GÜLE GÜLE DEMEK İSTEMEDİĞİM GENCO ERKAL... GÜLE GÜLE...

Yaşamımın bu döneminde benim için iki eylem artık heyecan veriyor. Konuşmak ve yazmak… Konuşmak konferanslara kaldı, en çok da yazmak… Yıllardır sosyal medyada yazarak olmaya özen gösteriyorum.

Bugün nedense yazmak istemiyorum…

Bir yazar için bu isteği duymak ne acı…

Oysa yaşar yazarım, yazar yaşarım...

Geçtiğimiz hafta sonu deprem yaşayan iki kentimize gittim. Adıyaman ve Gaziantep kentlerimize deprem öncesi de gitmiştim. Bu kez depremin vurduğu bu iki kentte ve ilçelerinde yüreğimden bir kez daha vuruldum…

Adıyaman’da onlarca yıl sonra seçilen belediye başkanı dostum Abdurrahman Tutdere’yi kutlamayı giderken yıkıntılar arasında geçmek yüreğimi burktu. Sevdiğim bazı dost ve siyasi arkadaşımlarımı da bu depremde kaybetmiştim. Birinin soyadını unutunca telefonuma baktım. Yanımdaki Adıyamanlı şaşırdı. Bu dünyadan geçip gidenleri telefonumda silemem, Tayfun Talipoğlu’ndan Prof. Dr. Alpaslan Işıklı’ya, Arif Keskiner’den daha dün giden Genco Erkal gibi hiçbirini silemem ki… Kalsınlar benimle…

Bir sabah uyandım Instsgram’ın engellendiğini gördüm ve duydum!

Demek ki bu dünyadan anneme armağan edemediğim yarım demokrasi günlerini bile arar oldum. Bir kişi, bir tuşa basarak koca ülkede her şeyi engelleyip ülkeyi dünya sıralamasının altındaki ülkeler arasına kolayca yollayabiliyor.

O gün zaten ülke olarak Genco Erkal’ı uğurluyorduk. Yüreğimiz yangın yeriydi. En son Ankara’da adının verildiği parkın açılış dinletisinde kendisini dinlemiştik. Eve dönerken, yaş almanın hüznünü sildim. O yaşta o enerji, bana ahlayıp pohlamanın ne kadar gereksiz olduğunu gösterdi.

Genco Erkal’la Dikili Festivali’nde bizi Dikili’nin unutulmaz başkanı Osman Özgüven buluşturmuştu. O benim bir sendikacı olarak kitleye seslenişimi ben de onu izlemiştim. Nâzım Hikmet’in şiirleriyle önce meltem olup sarmış, sonra fırtına olup savurmuş, sonra da kasırga olup sarsmıştı.

O gün karar vermiştim. Tek başına da kalsan inandığın yolda yürüyeceksin.

Bak Genco Erkal aslında yalnızlığın özgürlük ve güç olduğunu nasıl da soylu gösteriyor!

Bu dünyadan sonsuzluğa uğurlanırken, yaşamını adadığı büyük şair Nâzım Hikmet’in şiiri ile veda ediyordu. Biz bu vedayı okurken aslında Nâzım Hikmet şiirlerinin sahnedeki esintisinden de artık yoksun ve yetim kalıyorduk.

“Hoşça kalın

dostlarım benim

hoşça kalın!

Sizi canımda

canımın içinde,

kavgamı kafamda götürüyorum.

Hoşça kalın

dostlarım benim

hoşça kalın...

Resimlerdeki kuşlar gibi

dizilip üstüne kumsalın,

mendil sallamayın bana.

İstemez... Tek hecesiz elveda…”

Tek kişilik ordu olan Genco Erkal, ülkemin ve tiyatronun devi, unutulmazı, onur anıtı seni seviyorum.

Dikili günlerimizdeyken, İlhan Selçuk’la bana hem takılmalarınızı hem de beni gönendirmelerinizi unutamam. Dikili günleri dostlarım Uğur Mumcu, İlhan Selçuk, Erdal Atabek, Ali Sirmen, Hasret Gültekin ve tüm dostlara selam götürün. Onlarla yaşadığım günleri unutamıyorum. Meğer ne güzel günlermiş, arar olduk…

Nâzım Hikmet’in “Dostluk” şiiri ile yazımı noktalıyorum:

Biz haber etmeden haberimizi alırsın,

yedi yıllık yoldan kuş kanadıyla gelirsin.

Gözümüzün dilinden anlar,

elimizin sırrını bilirsin.

Namuslu bir kitap gibi güler,

alnımızın terini silersin.

O gider, bu gider, şu gider,

Dostluk, sen yanı başımızda kalırsın.

Çünkü birikim biriktiren insanlarla anlam bulur. Genco Erkal birikimden geliyordu. Biriktirdi ve birikimimiz oldu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Yaşar Seyman Arşivi