Hüznün coşkusu Haziran

Devlet tiyatrolarında on yıl boyunca sergilenen Hüznün Coşkusu oyunumu izleyenler coşkunun nasıl hüzne dönüştüğüne tanık oldular.

Haziran hüznü de coşkuya dönüşmeli…

Nasıl mı?

Hüznün coşkusu yolculuğuna birlikte çıkalım mı?

Yazımı yazmadan önce alıntı defterlerimde bir gezintiye çıktığımda gördüm ki edebiyatçılar bu dünyadan göçse de sözleri, yapıtları bizimle onları yaşatıyor.

PEN, bu dünyadan göçen edebiyatçıların ardından; “Onları yapıtlarıyla sonsuza değin yaşayanlar arasına uğurluyoruz” diye ne denli yerinde bir iletiyle uğurluyor.

Haziran ayı yazı müjdelese de edebiyat adına hüzün çağrıştırıyor.

Şair öyle güçlü bir dize yazmış ki mıh gibi zihnimize çakılmış.

Hasan Hüseyin’in; “haziranda ölmek zor” şiirini 2 Haziran 1970 yılında kaybettiğimiz “orhan kemal’in güzel anısına” yazdığını biliyoruz.

“haziranda ölmek zor...”

“...orhan kemal'in güzel anısına/işten çıktım/sokaktayım/elim yüzüm üstümbaşım gazete”

3 Haziran’da Nâzım Hikmet’i kaybetmemize vurgu yaparak her iki değerimizi de büyük bir saygıyla anıyor.

“3 Haziran 1963. Duyuyorum ki Nazım Hikmet ölmüş. Bir sanatçı için böyle bir haberi soğukkanlılıkla karşılamak olanaksız!

“sokaktayım/gece leylâk/ve tomurcuk kokuyor/yaralı bir şahin olmuş yüreğim/uy anam anam/haziranda ölmek zor!”

“1963'lerde yaşanılanları ben, ancak böyle dökebildim 1976'larda şiire.

onüç yılda özümsemişim o olayları, onüç yıl sonra damıtabilmişim. O günleri yaşayıp da ozanlığa soyunanlar, elbette ki benden daha iyi yapabileceklerdir bu işi. "el elden üstündür, taa arşa kadar" demiş eskiler.” Hasan Hüseyin

Edebiyatçılarımızın kaybından ötürü haziran ayı hüzün çağrıştırıyor. Neleri kaybettik nelerin boşluğunu doldurarak Haziran hüznünü coşkuya çevirebiliriz.

nazim-hikmet-orhan-kemal-ahmed-arif.jpeg
Nazım Hikmet - Orhan Kemal - Ahmed Arif

Murathan Mungan’ın “Aşk tesadüfleri Sever” şiirinden yola çıkarak edebiyat da tesadüfleri sever misali Nâzım Hikmet ile Orhan Kemal’in tesadüfi buluşmaları bizim edebiyatımıza Orhan Kemal gibi bir yazar kazandırdı.

Nâzım Hikmet dostlarının gelişmesi ve üretmesi için elinden geleni yapan bir yol göstericidir. 1940 yılında Bursa Cezaevi’nde aynı koğuşta kalacağı Raşit Kemali adındaki şiir meraklısı genç iki buçuk yıllık bir eğitim sürecinden sonra öyküler yazmaya başlar, ünlenir. Orhan Kemal adıyla tanıyacağımız Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri olur.

Orhan Kemal’in Nâzım Hikmet’le tanıştığında şiirlerini okuduğu sahne, ilişkilerinin alacağı şekli anlatması bakımından ilginçtir. Orhan Kemal bu anıyı “Nâzım Hikmet’le 3,5 Yıl” başlıklı kitabında anlatır:

İlk dörtlük henüz bitmemişti:

“Yeter kardeşim, yeter… Bir başkasına lütfen…’

Hâlbuki en güvendiklerimden biriydi… İçimde bir şeyler yıkıldı.

Bir başkası… İlk, ikinci, üçüncü mısranın yarısı.

‘Berbat!’

Kanım tepeme çaktı, başım döndü, ufaldım. Tekrar bir başkası…

‘Rezalet!’

Gözlerim kızardı… Kızdım mı? Üçüncü şiirim ve ilk iki mısra…

“Peki, kardeşim, bütün bu laf ebeliklerine ne lüzum var? Samimiyetle duymadığınız şeyleri niçin yazıyorsunuz? Bakın, aklı başında bir insansınız… Duyduklarınızı, hiçbir zaman duymayacağınız tarzda yazıp komikleştirmekle kendi kendinize iftira ettiğinizin farkında değil misiniz?”

Bütün kanım tepemden ayaklarıma iniyor ve bir kağıt tomarından ibaret ‘şiirlerim’ elimden desteyle düşüyor, artık okumuyorum…

Nâzım Hikmet boyuna anlatıyordu. Sık sık ‘realizm’ ve ‘aktif realizm’ kelimelerinin geçtiği uzun bir konuşma yaptı. Ne yalan söyleyeyim, hiçbir şey anlamadım. İçimde muazzam bir alem yıkılmıştı. Samimiliğine, bir türlü inanamadığım, yıkılması gereken, yalancı, sahte, haksız inanışlardan kurulmuş, temeli çürük bir alem.

‘Şimdi siz de benimkini dinler misiniz?’

Kendime geldim. Göz göze idik. İlave etti:

‘Ama asla hatıra, gönüle bakmak yok! Siz de beni tenkit edeceksiniz, hem de olanca insafsızlığınızla.”

Edebiyatın da tesadüfleri ne çok sevdiği bu unutulmaz buluşmalarla kanıtlanıyor.

Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif’in Haziran’da ölümleri okurlara zor gelse, edebiyatta büyük kayıp olsa da eserleriyle bizleri aydınlattıkları bir başka gerçek değil mi?

Genç kuşaklar Nâzım Hikmet’in, Ahmed Arif’in şiirleri ile sevdalanıyorlar. Dilsiz kaldığı anlarda o şiirlerle dilleniyorlar. Orhan Kemal’in romanları dizi olunca ülkemiz insanlarının yaşam öyküleri bizi sarıp sarmalıyor. Genç kuşaklar bu ölümsüz yapıtlar ve yazarlarla buluşmanın coşkusunu yaşıyorlar.

Bir de kayıplarımızın yerine yeni kalemlerle çoğalsak, usta kalemler, umut veren kalemlere yol gösterse; Haziran’da ölmek zor olsa da kayıplarımızı sevgiyle anmak geleceğimize ışık tutar. Haziran hüznü coşkuya dönüşür…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi