Gülsüm Kav
Görev Kadınlarda
İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz biçimde imza çekilmesinin üçüncü yıldönümünü yaşarken, esas meselesi İstanbul’u kazanmak olan yerel seçimlere ramak kaldı. En önemli bulduğum konuya hemen en başta gireyim; bugün kadınları şiddetten kurtaracak olan sözleşmeye kavuşmanın yolu, seçimin kalbinde yer alan bu güzel şehrimizi, “kadınının adı yok” diyen iktidara vermemekten geçiyor.
Seçim öncesi son yazım olacağı için adayların kadınlara vaatleri konusunu ele alacaktım ama 20 Mart tarihi bizim için hem 12 yıl önce 6284 sayılı Koruma Kanunu’nun yürürlüğe girmesinin hem de bununla çok tezat biçimde 3 yıl önce aynı gün sözleşmeden imza çekilmesinin yıldönümü olunca, şiddeti ele almadan olmazdı. Kaldı ki coğrafyamızda kadınlar için önde gelen seçim vaadinin de evrensel ve ulusal olarak mutlak hak sayılan ama her gün ihlal edilen yaşama hakkımızın sağlanması, kadın cinayetlerini durdurmak olması icap eder.
Elbette yerel yönetimlerin, İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden imza atması mümkün değil ama belediyelerin kadınlar için yapmak zorunda olduğu ve zorunluluğun ötesine geçerek mevcut olanaklarla da yapabileceği çok şey var. Bunların içinde hayat kurtarmak da var, “Yerel Yaşamda Kadın - Erkek Eşitliği Şartı” gibi başka uluslararası belgelere imza atmak da var, o belgelerdeki haklarımızın kâğıtta kalmamasını gerçekten uygulanmasını sağlamak da var. Kısaca kadınların o şehirde eşitlik ve özgürlük içinde yaşamasını sağlayacak bütünlükte ve çok boyutlu hizmetleri belediyeler verebilir, bunların bir kısmını daha önceki yazılarda da ele almıştım.
Ayrıca şu hukuki gerçeği de belirtmek gerekir; Anayasa’nın 90. Maddesi, 6284 sayılı yasadaki atıf ve 6251 sayılı onay Kanunu nedeniyle İstanbul Sözleşmesi halen yürürlükte ama hukuka aykırı biçimde yok sayılıyor. İktidar diğer anayasal hak ihlallerinde olduğu gibi, hukuken geçersiz olanı politik olarak işler hale getirdi ve bu durumun kadınların canına mal olan sonuçları oluyor. Bu anlamıyla da yeniden imzalanması ve elbette gereğinin yapılarak tam olarak uygulanması hayati önemde.
İşte yerel seçimlerin kadınlar için en kritik yönü de; İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden imza atacak ve onu tam olarak uygulayacak bir iktidara doğru gidişimizin yolunu açacak olan, kadınlara ve topluma kan ve gözyaşından başka bir vaadi olmayan bu iktidarı, bu seçimlerde geriletmektir.
Evet, kan ve gözyaşı dramatik bir ifade ama kanıta dayalı. Hem her gün yaşadığımız somut gerçeklere hem de ölçülebilir verilere göre böyle. Durumu kuramsal bir dil ile de söyleyelim; Türkiye’de “otokrasi kök salıyor”. Hani dünya çapında her yeni gün, aslında eşit kardeşler olan dünya halklarının ne durumda olduğunu ölçen yeni bir endeks yayınlanır, bilirsiniz. İşte 2024 Dönüşüm Endeksi (BTI) Türkiye’nin hukuk devleti alanında en sert gerilemeyi yaşaması nedeniyle otokrasinin kök saldığı birkaç ülkeden biri sayıyor. Kuşkusuz ki, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi, devletin evrensel haklardan vazgeçtiğinin çok temel göstergesiydi, anayasal işleyişi bozan diğer hukuksuzluklar da arkasından geldi.
Dünyanın hali de pek iç açıcı değil ama bizim halimiz 10 üzerinden 4,23 puanla “ılımlı otokrasi” kategorisinde Singapur, El Salvador, Papua Yeni Gine, Tunus, Tanzanya, Togo, Gabon, Cezayir, Uganda, Angola ve Irak gibi ülkelerin de gerisinde kalıyor. Yani neredeyse ılımlı otokrasiden monarşiye geçmenin eşiğindeyiz ve bu gidişat tarihte hep olduğu gibi en çok da kadınları vuruyor. Öyle metaforik anlamda değil; gerçek ateşli silahlarla, gerçek kurşunlarla vurulup öldürülüyor kadınlar. Türkiye’de kadın cinayetlerinin yarıdan fazlası ateşli silahla ve yarıdan fazlası boşanma evresinde yaşanıyor. Sırf bu duruma önlem alınsa yüzlerce kadın hayatta kalacak iken bunu bile yapmayıp cinayetleri artıracak biçimde boşanmayı zorlaştırmaya çalışıyorlar. Birazdan iktidar ve müttefiklerinin seçim vaatlerine baktığımızda bunu çok daha net göreceğiz. Yerel seçimlerde İstanbul’u kaybetmemek, kadınlar için işte bu demek.
