Eda Yılmayan
İlk köy araştırmalarına imza atan Sosyolog Mediha Esenel (Berkes)
“Herkes bu dünyaya kendi penceresinden bakar; hele toplumumuzda, erkeklerle kadınlar birbirlerinden farklı deneyimler yaşar. Topluma bakış açıları oldukça farklıdır. Ben toplumdaki hızlı değişimlerin ta içinde bulundum; bu yüzden kendimi şanslı sayıyor, bir kadın olarak gençlere söyleyebilecek sözlerim bulunduğuna inanıyorum.”
Mediha Esenel, 1999
Osmanlı’da doğmuş Cumhuriyet’e tanıklık etmiş geç de olsa otobiyografisini kaleme almış bir kadına, Sosyolog Mediha Esenel’e bugün sayfamızı ayırıyoruz. Yaptığı araştırmalarla Türkiye’de köy sosyolojisinin gelişimine katkı sunan biri Esenel. Sadece köyleri ziyaret edip veriler toplayarak bilimsel çalışmalar yapmamış, bizzat onlarla yaşayarak, dillerini öğrenerek, giyim kuşamlarını kendine örnek alarak köy araştırmalarını tamamlamış ve bu alanda çalışmak isteyenler için de ilk kapsamlı çalışmaları yayımlayan isim olmuş.
1941 yılında Niyazi Berkes’le birlikte çıkardıkları Yurt ve Dünya Dergisi’nde köye ilişkin gözlemlerini paylaşmış, derginin farklı sayılarında yazılar kaleme almış Mediha Hanım. Onun adına bir yerde rastlamadıysanız şaşırmayın. Niyazi Berkes’in adını çokça duymuşuzdur ancak önemli araştırmalara imza atan eşi Mediha Berkes’in adını pek duymayız. Bunun çeşitli sebepleri olabilir. Ancak köy sosyolojisine ilişkin bugün de tarihe önemli belgeler bırakan Mediha Hanım’ın en verimli olduğu çağlarda köşesine çekilmek zorunda bırakıldığını aklımızda tutalım. 1948 yılında başlayan Muzaffer Şerif, Niyazi Berkes, Behice Boran, Pertev Naili Boratav gibi isimlerin Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nden uzaklaştırılmasına sebep olan “solcu profesörler” davasında Mediha Hanım da akademiden ayrılmak zorunda kalmış, işsiz kaldığı yıllarda çeviriler yapmıştır. Ancak “komünist yaftası” nedeniyle çevirilerinde adına dahi yer verilmemiştir. Tedirginlikten kimsenin kimseyle konuşmadığı, kapıların yüzlerine kapandığı bir dönemdir. Mediha Hanım da yıllar sonra Cumhuriyet Dergi’de Ayfer Çoşkun ile yaptığı söyleşide “Öylesine soğumuşum ki 50 sene Yurt ve Dünyalara elimi sürmedim” diyecektir. Zaten dergi uzun süre yasaklı kalır ta ki Fikri Sağlar’ın kültür bakanlığı dönemine değin.
Esenel’in hikâyesini öğrenmemiz bugün bizim için neden önemli?
Dini eğitimin bir devlet politikası haline geldiği, Cumhuriyet devrimlerinin en büyük kazanımlarından biri olan laiklik ilkesinin göz ardı edildiği, hatta yeteri kadar gündeme getirilmediği, tartışılmadığı bir siyasal atmosferde Esenel’in anlatımından Cumhuriyet’in ilk yıllarına gitmek, devrimlerin kadınların yaşamını nasıl etkilediğini görmek, 1940’lı yıllar Türkiye’sine köyden bakmak bugünü anlayabilmemize büyük katkı sunuyor. Bir önemli nokta da bir kadının gözünden tarihin nasıl şekillendiğini görmek.
Fatmagül Berktay’dan hareketle tarihi yapanların ve yazanların erkekler olduğu kabulüyle tarihin cinsiyetinden söz edebiliriz.(1) Öyleyse kadınların modernleşmeyi nasıl algıladıkları, birer özne olarak tarihte var oluş biçimleri, tarihsel süreçlere ilişkin gözlemleri bize farklı bir tarih anlatısı sunacaktır. Kişilerin kendi yaşamlarını kaleme aldıkları otobiyografilerin önemi de bu noktada ortaya çıkıyor.
