Oğuz Pancar
Mazi (Kalbimde Bir Yaradır) / Seyyan Hanım, Necip Celal Andel
Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in kuryeliğini yapacak ve görev başında yaşamını kaybedecek olan babası, kadınları erkeklerle eşdeğer gören aydın bir insan olduğu için tek kızına -erkek kardeşlerine denk anlamında- “Seyyan” adını verir
Ben de gönül çektim eskiden
Yandı hayatım bu sevgiden
Anladım ki bir aşka bedel
Gençliğimmiş elimden giden
Önünde ben geldim de dize
Yâr olmadı bu kimsesize
En nihayet düşüp can verdim
Gözündeki yeşil denize
Sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden
Bir hazin maceradır onu aldılar elden
Başkasına yâr oldu, eller bahtiyâr oldu
Gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu
Mazi kalbimde bir yaradır
Bahtım saçlarımdan karadır
Beni zaman zaman ağlatan
İşte bu hazin hatıradır
Ne göğsünde uyuttu beni
Ne bûseyle avuttu beni
Geçti ardından uzun yıllar
O kadın da unuttu beni
Sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden
Bir hazin maceradır onu aldılar elden
Başkasına yâr oldu, eller bahtiyâr oldu
Gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu..
SEYYAN HANIM
Birkaç yerdeki önemsiz prozodi(1) zayıflığı dışında hârikulâde bir şarkı bu; Türk müzik tarihindeki önemi de büyük, hem bestesi hem sözleri bir Türk müzisyene ait olan ilk tango şarkı “Mazi” (2). Bestesi Necip Celal Andel, sözleri Necdet Rüştü Efe Tara’ya ait, seslendirense ilk tango solistlerimizden Seyyan Hanım.
1913’te Selanik’te beş çocuklu bir ailede başlar yaşamı Seyyan’ın. Annesi Raziye Hanım ve babası Hikmet Bey’in tek kızıdır. Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in kuryeliğini yapacak ve görev başında yaşamını kaybedecek olan babası, kadınları erkeklerle eşdeğer gören aydın bir insan olduğu için tek kızına -erkek kardeşlerine denk anlamında- “Seyyan” adını verir (Seyyan, “eşit” anlamına gelir)…
Küçük yaşlardan itibaren sesinin güzelliğiyle dikkatleri üzerine çeker Seyyan. İlköğrenimini bitirdikten sonra İstanbul Konservatuvarı’na devam eder, orada dönemin ünlü hocalarından Talariko Bey’den ders alır. Konservatuvar yıllarında daha çok İtalyanca, Fransızca rumbalar ve foksrotlar söylese de -mûsiki hocası Kaptanzade Ali Rıza Bey’in bestelediği- “Efem”, “Çoban Yıldızı”, “Aşk Mevsimi”, “Akşam Garipliği”, “Zavallı Aşk“ gibi Türk müziği örneklerini de icra eder. Sonradan Süreyya Sineması’nın olacağı binada, o zamanlar Kadıköy Opereti denilen yerde ilk kez sahneye çıktığında yaşı henüz onaltıdır.
“Çok genç yaşta konservatuara girdim. Sesim alaturkaya gitmiyordu, tangoya müsaitti. Hocam da öyle teşvik etmişti. İtalyanca ve Fransızca söylüyordum. İlk söylediğimde beş yıllık öğrenci sanmışlar, oysa başlayalı iki ay olmuştu.(…) İlk konserim Kadıköy’de Opera Sineması’ndaydı. Kaptanzade Ali Rıza Bey’in bestelerini söylemiştim. Bundan sonra daha profesyonelce çalışmak için teklifler aldım. O zamanlar Dervişzade İbrahim Bey Beyoğlu’nda bir gece kulübü açmıştı. Adı Moulin Rouge. Orada söylemeye başladım.(…) Oldukça sakin bir yerdi. Safiye Ayla da yanılmıyorsam ilk burada sahneye çıkmıştı. Biz söylerken dans edilmezdi. Baştan sona programdı.(…) Annemle gider programı bitirince çıkar giderdim. Öyle taşkınlığı olan bir yer değildi ama yine de bu hayat hoşuma gitmiyordu. İçki içen insanları eğlendirme işini hiç bir zaman benimseyemedim”.
