el verir Jijé; onun yarattığı ve “Atomik Tarz” adı verilen, yine ligne claire olmakla birlikte taramaya yer verilmediği için figürlerin daha göze çarpıcı algılandığı bu modern biçem, Jean Giraud’un sonraki dönemindeki çalışmalarında belirgin olacaktır.
[Jijé, Hergé’nin tersine, çevresindeki genç çizerlere yön gösteren, akıl hocalığı yapan bir ustadır; pek çok gencin eserleri ilk olarak Jijé’nin yönettiği Spirou dergisinde basılır. Babasız büyüyen Jean Giraud sonradan onun için, “Sanki bana ‘Bir baba ister misin?’ diye sorulmuş ve mucizevi bir şekilde birden bir babam olmuş gibiydi” diyecektir, “Hem de çizgi-romancı bir baba!”]
Jean Giraud 1963’te Belçikalı senarist Jean-Michel Charlier’le birlikte Fort Navajo dizisini yaratır. Baş karakteri, ağzından sigarillosu eksik olmayan sert mizaçlı bir kovboydur, Blueberry. Sonrasında ayrı bir dizi olarak süren Blueberry, Western geleneğinden ve Amerikan ucuz romanlarından güçlü bir biçimde beslenmesine rağmen derinlikli bir karakterdir, hatta bir kahraman olmaktan çok, defoları olan bir anti-kahramandır (baş karakterin yüz hatlarını dönemin ünlü Fransız oyuncusu Jean-Paul Belmondo'dan esinlenerek yaratmıştır Giraud).
[Jean Giraud’nun en güçlü yanlarından biri türün klişeleri dışında, daha derinlikli karakterler yaratabilmesidir. Yapıtlarındaki kahramanlar, -dönemin çoğu çizgi-romanlarındakinin tersine- hiçbir zaman bütünüyle iyi ya da kötü değildir, ikisinin bir karışımıdır, tıpkı gerçek yaşamdaki gibi.]
Vahşi Batı
[Dönemin Fransız ve Belçikalı çoğu çizerinin “Vahşi Batı”yı konu edinen çizgi-romanlar üretmesi dikkatinizi çekmiş olabilir; üstelik yalnız onlar da değil, bu dönem İtalya’da ortaya çıkan pek çok çizgi-roman da Western türündedir. Avrupa tarihine ve kültürüne uzak bir türün kendine bu denli geniş bir okuyucu kitlesi bulmasını savaş sonrası ABD’nin Avrupa kamuoyundaki olumlu imgesinde aramak gerekir. Buna ek olarak “Vahşi Batı”, savaşın yaralarını sarmakla uğraşan ve zor günler geçiren Avrupalıların zihni için günlük sorunlardan ve güncel siyasetten uzaklaşma olanağı yaratmış olmalı. Aslında “Vahşi Batı” imgesinin büyük ölçüde kurmaca olması da bunun dolaylı bir kanıtı. Western filmlerinde ve çizgi-romanlarında sıklıkla resmedilen, çeteler, düellolar, saloon kavgaları, banka soygunları, kahraman şerifler ve Kızılderili savaşları, gerçekte gösterildiği kadar yaygın değil tam tersine nadiren görülen olgu ve olaylardır; FBI kayıtlarına göre Amerikan İç Savaşı’nı izleyen 40 yılda, yani şiddetin en yoğun görüldüğü bu dönemde, batıdaki 15 eyalette gerçekleşen banka soygunu sayısı yalnızca 8’dir; bu eyaletlerde o dönem işlenen cinayet sayısı da öncesi ve sonrası dönemlerden önemli bir farklılık göstermez. Filmlerde ve çizgi-romanlarda gösterilen “Vahşi Batı” büyük ölçüde kurmaca bir dünyayı anlatır; küçük büyük herkese seslenebilen bir dünya…]
Jean Giraud’un Mœbius adını almasını haftaya bırakarak çizgi-romanların ülkemizdeki yerinden kısaca söz edelim. 1960’lar ve 70’lerde doğmuş her erkek çocuğunun tutkusu olmuş bu çizgi romanların neredeyse tamamı İtalyan EsseGesse(2) çizerleri tarafından yaratılmıştır. 1950’lerin başlarında Ceylan Yayınları tarafından basılmaya başlanan ilk çizgi-romanlarla, yani Tom Miks ve Teksas’la ad bulan bu türün ülkemizde en sevilenleri arasında, Tom Braks, Zagor, Kaptan Swing, Mister No, Teks, Alaska, Judas ve Zembla’yı sayabiliriz; Gordon, Kızıl Maske ve Sihirbaz Mandrake ise ABD kökenli çizgi-romanlardır.
Haftaya sürdürelim…
- “Temiz çizgi” anlamına gelir; bir figürün dış hatlarının oldukça belirgin ve kesintisiz bir biçimde çizilmesidir.
- “EsseGesse”, stüdyonun kurucuları olan üç çizerin, Giovanni Sinchetto, Dario Guzzon ve Pietro Sartoris’in soyadlarından oluşan S.G.S. kısaltmasının İtalyanca okunuşudur.