(1) Fatmagül Berktay, Tarihin Cinsiyeti, Metis Yayıncılık, 2003
Mediha Esenel’in otobiyografisi: Geç Kalmış Kitap
Mediha Esenel otobiyografisine ‘Geç Kalmış Kitap’ adını veriyor. Adı gibi yaşamının geç bir döneminde 1999 yılında yazdığı bir kitap. Mediha Hanım’a oğlu Fikret Berkes ve eşi Mine Kışlalıoğlu da özellikle Yurt ve Dünya dergisindeki yazılarının toparlanması ve köyle ilgili olanların ayrılması konusunda yardımcı olmuş. Mediha Esenel üzerine Akademisyen Ferhan Saygılıgil’in de çalışması olduğunu ve Mediha Hanım henüz hayattayken kendisiyle söyleşi yapma fırsatı da yakaladığını belirtelim.
Mediha Hanım yaşamını geç bir dönemde de kaleme alsa köylerde yaptığı araştırmaların bugünkü çalışmalara kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz. Genç bir sosyolog olarak Mediha Esenel amacının Atatürk devrimlerinin köyde ne dereceye kadar benimsendiğini saptamak ve köyün gelişmesine yardım edecek bilgileri toplamak olduğunu belirtiyor. Cumhuriyet’in ilk kuşağı pek çok sosyal, siyasal, toplumsal değişime tanıklık etmiş, Balkan Savaşları, göçler ve iki dünya savaşını yaşamış bir kuşak. Pek çok anı ve otobiyografide dikkat çeken unsur ilk kuşağın eğitimleri için yurtdışına gitseler dahi memleketlerine faydalı olmak için ülkelerine geri dönmek istemeleri. Bunu ABD’ye Columbia Üniversitesi’nde eğitim almak üzere giden Zekeriya ve Sabiha Sertel çiftinde de görmüştük. Aynı şekilde Mediha ve Niyazi Berkes çiftinde de benzer bir duruma rastlıyoruz. Özellikle Cumhuriyet döneminde kadının toplumsal yaşamda yer alması ve yaşanan değişimler kadın otobiyografilerinde de karşımıza çıkıyor. Mediha Esenel de bu değişimi şu sözlerle anlatıyor:
İki dünya savaşı geçirdim, yaşamımda büyük değişiklikler oldu… Büyük bir denizin dalgaları içine düşmüş gibi, toplumun beni sürüklediği yönlere doğru gittim… En büyük şansım, Osmanlı döneminde değil, Mustafa Kemal Paşa’nın çağında yaşamak, onun kadınlara verdiği fırsatlardan yararlanıp kendimi geliştirmek olmuştur.
Yaşamı
Esenel otobiyografisine içinde yaşadığı toplumu anlatarak başlıyor. Savaş yılları, çocukluğu, nasıl bir ailede yetiştiği özellikle büyük dedesine ilişkin gözlemleri… Esenel büyük dedesini bir patriyark olarak tanımlıyor, etrafındaki herkesin ona el pençe divan durduğunu belirtiyor. Bu tür gözlemleri ileride köylerde yapacağı çalışmalar için de ona yol gösterecektir. Erenköy Kız Lisesi’nin ardından Darülfünun’nda (İstanbul Üniversitesi) felsefe okumuş, okulun sayılı kız öğrencilerinden biri olmuştur. Mustafa Şekip Tunç’tan psikoloji, Mazhar Osman’dan psikiyatri dersleri alan, Nazi Almanyası’ndan kaçıp Türkiye’ye sığınan bilim adamlarının derslerine katılan yazarın okul arkadaşları da tanıdıktır. Orhan Veli, Macit Gökberk, Adnan Cemgil… Esenel’in anılarında Nihal Atsız’ın da adına rastlıyoruz. Atsız da aynı fakültede tarih dersleri vermekte, Nazi Almanyası’nın etkisiyle okulda öğrencilerin Türk olup olmadığını anlamak için kafa taslarını ölçmektedir. Esenel’in doktora tezi için ilk gittiği yer Ankara’ya yakın Elvan köyüdür. Aynı zamanda Maarif Koleji’nde felsefe, psikoloji ve sosyoloji dersleri verir. Esenel’in kitabında o dönemin Ankara’sına dair bilgiler de yer alıyor. Garip hareketi yeni başlamıştır. Ankara’nın meşhur iki pastanesinde Sabahattin Ali, Nurullah Ataç başta olmak üzere edebiyat tartışmaları yapılır. Esenel, sanatın her dalına meraklıdır ancak müzik onun için ayrı bir yerde durmaktadır. Özellikle fakültede verilen klasik batı müziği konserlerini hiç kaçırmaz.