“Sizden önce veya sizin zamanınızda Batı Müziğinin yıldızları kimlerdi?”
“Ben aslında ilk değilim ama ilklerdenim. Benden önce Fikriye Hanım ve Afife Hanım vardı. Kırmızı Değirmen’de tanıştım Fikriye Hanım’la. Benden hem yaş hem cüssece büyüktü. Necip Celal Andel şarkıları için sesi çok uygun değildi. O da mesela Muhlis Sabahattin Bey’in şarkılarından ‘Ayşe’ gibi şarkıları söylüyordu”.(3)
Moulin Rouge
Onu Moulin Rouge’da görüp vurulan Teğmen Sait Oskay’la evlenir 1933 yılında ve sahne yaşamını geride bırakır. Eşinin şark hizmetini sürdürmekte olduğu Sarıkamış’a taşınsa da, yılda birkaç kez İstanbul’a gelerek plak doldurmayı sürdürür.
“Evlendiğiniz subay sizi buradayken mi tanımıştı?”
“Öyle oldu. Zaten bütün subaylar birliklerinden kaçıp oraya geliyorlardı. (…) Evlendikten sonra bazı plak şirketleriyle anlaştım. Columbia’ya, Odeon’a da plak yaptım ama asıl Sahibinin Sesi ile yılda on plaklık bir anlaşma yapmıştık. Yılın belli zamanında İstanbul’a geliyordum (O zamanlar kocam şark hizmetindeydi) plakları doldurup dönüyordum”. (4)
Seyyan Hanım 1942’de ikinci çocuğunun doğumundan sonra sessizliğe çekilir. 1978’de Darıca’da deniz kenarındayken, bir radyo yapımcısı tarafından tanınır ve birkaç radyo programı davetini kabul eder (Maalesef bu radyo kayıtlarının saklanması akıl edilmemiştir). 1980’de davet edildiği, AKM’deki Fehmi Ege’yi anma gecesinde, “Kırk yıldır dinleyici huzurunda söylemedim, bir kusurum olursa affedin” diyerek son kez dinleyicilere seslenir.
1989’da İstanbul Maltepe‘deki evinde yetmişaltı yaşında yaşama veda eder bu büyük şarkıcı. Ölümü de yaşamı gibi sessiz, sakin ve alçakgönüllü olur; ölüm haberi gazetelerde dahi yer bulmaz.
[Çeşitli yerlerde “‘Mazi’yi en işi şu okur” ya da ”En iyi yorum şunundur” gibi değerlendirmelere rastlıyorum. Hepsi muhakkak ki çok güzel ancak bence bu şarkıyı en iyi yorumlayan -hâlâ- Seyyan Hanım...]
Türk Tangosu
Tango müziği, Akdeniz melodilerinin, Batı armonisinin ve Avrupa şarkı formlarının Latin Amerikalı ve Afrikalı yerel ritmlerle bir potada erimesiyle ortaya çıkan bir dans müziği. 19. yüzyıl ortalarında Buenos Aires limanını çevreleyen varoşlarda doğar tango, yarım yüzyıl içinde de Avrupa’ya ulaşır. Ulaştığı her ülkede yerli müzik mirasıyla etkileşerek yerelleşen tango, Fransız Tangosu, Arjantin Tangosu, İtalyan Tangosu gibi alt türlere bölünerek zenginleşir; Türk tangosu da bu yerelleşmiş türlerden biridir.
Tango (müziği), şaşkınlık uyandıran bir hızla yaygınlaşır 1923’te kurulan Cumhuriyet’te ve yüzünü Batı’ya dönmüş genç Cumhuriyet tarafından ilk benimsenen –görece popüler- müzik türü olur. Hatta denilebilir ki tango yeni dönemin–kökeni yurt dışı olsa da yerlileşmiş- ilk çoksesli müziğidir [Aslında tango Cumhuriyet öncesinde de -çoğunluğu gayrimüslim olan- kentli bir kesim tarafından bilinir ve takip edilir; Avrupa ve Arjantin’de popüler olan tango taş plaklar(5) birkaç aylık gecikmeyle Osmanlı başkentine de ulaşır].
