Oğuz Pancar
Farklı bir “Sugar Man” / Hermann Szobel
Stüdyodaki müzisyenlerin hafif alaycı gülümsemeleri hayret ifadesine dönüşüyor yavaş yavaş, belki “gelmiş geçmiş en büyük piyanist” denemez ancak bu genç gerçekten müthiş çalıyor. Henüz 17 yaiında ve adı Hermann Szobel
1975, New York, Hit Factory kayıt stüdyoları. Roberta Flack beşinci albümü “Feel Like Makin’ Love” albümünü kaydediyor. Sabah erken başladılar, Stevie Wonder bestesi “I Can See the Sun in Late December” şarkısını prova ediyorlar. O sırada stüdyoya zayıf, uzun boylu bir delikanlı dalıyor heyecanla, en fazla 18 yaşında var yok. “Gelmiş geçmiş en büyük piyanist olduğunu” söylüyor ve “inanmıyorlarsa onu hemen burada dinlemelerini” istiyor. Flack ve orkestrasındaki müzisyenler gülüyorlar ama delikanlının bu özgüveni hoşlarına da gidiyor bir yandan. Piyano başındaki Flack taburesini gence bırakıyor ve genç delikanlı çalmaya başlıyor. Stüdyodaki müzisyenlerin hafif alaycı gülümsemeleri hayret ifadesine dönüşüyor yavaş yavaş, belki “gelmiş geçmiş en büyük piyanist” denemez ancak bu genç gerçekten müthiş çalıyor…
Harika Çocuk
Stüdyoya dalan bu delikanlının adı Hermann Szobel, o sırada henüz 17 yaşında. Geçmişi hakkında bilinenler bugün bile çok değil; albüm kapağında yer alan sanatçı biyografisinde yazılanlardan başka geçmişi hakkında bilinenler çok az. 1958’de Viyana’da doğmuş, bir “harika çocuk” olarak 6 yaşında piyano eğitimine başlamış ve alıştırmalarda çoğunlukla Chopin eserlerini çalışmış, sonrasında Martial Solal ve Keith Jarrett en çok etkilendiği müzisyenler olmuş (ki gerçekten çalma tekniği yer yer ikisini de andırır). Sonra da caz dünyasını fethetmek üzere ABD’ye göç etmiş.
Szobel’in kayıt stüdyosuna dalışı sadece yeteneğinin ve özgüveninin sonucu değil tabii ki; müzik tarihi, olağanüstü yetenekli olmasına rağmen bir kayıt stüdyosu görmeden ve iz bırakmadan gelip geçen sayısız müzisyenle dolu. Hermann Szobel, zamanın ünlü emprezaryolarından (manejer) Bill Graham’ın yeğeni aynı zamanda. Bu yakınlık ona belki kendi yeteneğiyle uzun çabalar sonucunda açabileceği kapıları kolayca açar, ancak o da kendisine duyulan güveni boşa çıkarmaz, uzun kayıt çalışmaları sonunda kendi adını taşıyan çok etkileyici bir albüm çıkarır ortaya : “Szobel”.
Hermann Szobel, zamanın ünlü emprezaryolarından (manejer) Bill Graham’ın yeğeni aynı zamanda. Bu yakınlık ona belki kendi yeteneğiyle uzun çabalar sonucunda açabileceği kapıları kolayca açar, ancak o da kendisine duyulan güveni boşa çıkarmaz, uzun kayıt çalışmaları sonunda kendi adını taşıyan çok etkileyici bir albüm çıkarır ortaya: “Szobel”
Martial Solal, Keith Jarrett, Frank Zappa
Albümde kendisine kuvvetli bir müzisyen kadrosu eşlik eder : bas gitarda Michael Visceglia, davulda Bob Goldman, vurmalılarda Dave Samuels ve nefeslilerde Vadim Vyadro. Ortaya çıkan albüm ilginçtir, klasik cazın yanı sıra rock ve klasik müziğin füzyonu olan 5 parçanın tümü Szobel bestesidir. Çalma tekniği Solal ve Jarrett’den esintiler taşısa da gayet kendine özgüdür; besteleri Frank Zappavari kompleks bir kompozisyona sahiptir.
Bazı dergilerde hakkında “kendi yaşının iki katı deneyime sahip pek çok müzisyenden daha iyi çaldığı” gibi olumlu eleştiriler çıksa da, bu ilginç albüm -belki biraz da zamanının ötesinde olmasının etkisiyle- pek iyi satmaz; zaten hastalıklı bir özgüvene sahip olan bu genç delikanlı gitgide daha çok hırçınlaşsa da pes etmez ve hemen ikinci bir albümün çalışmalarına girişir. Bu albümün bir kayıt çalışması sırasında –yeniden- sinir krizi geçirir ve stüdyoyu terkeder. Stüdyodakilerin onu son kez görüşü olacaktır bu.