Üniversitede lisans diplomasını henüz yeni almışken eşi Niyazi Berkes’in yanına Amerika’ya gider. İki yıl dil eğitiminin ardından Chicago Üniversitesi’ne, İstanbul Üniversitesi’nde hazırladığı batıl inançlar teziyle kabul edilir. Üniversitede genel sosyoloji, folklor, arkeoloji, sosyal antropoloji eğitimi alır. Oradaki eğitimi Esenel’e farklı deneyimler kazandırır. 1939 yılında artık çok özlediği ülkesine dönme vaktidir. Eşi Niyazi Berkes’le yurda dönerler ve o dönem Muzaffer Şerif’in de teşvikiyle yeni kurulan Ankara Üniversitesi’nde çalışmaya başlarlar. Niyazi Berkes’in liseden ve üniversiteden arkadaşı olan, Türk folkloru üzerine çalışan, halk masallarını, atasözlerini, bilmecelerini derleyen Pertev Naili Boratav da Ankara Üniversitesi’ndedir. II. Dünya Savaşı’nın etkilerinin Türkiye’de hissedildiği, cadı kazanının kaynadığı yıllardır. Sabahattin Ali’nin ölümü onu derinden etkiler, kitabında ondan detaylıca söz eder.
“Sabahattin içimizde en hazırcevap olanımızdı. Bazen de havasında olmaz, cebinde her zaman taşıdığı kitaplarından çıkarıp okumaya başlardı. O her yerde, otobüste ayaktayken bile kitap okurdu... “Bir daha hapse girmemek için her şeye razıyım” diyordu. Kafası romanlarıyla dolu çok değerli bir arkadaşımızdı. “Yazmak için huzur bulmam lazım” diyordu. Ne yazık ki huzuru hiçbir zaman bulamadı... Sabahattin Ali’nin başına gelen felaket benim duyduğum ilk siyasi cinayetti. Uzun bir süre kendime gelemedim...
(Saygılıgil görüşme, 2001)
Köye ilişkin gözlemleri
Esenel köye ilişkin daha çok halk edebiyatı, halk müziğine ilişkin veriler olduğunu ya da farklı bölgelerle ilgili doğum, ölüm adetleri gibi çeşitli bilgiler bulunduğunu yazıyor ancak bunların bütünlüklü olmadığını, birbirinden kopuk olduğunu belirtiyor. Bu nedenle de yapılan çalışmaların köylerdeki esas durumu yansıtmadığını vurguluyor. Yazıma başlarken Mediha Esenel’in köylülerle birlikte yaşadığını, onların dilini, kültürünü öğrenmeye çalıştığını belirtmiştim. Esenel ancak etnografik bir çalışmayla gerçek anlamda köyün anlaşılabileceğini diğer türlü idealize edilen ütopik bir köyden söz edildiğini belirtiyor. Aslında bunun bir örneğini Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban romanında görmemiz mümkün. Kitapta büyük umutlarla gittiği köyde kendini bir yaban olarak tanımlayan roman karakteri Ahmet Celal’in köye ve köylüye ilişkin düşüncelerini okuruz. Esenel, Yakup Kadri’yi Yurt ve Dünya dergisindeki bir yazısında şiddetle eleştirir. Köylünün cimriliğinden tutun da teşekkür edip etmemesine kadar pek çok ayrıntıda köylü yadırganmaktadır. Oysa Esenel bize köye ilişkin gerçekçi veriler sunmakta köylünün lügatinde teşekkür sözcüğünün olmadığını belirtmektedir. Ayrıca cimrilik meselesine gelince Esenel şunları kaydeder:
Tabiatın güçlüklerine karşı çoluğu çocuğu ile beraber çalışarak elde ettiği yiyeceği ortaya saçmasını ondan ne hakla bekleyebilirsiniz? Fakat misafirine daima kendi yiyeceğinden daha iyisini ikram eder… Tuhaf değil mi? Onlar da şehirlileri cimri tanırlar. Hatta yarım ağızla misafir alıkoymak isteyene “şehirli gibi çağırıyorlar” derler.