Tango, genç Cumhuriyet’in çağdaş uygarlık projesinde en kritik rolü üstlenen, kadın’ın özel ve kamusal alanda erkeklerle eşit olarak yer alması hedefinin müzikteki karşılığıdır bir yönden. Çünkü tıpkı rumba ve fokstrot gibi tango da kadın ve erkeklerden oluşan çiftlerin dansına eşlik eden bir müzik türüdür. Figürlerde ilk hareket daha çok erkeklerden gelse de bütününe bakıldığında tangoda kadın ve erkeğin rolleri birbirine denk ve eşdeğerdir, kadın da erkek kadar aktif ve söz sahibidir dans boyunca. Cumhuriyet’in, kadının toplumsal rolü hakkındaki tasarısıyla simgesel olarak örtüşmesi dışında, tango müziğinin algısal olarak –biraz ağdalı ve alçalıp yükselerek akan alaturka Türk müziğinin aksine- köşeli ve canlı niteliğiyle Osmanlı zihin evreninden kopuşun da bir simgesi olması çok muhtemel.
Cumhuriyet’in bu yeni doğrultusunda ilk yol açıcılardan biri de besteci Necip Celal Andel.(6)
NECİP CELAL
Necip Celal Andel 1908’de İstanbul'da dünyaya gelir. Nazır Mehmet Celalettin Bey'in oğludur. Müziğe çok yeteneklidir, erken yaşlarda kanun, piyano, ut ve mandolin çalmayı öğrenir. 16 yaşına geldiğinde kemana heves eder. Katarakt yüzünden görüşü ileri derecede bozulunca tedavi için ağabeyinin eğitim gördüğü Almanya'ya gider ve orada kaldığı altı ay boyunca keman ve kompozisyon dersleri alır. Ülkeye dönüşünden sonra Tahir Sevenay'dan(7) dört yıl boyunca müzik dersleri almaya devam eder. Dans merakı yüzünden fokstrot ve tangoya ilgi duyar, bir süre sonra kendi bestelerini üretmeye başlar. 1928’de yirmi yaşındayken “Mazi Kalbimde Bir Yaradır” tangosunu besteler (Denir ki Necip Celal bu tangoyu kız arkadaşı tarafından reddedilmenin kederiyle bir gecede bestelemiştir; demek ki bu -biraz da kalpsiz- genç hanıma bu güzel tango için bir teşekkür borçluyuz). Necdet Rüştü Efe’nin besteyle ruhdaş şarkı sözleriyle de ilk Türkçe sözlü tango ortaya çıkar. Şarkı bir topluluk önünde ilk kez, bestelenmesinden dört yıl sonra, 1932’de Seyyan Hanım tarafından Moulin Rouge kulübünde seslendirilecektir.
Sevdim Bir Genç Kadını
“Mazi”den sonra Necip Celal on tango daha besteler, bunlardan –muhtemelen- en çok bilineni, “Sevdim Bir Genç Kadını” ya da “Kemanımla Sana Bir Ses Verebilseydim Eğer” adlarıyla da tanınan “Özleyiş” tangosudur. Öyküsü de ilginç:
“…Bir başka notta bu gazete haberinin hikâyesini anlatmış Necip Celal. Haliyle inanmamış böyle dünyaca ünlü bir starın ülkemize gelip onun tangosunu söylemiş olduğuna: Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle ülkemize gelsin de benim tangomu okusun, demiş.
