Pelin Batu
Kralın Annesi: Avusturyalı Anne
Tarihte kadın olmak, genellikle birinin kızı, karısı ya da metresi olmak demektir. O yüzden de başlığı kinayeli bir şekilde kullandım çünkü tarihin en namlı krallarından, Fransa’nın ünlü XIV. Louis’nin annesi olan Anne de tarihte birinin “annesi” olarak kaldı. Oysaki Louis’den önce Fransa’ya hükmeden oydu ve oğlundan önce de sonra da çok ilginç, güçlüklerle dolu bir hayatı vardı.
Ana Maria Mauricia belki de bu kadar güçlü olmayı, gücü elinde yontmayı istemiyordu. Ama soylu bir aileye mensup olup bir başka aristokrat aileye adeta damızlık olarak verilen bir kadın olunca, bezelyenin üzerinde yatan prensesinki gibi hayata sahip olmadı. Göreceğiniz üzere başından beri hayatı entrikalarla örülüydü.
“Avusturyalı Anne” olarak tanınan Ana Maria Mauricia’nın doğum günü bundan tam 423 yıl evvel, 22 Eylül 1601 yılındaydı. İspanya Kralı III. Filip ve Avusturyalı Margaret’in kızı olarak İspanya’nın Kastilya bölgesinde dünyaya geldi. Babası sadece İspanya Kralı değil, Habsburg’lara mensup olan Portekiz, Napoli, Sicilya, Sardinya Kralı ve Milano Düküydü. Annesiyse meşhur Kutsal Roma İmparatoru I. Ferdinand’ın kız kardeşiydi. Aslında o dönem sıkça görülen bir evlilik modeliydi zira anne-babası kuzendi. Tipik bir akraba evliliği, genetik Habsburg çenesi vs.
Avrupa’daki güç oyunlarında evlilik, barışı garanti etmemekle birlikte müttefiklik için kullanılan bir silahtı. Velhasıl kendisine sıra gelince daha 11 yaşındayken Habsburg’larla iyi geçinmek isteyen Fransızlara gelin olarak gönderildi. Fransızlar ve Avusturyalılar arasındaki namütenahi güvensizlik iklimindeki evlilik tahmin edildiği üzere pürüzsüz değildi. Tıpkı Avusturya İmparatoriçesinin küçük ve boş kızı Marie Antoinette’in yıllar sonra yaşayacağı gibi, her daim potansiyel casus muamelesi görmek hayatını kolay kılmıyordu.
YABANCI KRALİÇE…
Anne, İspanya’dan getirdiği nedimelerinden başka kimseyle muhatap olmayıp Fransızcayı bile doğru dürüst konuşamadığı için “Yabancı Kraliçe” yaftası yemiş, sarayda kendini bir avuç İspanyol ile izole etmişti. Bu yüzden de kocası bir süre sonra İspanyol nedimelerini saraydan göndermiş yerine Fransız kadınları tutmuş, kıyafetinden mutfağına eşini “Fransızlaştırmaya” çabalamıştı. Tüm bu çabalara rağmen yabancı gelin muamelesi görmeye devam etti. Buna düşükler ve 16 yıl boyunca kocası XIII. Louis’ye bir varis verememesi de eklenince ortamın iyice gergin olduğunu söyleyebiliriz. Bir de tabii ki hayatının büyük bir kısmına müdahale eden, zamanın en önemli siyasi figürü Kardinal Richelieu gibi birini ekleyince, tablo iyice bulanıyor.
DİN ADAMINDAN BAŞBAKAN
Burada meşhur kardinale dair bir parantez açmam gerekiyor zira 17. Yüzyıl Avrupası’ndaki savaşların enkazları üzerinde yükselen bir Fransız gücü varsa bunda kraldan çok kralın güvendiği, kraldan çok kralcı, önce dışişleri sonra başbakanı olan bu din adamı vardır. Richelieu, Avusturyalılara hiç mi hiç güvenmeyip onların gücünü kırpmaya ant içmiş bir adam olarak Habsburglu Kraliçesine, özellikle de 1635-1659 yılları arasında süregelen Franko-Avusturya Savaşları esnasında, nefes aldırmamak için elinden geleni yapmıştır.
Oysaki Anne her ne kadar “Avusturyalı” olarak bilinse de Madrid’deki Alkazar’da dünyaya gelmiş, İspanya ve Portekiz Prensesi olarak büyümüş, ailesi gibi koyu bir Katolikti. Yani Papalığa bağlı kardinalin tasvip ettiği bir kadın olabilirdi. Fakat Richelieu taşıdığı dini şapkanın çok ötesinde tarihin en realist hatta Makyavelist siyasetçilerinden birisi olarak bu yeşil-mavi gözlü bukleli afeti her zaman ‘potansiyel bir yılan’ olarak gördü. Kardinalin amacı Fransız Krallığına bir tehdit olarak gördüğü Habsburg hegemonyasını yok etmekti. Fransa’nın dört tarafı Habsburg topraklarıyla çevrili olduğu için başka güçlerle müttefik olup Fransız donanmasını İngiliz seviyesine yükselterek Habsburg hakimiyetini sarsmayı hedefliyordu.