YAKUP KADRİ’YE ELEŞTİRİSİ
Esenel, Yakup Kadri’yi “Köylüye yaklaşmak isteyen, ancak yaklaşmak için her adımı attıkça ondan uzaklaşmak, kaçmak arzusu duyan, köylünün yanına burnunu tıkamadan yaklaşamayan ince kültürlü şehir aydınlarının temsilcisi” diye eleştirir. Esenel’in uzun yıllara yayılan çalışmaları kapsamlı ve düzenli veriler elde etmesini sağlamış, Cumhuriyet devrimlerinin köye maalesef ulaşamadığını net bir biçimde ortaya koymuştur. Üstelik Ankara’ya yakın köylerde dahi kız çocuklarının okuldan uzak tutulduğunu görüyoruz. Ayrıca kadın ve erkeklerin toplumsal yaşamdaki rolleri değişmemiştir. Esenel Ankara köylerinde yaptığı araştırmalarına 1942 yılında Adnan Cemgil ve Pertev Naili Boratav’la devam eder.
Köylünün en büyük derdi vergilerin artmasıdır. Esenel bu nedenle köylünün köye gelen kişilere mesafeli davrandığını, daha sonra alıştıkça kabul edip içlerine aldıklarını belirtiyor. Esenel’in yaşadığı zorluklardan biri de nüfus sayımına ilişkindir. Çünkü köyde ölmek üzere olan yaşlıların sayılmadığını ya da ölen çocukların sayısının bilinmediğini okuyoruz. Köy ekonomisi ve kıtlık, köylerde din ve inançlar, üfürükçülük, köy sağlığı, adlar, lakaplar, deyimler, köy çocukları, köy gençleri, evlilikler, kız kaçırmalar, köyde kuma problemi, düğünler Esenel’in araştırdığı konulardır.
Devrimler neden köye inemedi?
Esenel yanıtını kitabında ayrı bir bölümde veriyor. Ona en çarpıcı gelen şeyin kadın ve erkeğin arasındaki büyük uçurum olduğunu belirtiyor. Köyde kadınlarla erkekler arasında hiçbir şekilde yakınlaşma olmadığını, her iki cinsin kendi aralarında ve aile arasında yaşadığını anlatıyor. Esenel kız çocuklarının okula gönderilmesine önem verilmediğini, “Evlenirken imzasını atsın yeter, çok okuyup da oğlanlara mektup mu yazacak?” denildiğini yazıyor. Zaman zaman kadınların kendisine II. Dünya Savaşı hakkında sorular sorduğunu anlatan yazar, bazı sorular karşısında şaşırdığını ve ne yanıt vereceğini bilemediğini aktarıyor.
“Gavurlar hep birbirleriyle savaşıyorlarmış. Arada Müslüman yoksa ne demeye savaşırlar?” Acep bu dünyada biz mi çokluğuz, yoksa gavurlar mı çokluk? Elbette biz çokluğuz, bak buralarda bunca köy var, bir de Ankara şehri var, üstelik bir koskoca İstanbul var, elbette biz çokluğuz!” ya da “Bizim şimdiki padişahımız kim?”
