Oğuz Pancar
Isadora Duncan-II
Rönesans’ta pek çok kültürel yapısı “miras alınan” antik Yunan, 18. ve 19. yüzyıllarda daha çok bir “yansıtmanın” öznesi olur. Avrupa’da o dönem için yeni, çağdaş ve akılcı ancak toplumsal bir direnç görmesi olası her değişim için önce bunun eski Yunan’da olup olmadığına bakmak bir refleks olur neredeyse
Çıplak ayakla dans etti, evliliği reddetti, konformizmi(1) hor gördü ve sınırları olmadan, özgürce yaşamayı amaçladı. Isadora, bedeni doğanın eşsiz ritminde salınır ve dansının ruhu tüm kalıplaşmış tabuları bir bir devirirken, doğayla tek parça oluverir gözlerimizin önünde. Tutkulu, kışkırtıcı ve cüretkar Isadora Duncan’ın, balenin katı kurallarını bütünüyle yok sayan ve antik Yunan’dan esin alan dansını basitçe tanımlamak gerekirse, beden ve doğanın uyumu demek gerekir, daha doğrusu bedenin doğayla bütünleşmesi, onunla ahenk içinde salınması.
“Kalıcı, mutlak ve evrensel bir ilişki, form ve hareketi birleştirir; bu, dayandığım tek büyük ilkedir, çünkü aynı ritmik bütünlük doğanın tüm görünümlerinde kendini açığa vurur. Su, rüzgar, bitkiler, canlılar ve maddenin tüm parçacıkları, temel çizgisi dalgalanma olan bu egemen ritme uyar. Doğa hiçbir yerde sıçramalar ya da kırılmalar ortaya koymaz, yaşamın tüm aşamaları arasında bir süreklilik vardır, tüm güzelliklerden yoksun bir kukla olmak istemiyorsa, bir dansçının saygı duyması gereken bir akıntıdır bu. Doğada en güzel formları aramak ve bu formların ruhunu ifade eden hareketi ortaya çıkarmak, dansçının görevidir.(2)”
Antik Yunan Modası
Duncan’ın bu yaklaşımı, çağının gözde yaklaşımlarından bağımsız değildir aslında. Avrupa’da, yine çok etkilediği Bizans ve İslam kültürüyle birlikte Rönesans’ın tetikleyicilerinden olan antik Yunan kültürü, 18. ve 19. yüzyılda yeniden gözde olur Avrupalı aydınlar arasında. Doğrudur, Girit üzerinden Mısır, Fenike üzerinden Doğu Akdeniz ve Anadolu üzerinden Pers kültürüyle akışkanlık içinde olan antik Yunan uygarlığı, tüm bunları -diğerlerine göre- daha akılcı bir biçimde birleştirmeyi başarmıştır. Yunanlıların siyaset, askerlik, kent yönetimi, sanat ve bilimde oluşturduğu toplumsal yapılar, kendini onun mirasçısı sayan Avrupa kültürü için başvuru kaynağı olmuştur her zaman. Herhangi bir kültürel ögenin antik Yunan’da da bulunması, onun rasyonalitesi için bir onay belgesi yerine geçmiştir çoğunlukla.
Antik Yunan kültürünün Avrupa ve sonra Kuzey Amerika’daki aydınlarla etkileşimi ilginç bir seyir izler. Rönesans’ta pek çok kültürel yapısı “miras alınan” antik Yunan, 18. ve 19. yüzyıllarda daha çok bir “yansıtmanın” öznesi olur. Avrupa’da o dönem için yeni, çağdaş ve akılcı ancak toplumsal bir direnç görmesi olası her değişim için önce bunun eski Yunan’da olup olmadığına bakmak bir refleks olur neredeyse. “Eski Yunan’da varsa, demek ki -hâlâ- çağdaştır ve rasyoneldir” anlayışı, kaynaklık eden “Antik Yunan”ın, Avrupa kültürünün -bu kez- geri yansıtılmasıyla “Proto-Avrupa” epistemesine dönüştüğünün göstergesidir bu. Isadora Duncan’ın, yaptığı dansın antik Yunan’dan esinlendiği yönündeki açıklaması da bu türden bir yansıtma daha çok; çünkü eski Yunan uygarlığı, siyaset, bilim ya da felsefe alanında yüzyıllar sonrasına esin kaynağı olabilecek kimi parıltılı özelliklere sahip olsa da, kadın dansı ya da daha genel olarak kadının toplumdaki yeri, bunlar arasında yer almıyor.