Münzevi, Köpekleri Sever
Sahneye girişi kadar çıkışı da alayişli olan Szobel’in bundan sonraki yaşamı daha da sis örtüsü altında, birkaç bölük pörçük bilgi kırıntısı var elimizde sadece, bir tek annesinin 2002’de polise yaptığı kayıp bildirimi var güvenilir olan. Bu bildirimde annesi, oğlu ile en son 2001 yılında görüştüğünü, o sırada Hermann’ın Los Angeles’te olduğunu, o zamandan bu yana kendisine ulaşamadığını bildirmiş polise. Kayıp başvurusunda annesi tarafından verilen bilgilerde, “münzevi, köpekleri sever, esrar kullanır” ifadeleri de yer alıyor. ABD’deki araştırmalar bir sonuç vermeyince dosya Interpol’e aktarılmış, ondan da bir sonuç çıkmamış.
İkibinli yıllarda Szobel albümü bu kez CD’ye basılır, yine çok satmaz ancak öyküsü duyuldukça Szobel bir kült figür haline dönüşür yavaş yavaş; bu kez hayranları onun izine ulaşmaya çalışırlar ancak bir sonuç çıkmaz.
Hermann Szoebel’in izine tekrar ancak 2015 yılında Kudüs’te rastlanılacaktır.
Sugar Man
Malik Bendjelloul tarafından yapılan 2012 tarihli “Searching for Sugar Man” belgeselini hatırlar bazılarınız. Bu belgeselde, Cape Town’lı iki gencin, 90’lı yıllarda, -ikinci albümünden sonra intihar ederek- öldüğü düşünülen Sixto Rodriguez’in akıbetini öğrenmek için yaptığı araştırmalar anlatılır. Rodriguez, doğduğu ABD’de kayda değer bir ticari başarı gösteremese de –kendisi hiç bilmeden- Güney Afrika Cumhuriyeti’nde popüler bir şarkıcı olmuştur. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde korsan basılan plak ve CD’leri Elvis Presley’inkilerden çok satarken kendisi o sırada Detroit’te ünden uzak, yoksul bir yaşam sürmektedir.
Hermann Szoebel’in öyküsü Rodriguez’inki gibi mutlu sonla bitmiyor, müziğinin bir yerlerde yeniden popüler olduğu da yok ama en azından hayatta olduğunu biliyoruz (2015 yılı itibariyle).
Kudüs Sokaklarında İsa Ararken
Szobel ile ilgili en güncel haber Polonyalı avangard sanatçı Katarzyna Kozyra’dan gelir. 1999 yılında ilk kez ziyaret ettiği Kudüs’te rastladığı “İsa Sendromu”ndan mustarip kişilerden çok etkilenen Kozyra, 2012 yılından itibaren sık sık Kudüs’e giderek bu kişilerin öykülerini videoya alır (“İsa Sendromu”, İsa’nın, Yahudi Mesih’in ya da benzer bir dini figürün yeniden doğmuş hali olduklarına inanan kişilere konan psikolojik bir rahatsızlığın adıdır, bu kişiler içtenlikle, öykündükleri kişi olduğuna inanır ve onlar gibi giyinir, saçını sakalını onlar gibi uzatır ve onlar gibi konuşmaya çalışırlar). Katarzyna Kozyra Kudüs sokaklarında İsa ararken uzun saç ve sakalları ile benzer bir görüntü sunan evsiz bir sokak sanatçısı ile de görüşür ve onun Hermann Szobel olduğunu farkeder. Szobel görüntü almasına izin vermez, sadece ses kaydı almak mümkün olur. Orada burada geçen yıllardan sonra Kudüs’e gitmiş ve orada kalmıştır. Evsizdir, sokaklarda resim yaparak ve satarak yaşamını sürdürmektedir ve –bazen çöpten yiyecek aramak zorunda kalsa da- halinden hiç şikayetçi değildir.
Muhtemelen erken yaşlarından itibaren psikolojik rahatsızlığı bulunan fakat gösterdiği belirtiler dahiliğine yorularak önemsenmeyen bu harika çocuğun bilebildiğimiz öyküsü –şimdilik- bu kadar. Yolunuz bir gün Kudüs’e düşer de sokakta resimlerini satan 60’lı yaşlarda bir evsiz görürseniz bir resim alın ondan, kimbilir belki de Hermann Szobel’dir…