İnanmamakta ısrar eden Necip Celal’e bir arkadaşı gazetedeki bu haberi göstermiş. Haber doğru! Beyoğlu’ndaki meşhur Tokatlıyan’da kalıyor Evelin Hold. Telefon ediyor Necip Celal. Teşekkür ediyor. Evelin Hold da kendisini uzun süredir aradığını, muhakkak görüşmek istediğini söylüyor
Necip Celal Andel de tıpkı Rodrigo gibi âmâ... Evelin Hold, Andel’in gözlerinin iyileşmesi için temennilerde bulunuyor ve Hale Sineması’ndaki konsere davet ediyor. Evelin Hold, sahneye adımını atar atmaz salon yıkılıyor alkıştan. Hınca hınç dolu o gece Hale Sineması.
Vaktiyle Londra’da duvarlara: Clapton is God yazarlarmış. Evelin Hold da o gece öyle alkışlanıyor. Sırasıyla; Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söylüyor ve nihayet sıra Türkçe şarkıya, yani Necip Celal’in Mazi’sine geliyor. İşte o an Evelin Hold’un jesti geliyor...
Elini kaldırıp Necip Celali işaret ediyor Evelin Hold ve Mazi, Necip Celal, diyor. Ne göğsünde uyuttu beni. Ne buseyle avuttu beni. Geçti ardından uzun yıllar. O kadın da unuttu beni, diyerek söylemeye başlıyor. Şarkıyı o gece 4 defa söyletiyorlar Evelin Hold’a. Ortalık alkış kıyamet..
Şarkı bitince kulise gidiyor Necip Celal. Evelin Hold’a bir kere daha teşekkür ediyor ve ellerinden nazikçe öpüyor. Fakat Evelin Hold sahiden hayran olmuş Necip Celal’e. O şiveli konuşmasıyla: Ne harika tangolar bunlar Necip Bey, diyor. Velhasılıkelâm iyi dost oluyorlar...
Ertesi gece için randevulaşıyorlar. Nerede? Suadiye Plaj Gazinosu’nda. Günlüğüne yazdığı notta Necip Celal o geceyi şöyle anlatmış:
“Suadiye planı bana bu akşam her zamankinden daha güzel geliyor. Mehtap denizin üzerine vurmuş, etraf sessiz, konuşmadan geceyi dinliyoruz. Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim, Yusuf Kenan, Holywood muhabiri Turan Aziz ve daha birçok sevdiğim arkadaşlarım... Şimdi ellerimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içinden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor. Kendimden geçmiş bir halde mütemadiyen çalıyorum. O da etrafın isteği üzerine Mazi’yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi. Schuman’ın Akşam şarkısı, Fibich Poem ve onun çok sevdiği Toselli serenad. Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken, mehtap da artık kayboluyordu. Gazino tamamıyla bizim için kapatılmıştı. Onunla tadına doyulmaz, rüya gibi bir dans ettik, eğlendik. Dans ederken bana: Mazi’yi hiç unutmayacağım, dudaklarımdan hiç eksik etmeyeceğim, dedi. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. İçimden coşup gelen bir takım sesler var. Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor, fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordiyonu elime alarak, Ayrılık’ı çaldım. Yanıma yaklaştı, dans eder gibiydik yine ama ele ele tutuşmuyorduk.
İşte o anda bana, üzerine çok samimi sözler yazılmış bir fotoğrafını verdi ve sonra tekrar dans etmeye başladık. Ona bir cesaret: Ne olur bu gece hiç bitmese, dedim. Ben bu sözleri söylerken, plajın saati 3’ü çalıyordu. Sabah gidecekti. Beni unutma, dedim. Sen de, dedi.
O akşam ağabeyimin Erenköy’ündeki köşkünde kalacaktım. Yayan yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim. Zihnim hep onunla meşgul. O melodiyle meşgul. Öylece pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda yaz böcekleri, kurbağalar ve sık çalılar arasında duyulan bir tek bülbül sesi. Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu. Gayri iradi piyanoya doğru yürüdüm. Başımda inanılmaz bir ağrı. Hemen oturup en sessiz pedala basarak içimden gelen sesleri yavaş yavaş çalmaya başladım. Çünkü başka türlü olmayacaktı. Mümkünü yoktu. O gece yazdığım beste ise şöyleydi:
Sevdim bir genç kadını
Ansam onun adını
Her şey beni ona bağlar
Kalbim durmadan ağlar
Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer
Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer
Ne yazık ki deniz engin şu ufuklar ölgü
Bin elemle doluyor her yeni gün” (8)
Necip Celal tango dışında, keman, obua ve viyolonsel için konçertolar (Cumhuriyet tarihindeki ilkler arasında) ve keman için etütler besteler. Yıllar içinde daha da kötüleşen göz rahatsızlığı yüzünden son yıllarını neredeyse görme engelli olarak geçirecek, ancak yanındakilerin yardımıyla müziğini nota kağıtlarına aktarabilecektir.