Yunan Dansları
Eski Yunan’da dansın en eski kayıtlarına Girit’te rastlıyoruz, ki böyle olması da doğal çünkü Yunan karası hâlâ neolitik çağı yaşarken Girit, dönemindeki en gelişmiş teknolojik ve kültürel uygarlıklardan birine sahip. Erken Bronz Çağı’na, günümüzden neredeyse dört bin yıl öncesine tarihlenen mezarlarda bulunan heykelcikler, dansın adanın kültüründe ne denli önemli olduğunun kanıtları. M.Ö. 1500’lerden başlayarak, adanın ünlü kırmızı-siyah çömlekleri üzerinde kadınlı erkekli pek çok dans eden insan figürüne rastlıyoruz. Bu figürlerden çıkarsadığımızsa, dansın bireysel değil işlevsel ve toplumsal bir eylem olduğu. Tapınaklarda düzenli olarak yapılan tören ya da kurban ayinlerinin, hasat kutlamalarının ve düğünlerin ayrılmaz bir parçası olan toplu danslarda belirli figür ve kurallar vardır. Savaşçıların kılıç/mızrak ve kalkanla yaptığı danslar yalnızca törenlerde değil, erkek çocukların Gymnastike’lerdeki eğitiminde de yer bulur. Kısacası, dansın kimler tarafından ve nasıl yapılacağı belirlidir. Antik Yunan’da dans, özgürlüğün ya da bireyselliğin bir dışavurumu olmamıştır hiç bir zaman.
[Yeri gelmişken, biliyorsunuz Osmanlıların Girit Adası’nı Venediklilerden alması, 24 yıl süren uzun çatışmalardan sonra 1669’da mümkün olmuştur. Giritliler anlatır ki, adayı ele geçiren Osmanlı levendleri Giritli kadınları onlar için dans etmeye zorlar. Bununla da kalmaz, dans ederken kayıp düşmelerine gülebilmek için yere kaygan bir sıvı da dökerler. Kadınlarsa düşmemek için dans ederken birbirlerinin kollarını sıkıca kavrarlar ki kalamatianos (çember halay) dansı bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Tahmin edersiniz ki bu öykünün gerçekle ilgisi yok. Çember, düz hatta zikzaklı halaylar, Girit’in Osmanlılarca alınmasından üç bin yıl öncesinde bile Girit’te yapılırdı ve hatta derler ki, çember halay, tapınak rahibelerinin kültün(3) çevresinde birbirlerinin kollarını tutarak dans etmeleriyle ortaya çıkmıştır ilk olarak.]
Kadınların tek olarak yaptığı danslar varsa da bunlara yalnızca symposium adı verilen ve yalnızca erkeklerin katılabildiği içkili ziyafetlerde rastlayabiliyoruz. Özgür kadınların alınmadığı bu ziyafetlerde dans eden, akrobasi yapan kadınlarsa hetaira denilen üst sınıf fahişeler; cinsel hizmet sunmak dışında dans edebilen, şarkı söyleyebilen ya da örneğin İlyada’yı ezbere okuyabilen bu eğitimli kadınlar çok sonraki dönemlerin Japon geyşalarına benzer daha çok.
Gördüğümüz gibi antik Yunan’da tek başına dans eden kadınlara yalnızca sarhoş erkeklere hizmet ederlerken rastlıyoruz; Pek çok konuda Avrupa’ya esin vermiş olabilir ancak kadının toplumsal değeri konusunda antik Yunan hiç de iyi bir örnek oluşturmaz. Isadora Duncan, idealize ettiği antik Yunan’dan, olmak istediği kadını alıp ona can vermiştir yalnızca.
[Duncan’ın sanatında, doğal olanın güzel olduğunu savunan ve doğal hareketin, bedenin yapısı ve yerçekimininin uyumuyla ortaya çıktığını söyleyen Francois Delsarte’ın(4) da etkisi vardır.]
Isadora Duncan’ı Londra’da bırakmıştık geçen hafta. Orada bir stüdyo kiralayan ve çalışmalarını sürdüren Duncan’ın yaptığı gösteriler izleyicileri şaşkına çevirir. Aldığı tepkiler zıt uçlardadır, kimileri görülmemiş ve olağanüstü olarak nitelerken diğerleri içinse büyük bir skandaldır onun dansı. Aslında Duncan’ın dansı için Londra doğru yer değildir pek; 20. Yüzyılın başında Avrupa’nın sanat başkentleri Londra’dan çok Paris, Viyana ve Berlin’dir. Duncan da rotasını Paris’e çevirir.
Londra’da, üzerinde ince bir tül ve çıplak ayakla dans eden bir orman perisinin olduğu haberi daha o varmadan çoktan ulaşmıştır Paris’e …
- Bazı kültürlü arkadaşlarım tarafından bile yanlış kullanıldığını gördüğüm için, çekinerek bu dip notu ekleme gereği duydum. Konformizm, rahatına düşkünlük, şatafattan hoşlanma anlamına gelmez (bunun için doğru sözcük “hedonizm”dir); toplumdaki genel geçer kurallara, törelere sorgusuz uymak demektir konformizm, “suya sabuna dokunmamak” olarak da anlaşılabilir.
- Geleceğin Dansı, Isadora Duncan, 1916.
- Bir tanrı/tanrıçayı simgeleyen anıt heykel.
- 1811-1871 arasında yaşamış Fransız şarkıcı, besteci ve sanat filozofu.