Mediha Hanım köy erkeklerinin bu tür sorular sormadığını, aralarında konuştuklarını ve arada bir içlerinden birilerinin gazete okuduğunu anlatıyor. 1940’lı yılların başında Ankara’ya oldukça yakın yaşayan kadınların durumu budur. Yüzlerce yıllık tarihi olan başlık parası da ayrı meseledir ya da kadının kocasından dayak yemesi olağan karşılanır. Esenel “Köy incelemelerindeki deneyimlerimle de gördüğüm gibi, şehirlerin sosyal hayatında görülen hızlı ilerleyişi köylere taşımaya Atatürk’ün ömrü vefa etmemişti” diye yazıyor.
HASAN ALİ YÜCEL’LE GÖRÜŞMESİ
Otobiyografisinde köy enstitülerinin kapatılma sürecini de detaylarıyla aktaran Esenel, bir gün Hasan Ali Yücel’i ziyarete gider. Hasan Ali Yücel’le eskilerden konuştuklarını Yücel’in ona Reşat Şemsettin Sirer’le yaşadığı bir anısını anlattığını aktarır. Köy enstitülerinin kapatılmasında rolü olan Sirer’le ilişkisinin devam ettiğini öğrenen Esenel şaşırır ve Yücel’e “Efendim siz onunla görüşüyor musunuz?” diye sorar. Hasan Ali “Niye görüşmeyeyim? Ben Mevlevi adamım; mangal gibi geniş yüreğim vardır. Onun içine Reşat Şemsettin bile girer” diye yanıtlar. Esenel hiç köy enstitüleri görmeyenlerin bu okulları gördüklerinde şaşıracaklarını belirtir. Çünkü bunlar bildiğimiz okullar gibi değildir. Sadece teori değil tarım ve zanaat öğreten enstitülerde ilim de hayatla bir bütündür. 1941’de Trabzon’un Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nü ziyaret eden Esenel daha sonra Eskişehir Çifteler Enstitüsü’ne gider.
“Daha ilk günden gördük ki burası çiftlikleri, hayvanları, birçok gereksinimleri karşılayan binaları, atelyeleri ve aletleri ile bütün bir hayat sahnesi olmuştur.”
Köyü yakından tanıyan ve köy enstitülerinin çalışmalarını bilen, yerinde inceleyen Mediha Esenel, “Ülkemizin en büyük kaybı köy enstitülerinin yıkılması olmuştur. Eğer ülkenin başına bu felaketi getirmemiş olsalardı, bugün okumamış, aydınlanmamış tek insan kalmayacak, memleketimiz Atatürk’ün özlemini duyduğu muasır medeniyet seviyesine erişmiş bulunacaktı” diye yazıyor.
1960’lı yıllarda Robert Kolej’e idari görevle giren daha sonra sosyoloji hocasının okuldan ayrılmasıyla ders vermesine izin verilen Esenel öğrencileriyle birlikte farklı köyleri ziyaret eder ve birlikte çalışmalar yürütür. Pek çok gencin hayatına dokunan yazar kitabını “Madem benden bir şey isteyen yok, bunca çabaya ne gerek var?” diyerek kırgın bir şekilde bitirir. Yaşamını da genç kuşaklar için Cumhuriyet’in ilk dönemi nasıldı, köylerde durum neydi bunu aktarmak için yazdığını anlatır.
“İlk köy sosyolojisi araştırmalarımın, gelecek kuşaklar için önemi var. Çünkü Batı ülkelerinde yüzyıllar alan toplumsal değişim, Türkiye’de bir kuşakta gerçekleşti. Bu da benim ömür sürecime sığdı” der.
Cumhuriyet’in ilk kuşağının meşaleyi ileriye taşıyan, Mediha Esenel gibi ülkesine faydalı işler yapmak isteyen insanlardan oluştuğunu okuyoruz. Mediha Hanım’ı da tanımak, yaptığı araştırmaları öğrenmek, hayal kırıklıklarını, yaşadığı güçlükleri bilmek bugün yaşanan siyasal süreci anlamamız, doğru yorumlayabilmemiz ve etkili çözüm yolları üretmemiz için büyük önem taşıyor.