Bu ilginç ve öncü besteci 1957’de İstanbul’da yaşama veda eder.
Bir yüzyılı aşkın bir zaman önce, erkek kardeşleriyle eşit gördüğü için kızına “Seyyan” adını veren Osmanlı babalardan, kendi zorba düzenlerini kurabilme ve yaşatabilmenin ancak kadınları toplum sahnesinden silmekle olanaklı olduğunu bilen; kadının görmesini, duymasını, bilmesini, öğrenmesini, olmasını istemeyen günümüz karanlık zihniyetine kadar, ne kadar geriye savrulmuşuz!..
Kadınların diğer herkesle seyyan olacağı güzel günlere…
Yarınki Dünya Kadınlar Günü hepimize kutlu olsun…
- Prozodi -en basit anlatımıyla- bir şarkıdaki söz ve melodinin uyumudur, sözlerin içeriğiyle ezginin ritm/makam olarak uyuşması, sözlerdeki vurgular, vurguya göre sesin pesleşmesi/tizleşmesi gibi özellikler de prozodinin bileşenleridir. İlk Türk tangolarında görülen prozodi eksiklikleri zamanla azalarak ortadan kalkacaktır.
- “Mazi”den önce kaydedilen bir Türk tangosu daha vardır, Muhlis Sebahattin Ezgi’nin 1927/28 yıllarında kaydettiği enstrümental “Tango Türk” ilk yerli tango parçası sayılır. Muhlis Sebahattin Ezgi sonraki yıllarda tangodan çok Klasik Türk Müziği ve opera üzerinde yoğunlaşacaktır. “Hatırla Sevgili” ve “Ayşe Opereti” en tanınan eserleri arasındadır.
- Murat Belge’nin 1985’te Seyyan Hanım’la yaptığı röportajdan.
- Aynı röportajdan.
- Bizim bugün taş plak dediğimiz plakların ilk seri üretimi 1898’de Almanya’da başlar. Öncesinde, mukavva, pamuk, balmumu gibi değişik malzemelerin karışımıyla üretilen –ve oldukça dayanaksız olan- plaklar, bir süre sonra “şellak” (shellac) adı verilen güçlü doğal reçinenin de karışıma katılmasıyla daha dayanıklı hale gelir ve bu plaklara İngilizce “unbreakable” (kırılmaz) adı verilir. “Kırılmaz plak” deyimi sonradan Türkçeye “taş plak” olarak girer.
- Ailesi 1934’te çağdaş ve Türkçe vurgulu bir soyadı almak isteyip de biri üzerinde anlaşamayınca, yakın aile dostları Yahya Kemal Beyatlı, “yurduna and içen” anlamına gelen “Andel”i önerir. Aile sonradan söylenme kolaylığı için “Antel” soyadını benimsese de Necip Celal Yahya Kemal’e saygısından dolayı “Andel” soyadını kullanmaya devam eder.
- Dönemin ünlü müzik hocalarındandır; yazdığı müzik kitapları 1970’lere kadar ilköğrenimde okutulmuştur. Aynı zamanda Darüşşafaka Marşı’nın da bestecisidir.
- Zeynep Kural, yeniadana.net, 20.10.2020 (Yazıda “Evelin Hold” olarak Türkçe okunuşuyla geçen kişinin asıl adı “Evelyn Holt”dur, o dönem ünlü olan Alman bir şarkıcı ve oyuncudur).