Oğuz Pancar
Duvar Resminin Kısa Tarihi-IV
Birkaç şey çiziktirerek çok daha fazla para kazanabilirim. Mağazam, metro istasyonlarında yaptığımın bir devamı aslında, yüksek ve düşük sanat arasındaki engelleri kırmak…
1980’lere gelindiğinde, artık ABD’de siyah ve Latin kökenli azınlıkların yaşadığı her mahalleyi kaplamış olan graffitilerin, gitgide salt yazıdan daha figüratif şekillere dönüştüğüne, “karikatürize” insan ya da hayvan figürlerinin duvarlarda daha sıklıkla görüldüğüne tanık oluyoruz. Bunlar arasından biri, Harlem ve Bronx’u ortağı Al Diaz’la birlikte “SAMO”(1) imzasıyla dolduran Jean-Michel Basquiat, aynı zamanda duvardan tuvale geçişin ilk örneklerinden.
1960’da Porto Rikolu bir anne ve Haitili bir babanın çocuğu olarak New York’ta dünyaya geliş. Ruhsal sorunları olsa ve bu yüzden sık sık hastaneye yatmak zorunda kalsa da oğlunu kentin bütün müzelerine taşıyan bir anne. O 8 yaşındayken ebeveynlerinin boşanması. Babayla kalan çocuklar. İki yıl Porto Riko’da yaşama, sonra yeniden New York’a dönüş. Çocuklarıyla yeterince ilgilenemeyen bir baba. Graffitiye başlama. Disiplin sorunları yüzünden okullardan atılma. Uyuşturucuya başlama. Sonunda evden de kovulma. Sokaklarda uyuma. Müze önlerinde kendi resimlerini satmaya uğraşma. Sonunda bazı dergilerde esrarengiz “SAMO” ile ilgili yazılar çıkması. Birkaç televizyon programına davet. 1980’de “The Times Square Show” sergisinde sanat eleştirmenlerinin dikkatini çekme ve yıldızın birdenbire parlayarak New York sanat dünyasının “harika çocuğu” haline gelme.
Tam bir “peri masalı” gibi, değil mi? Ama bu masal ne yazık ki mutlu sonla bitmiyor. Graffiti yazarlığından galeri ressamlığına geçen ve resimlerinden hatırı sayılır bir spara kazanmaya başlayan Jean-Michel Basquiat, bir süre sonra Andy Warhol’la tanışır, hatta bir süre onun evinde yaşar. Yeteneği dışında egzotik fiziksel çekiciliği ve ilgi uyandıran geçmişiyle kısa sürede New York sanat çevrelerinde bir “celebrity” olan Basquiat’a iyi gelmez tüm bu değişiklikler. Graffiti yaparken tanıştığı ve çok yakın dost olduğu Keith Haring’in dediği gibi, “Sanat sahnesine karşı onca eleştirel olduktan sonra Jean-Michel aniden eleştirdiği şey haline dönüşür”.
Son derece pahalı takım elbiseler giymeye başlayan, lüks gece kulüplerinde su gibi para harcayan, yoksul mahallelerden geçerken şoförlü otomobilinin penceresinden yüz dolarlık banknotları dışarı saçan genç adam, yönünü şaşırmış gibidir; New York’un bir gettosundaki zorlu çocukluk yıllarında biriktirdiği öfke ve isyanla beslenen sanatı ona ün ve parayla birlikte büyük bir boşluk da getirmiştir. Zaten hiç bırakmadığı uyuşturucuyla doldurmaya çalışır o da bu boşluğu ve 1988’de, 27 yaşındayken aşırı dozdan yaşamını kaybeder; ölmek için ne kadar erken bir yaş…
[Jean-Michel Basquiat’nın sanatı daha çok, 1980’lerde ABD’nin gözde sanat akımı “Yeni Dışavurumculuk” türünde değerlendirilir; ancak onun etnik ve kültürel kökenleriyle öfkesini harmanlayan benzersiz tarzını “İlkelcilik” akımında düşünmek de olanaklıdır.]