KATOLİK BAŞBAKAN, PROTESTANLARI DESTEKLEDİ
Hedefleri arasında Habsburg Kraliçesini bir diplomat olarak kullanmak değil onu adeta ev hapsine tabi tutmaktı. Şunu da ekleyeyim Richelieu bir Katolik olmakla birlikte bazı bölgelerde koyu Katolik olan Habsburg’lara karşı 30 yıldır kanlı bir savaş içinde oldukları Protestanları destekledi.
Anlayacağınız Machiavelli’nin Prens’indeki tavsiyelere uydu.
Bununla birlikte Kral Louis, Anne’den çok Tuileries Sarayı’nda tavşan avlayıp genç aristokratlarla zaman geçirdiğinden zaten 14 yaşındayken dünya evine girdiği Anne’e ayıracak vakti yoktu. O yüzden de Marie Antoinette benzetmesi boşuna değil, Anne de XIII. Louis’nin vefatına kadar sarayda bir “persona non grata” kıvamında yaşadı.
İspanyol-Fransız Savaşı devam ederken Anne’nin İspanyol Kralı olan kardeşiyle olan tüm mektupları denetlendi, Richelieu’nün izni olmadan hiçbir yere adımını atamadı. Neyse ki Kral ölmeden önce ona iki tane oğul verdi ki böylece saraydaki pozisyonunu koruyabildi.
GÜNEŞ KRAL’IN ANNESİ OLMAK
Anne’nin hayatı 1638 yılında dünyaya gelen Fransa’nın ünlü Güneş Kralı olacak XIV. Louis ve iki yıl sonra Orleans Dükü I. Filip’in dünyaya gelmesiyle biraz da olsa rahatladı.
Artık valide olarak kendisinden istenileni Fransız İmparatorluğuna vermiş olduğu için dizginleri bir nebze elinde tutabilirdi.
Nitekim kocası 1643 yılında tüberkülozdan vefat ettiğinde varisi sadece dört yaşında olduğu için naib kraliçe olmayı başardı. Bu sanıldığı gibi kolay olmadı, bizdeki saray oyunlarını andıracak bir çeviklikle saltanatını sağlamak için önce kocasının “eşim naip olamaz” vasiyetini parlamentoda geçersiz olarak saydırdı sonra da Kardinal Richelieu gibi muhaliflerini ekarte edip oğlunun adına gücü konsolide edebildi.
Bunu nasıl mı başardı? Ne de olsa Fransızlar Avusturyalı Anne’e bayılmıyordu. Ama Richelieu kendi bacağından asılmıştı. Başbakanlığı boyunca tek amacı mutlak monarşi olan kardinal, zaman içinde hem aristokraside hem de adalet bakanlığında çok düşman edinmişti. Anne de bunu kullandı. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur felsefesiyle hareket ederek kaç yıl boyunca Kralın arkasında olan demir adamı kardinal atayarak alt etti.
Kardinal Mazarin’i başbakan yapınca dedikodular ayyuka çıktı. Fransız asilleri ve basını, Anne’nin Mazarin ile gizli gizli evlendiğini, onu çocuklarından daha çok sevdiğini, oğullarını doğru dürüst yetiştirmediğini konuşadursun, Anne ve Mazarin ikilisi karşılarına çıkan isyanları yatıştırıp oğlu 1651 yılında tahta geçebilecek yaşa gelene kadar Fransa’daki tek güç oldu.
‘ALTIN ÇAĞ’IN ARDINDAKİ KADIN
Oğlunun hükmü, Fransa’nın altın çağı olarak bilinir ama annesinin inşa ettiği bu dünya çoğu tarihçi tarafından görülmemiştir.
Unutmayalım ki Güneş Kralı XIV. Louis’nin annesi kendi isteğiyle manastıra çekilmesine rağmen oğluyla yakınlığını hep korudu ve hep söz sahibi oldu. Hatta oğlu kendi gibi bir Habsburg olan, yeğeni Maria Therese’i her aldatışında oğlunu iyice haşladı.
Sonuçta, oğlunun pek çok evlilik dışı çocuğu olmasına rağmen sadece bir tane meşru varisi, bir başka Louis olacak torununu gördü. İspanyol-Fransız savaşı 1659 yılında sonlanmış, Fransa Versailles Sarayından da görüldüğü üzere en ihtişamlı çağına girecekti. Bunda Anne’nin rolünün ne kadar büyük olduğunu tartışmak yerine, zamane tarihçileri onu XIII ve XIV. Louis’ler arasında kaybolmuş bir yabancı olarak okumayı tercih etmiştir.
Neyse ki tarih artık farklı bir şekilde yazılmaya ve farklı bir şekilde okunmaya başladı. Gediklerden ve deliklerden silinenlerin sesini duymaya, etkilerini ayırt etmeye başladık. O yüzden bugün Anne’nin doğumunu kutluyor, o da birinin kızı ya da eşi değil, Fransa’nın en kritik yıllarındaki hükümdarıydı diyebiliyoruz.