“Ya evleneceksin ya öldürüleceksin”
İktidar ve müttefiklerinin kadınlar için seçim vaatlerine geldiğimizde-ki gelemiyoruz çünkü bu noktada vaat değil reva görülenler var- şimdiye kadar kime oy vermiş olursa olsun tüm kadınların görmesi gereken gerçekler var. AKP’nin seçim beyannamesinde “kadın” sadece girişimcilikle ilgili bir akademi kurulması konusunda geçiyor, bunun dışında kadına dair olması gereken her şey nasıl ele alınıyor tahmin edersiniz: “sihirli” formül “Aile ve Evlilik Akademisi”. Yani öyle bir çözüm bulmuş ki AKP, ya evleneceksin ya öldürüleceksin. Oscar ödüllerini toplayan Zavallılar filminde, Bella karakterinin evlilik teklifini reddettiği adamın öldürme tehdidi üzerine gözlerini fal taşı gibi açarak olanca şaşkınlığıyla: “yani benimle ya evlenmek ya da öldürmek mi istiyorsun?” dediği sahne gibi.
AKP Beyannamesi kadınlara evli değilseniz sizi korumayacağım diyor ama işin acı tarafı kadınlar en çok evlerinde ve evli oldukları erkekler tarafından öldürülüyor.
MHP ise; “çalışan ve ev hanımı kadınlar” ifadesi kullanarak bir kerecik kreş diyor başka bir şey demiyor. Diğer iktidar ortaklarında ise kadının adı hiç yok ve tüm bu sağcı partilerin hepsinin ortak biçimde LGBTQ+’ları seçim beyannamelerinde de hedef haline getirdiğini görüyoruz.
Bütün bu politikaların bizi ne hale getirdiğini, Bağcılar’daki çocuk istismarının açığa çıkmasıyla bir kez daha gördük. Başta devlet olmak üzere yapılması gerekeni kimsenin yapmaması sonucunda, delil yok diye serbest bıraktıkları adamın yıllarca sürdürebildiği bu felaketi yaratanlara oy vermeye el varabilir mi?
Sevgili kadınlar, kime oy vermeyelim gayet açık. Peki ne mi yapalım? Bu da açık; önce yine aynı karanlığın kazanmasını sağlayacak olan karamsarlığı kırıp, bulunduğumuz bütün şehirlerde sandığa gidelim, oyumuza ve hayatımıza sahip çıkalım, herkesi buna sevk edelim.
O pusulalarda ellerimiz kimlere mi gitsin? Bu da açık: günde 8 kadın cinayeti işlenebilen şehirlerde kimler şiddetle etkin mücadele ediyorsa, sığınak açıyorsa, kadınların toplumsal hayata katılımı için bakım yükünü omuzlarımızdan alıyor, istihdam sağlıyorsa, barınma, sağlık, beslenme hakkımız için çalışıyorsa onlara oy verelim. Bu şehirlerde enkaz altında kalmamızı değil, yemyeşil alanlarda sağlıklı ve eşit, hepimizin cinsel ifade özgürlüğü içinde yaşamamız için çalışanlara oy verelim. Ve neye ihtiyaç duyduğumuzu bize soran, olması gerektiği gibi bizi kararın öznesi yapan ve bütün bunları öyle göstermelik değil, bir parçasını değil bütünlük içinde savunan ve kendini ortaya koyanlara oy verelim.
Bu bir hayal değil, mümkünlerin başlangıcındayız. İşte bu da çok açık ki; kadınlar nüfusun yarısı ve iktidarın karşısında muhalefet oylarımız da yarı yarıya. Bu başa baş yarışı kazanmak için matematik de, tarih de yanımızda.
Çocuklarımızı hapsoldukları ses geçirmez duvarlı işkence odalarından kurtarmak zorundayız. Bu görevi ve sonra her yere yayılabilecek olan iyi bir dünyayı, yerel yönetimlerden de başlatabiliriz.