Jean-Michel Basquiat’la birlikte New York sokaklarından sanat galerilerine geçiş yapan graffiti yazarlarından biri de Keith Haring. 1958’de Pensilvanya’da küçük bir kasabada dünyaya gelen Haring, çizgi film çizeri ve illüstratör olan babası sayesinde çizimle çok erken yaşlarda tanışır. Çocuk kitapları çizeri Theodor Seuss Geisel’in tarzını taklit ederek eline geçen her boş kağıdı doldurmakla başlayan çizim merakı, çocukluktan çıkınca mahalle duvarlarına yönelecek ve Haring’in duvarlara olan tutkusu yaşamının sonuna dek sürecektir.
Liseden sonra başladığı, Pittsburgh’daki Ivy School of Professional Art’a(2) girdikten bir süre sonra okulu bırakmasının nedeni de aynı tutkudan kaynaklı aslında; Haring bir grafiker olmak istemez, daha doğrusu başkalarının değil yalnızca kendinin istediklerini çizebilmek önemlidir onun için.
1978’de ilk kişisel sergisini açar Keith Haring ancak ona asıl ün kazandıracak olan, aynı yıl taşındığı New York’taki graffitileri olur. Önce kentin Doğu Yakası’ndaki duvarlara çizgi film karakterlerine benzer çocuksu figürlerini çizen Haring’in kaderi, New York metro istasyonlarındaki siyah renkli boş reklam panolarına -izinsiz olarak- yaptığı resimlerle değişir. Her gün milyonlarca New Yorklunun önünden geçtiği reklam panolarını eserleriyle süsleyen Haring bir süre sonra herkesin tanıdığı ve merak ettiği kült bir sanatçı haline gelir.
Keith Haring’in eserlerini bir sınıfa sokmak kolay değil, resimden çok çizgi film ve grafik sanatına yakın duran çalışmaları için “Naif Sanat” nitelemesi yapmak sanırım yanlış olmaz. Haring’in yalnızca dış konturlarını çizdiği, ses ve hareketin -karikatürlerdeki gibi- kısa çiziklerle anlatıldığı eserleri sıklıkla toplumsal bir iletinin taşıyıcısıdır. İçindeki çocuk ruhunu hep yaşatmış olan Haring, toplumsal duyarlılığı da en yüksek sanatçılardan; ayrımcılığa karşı, çocuklar yararına ya da yetimhaneler, hastaneler için duvarlara yaptığı çalışmalar saymakla bitmeyecek kadar çok.
Haring’in toplum yararına çalışmalarında 1980’lerden başlayarak AIDS konusunda bilinçlendirme önemli bir yer tutar. Haring eşcinseldir ve bunu gizlemez; eserlerinden kazandığı paranın önemli bir kısmını AIDS hastaları yararına harcayan sanatçı ne yazık ki 1988’de kendi de aynı hastalığa yakalanır ve iki yıl sonras yaşama veda eder.
[Keith Haring, 1986’da Soho’da, kendi çizimlerini taşıyan tişörtler, çoraplar, posterler ve çeşitli diğer aksesuarların oldukça makul fiyatlarla satıldığı “Pop Shop” mağazasını açar. Kimilerinin, sanatını ticarileştirdiği yönündeki eleştirilere karşı Haring’in yanıtı, onu iyi yansıtır, “Birkaç şey çiziktirerek çok daha fazla para kazanabilirim. Mağazam, metro istasyonlarında yaptığımın bir devamı aslında, yüksek ve düşük sanat arasındaki engelleri kırmak…”
“Pop Shop” Haring’in ölümünden sonra da açık kalır ve tüm geliri, sanatçının 1988’de, çocuklar ve AIDS hastaları yararına kurduğu vakfa aktarılır. Bugün bile kimi giysi koleksiyonlarında sıklıkla gördüğümüz Keith Haring eserlerinden gelen gelir aynı vakfa aktarılmaktadır.]
Haftaya, yakın zamanların en ünlü -ve gizemli- graffiti sanatçısı Banksy ile devam edelim…