Pelin Batu
Eşref Pehlevi: Sürgünde bir Prenses
Son günlerde İran’da gerçekleşen suikast, cenaze alayı ve ateşkesi baltalayarak İran’ı savaşın içine çekme çabası, İran’a dair bir şeyler yazma isteğini doğurdu. Geçen sene iki kere gitme şansına eriştiğim İran’ın kültürel zenginliklerini hatırlatmama gerek yok; antik çağlardan bu yana süregelmiş ve rejim ne olursa olsun şiirini, sanatını, hayat tarzını devam ettiren bir toplum.
Ne büyük şansızlık ki bu coğrafyada savaşlar hiç bitmiyor, rejimler ise hep sömürmeye devam ediyor. Antik Yunan’dan bu yana üzerinde kaç medeniyete ev sahipliği etmiş, Büyük İskender gibi feylesof imparatorları kendine hayran bırakmış bir toplumun böylece boğulması, içten ve dıştan baskılarla sağılması gerçekten trajik.
Molla rejimi yerine laik bir iktidara sahip olup dünyaya açılabilse hiç kuşkum yok ki özellikle sanatta ve bilimde dünyadaki önde gelen bir ülke olabilecekken an itibariyle durum ortada:
Herkes İran’a gitmekten korkuyor.
Kadınlar, erkekler sokaklarda rahat, hatta ikinci gidişimde başını örtme ihtiyacı bile duymadım. Ama şunu da biliyorsunuz, burada her an her şey olabilir, her şey değişebilir. Tarih elbet keşkelerle yazılmıyor ama insan keşke demekten de kendini alamıyor...
4 EŞTEN 10 ÇOCUK
Bugün sizlere başka bir suikast kurbanı olmaktan kıl payı kurtulmuş olan bir kadını, son şahın ikiz kız kardeşi Eşref Pehlevi’yi anlatmak istiyorum. Çünkü pek çok insana göre şahın arkasındaki en yetkin güç Eşref idi.
26 Ekim 1919’da Tahran’da ikizi Rıza’dan beş saat sonra dünyaya gelen Eşref, ailedeki dört eşten doğmuş on çocuk arasındaki en akıllı ve zıpır olanlardandı. Babaları Rıza Şah 1925 yılında İran’ın yeni hükümdarı ilan edilmiş, 26’da taç giyip aynı gün 7 yaşındaki oğlu Muhammed Rıza’yı da veliaht prensi ilan etmişti. Geleceğin şahı en iyi batılı eğitimi alması için İsviçre’ye gönderildi. Aynı şey kızlar için geçerli değildi.
Eşref Pehlevi, daha sonraki yıllarda sürgündeyken yazdığı otobiyografisinde bir kız çocuğu olarak özgürlük ve eğitim konularında çifte standarda maruz kaldığını, kadınların erkeklere nazaran ezildiğini yazmıştı.
ATATÜRK ETKİSİ
Mesela erkek kardeşleri üniversiteye giderken onun dünyada en çok istediği şey Batıda bir üniversiteye yazılmakken 18 yaşına bastığında evlendirilmişti. Belki o yüzden de çocuk yaşlardan itibaren annesi ve kız kardeşiyle birlikte kadın haklarına ehemmiyet vermiş, 1930’lu yılların başında babalarının Atatürk’ün izinden gidip “modern İran kadınını yaratma projesi” kapsamında başlarındaki örtüleri çıkartarak İran’daki diğer kadınlara önayak olmuşlardı. Böylece Kaşf-e hicap (hicabın kaldırılması) hareketinin de simgesine dönüştüler.
Eşref hem yazılarında hem de daha sonraki yıllarda Birleşmiş Milletler’de insan hakları komisyonunda çalışırken ve yaptığı hayır işlerinde hep kadın meselelerini ön plana çıkarmış, özellikle eğitim ve sağlık haklarına kavuşmaları için uğraşmıştı.
İRAN SİYASETİNİN AKTÖRLERİNDEN
Eşref’in sürgün yılları başlamadan önce İran’ın ve dünya siyasetinin aktörlerinden biri olduğu söylenir. 1941 yılında Alman tarafını seçtiği için İngilizler ve Ruslardan gelen baskılarla tahtını 21 yaşındaki oğluna bırakıp sürgüne gönderilen (ve sonunda da Johannesburg’da ölen) baba şahın ardından çocukları büyük bir hazinenin koruyucusu olarak kendilerini bir sömürgeleştirme savaşının ortasında bulurlar. 1950’lere gelindiğinde Başbakan Musaddık emperyalist güçlere karşı dik durmuş, petrolü millileştirerek İngiltere ve uzantısı olan Amerika’yı öfkelendirmişti.
CIA DÜĞMEYE BASAR
Böylece CIA düğmeye basıp Musaddık’ı koltuğunda ettirmek için Ajax Operasyonu adını verdikleri bir plana girişti. Denilir ki Eşref, ikiz kardeşi Muhammed Rıza’yı Ajax Operasyonu için ikna eden kişiydi. Stephen Kinzer’in All the Shah’s Men (Şah’ın Tüm Adamları) adlı kitabına göre Şah ilk başta böyle bir darbeye karşıymış ta ki Roosevelt’in en iyi İran ajanları Eşref’le Fransız Riviera’sındaki casino’larda buluşup ikna edene kadar.
RÜŞVET İDDİALARI
İngiliz ve Amerikalı ajanların anlattığına göre Eşref önüne sunulan tüm havuçları geri çevirmiş ta ki ajanlar karşısına çok miktarda para ve mink kürk koyana kadar. Tabii Eşref Pehlevi’nin versiyonu bambaşka.
Ona göre ajanlar ona açık çek vermişlerdir, o her şeyi reddedip İran’a geri dönmüştür. Sonrasını biliyoruz, ülkede bir darbe olur, Musaddık başbakanlıktan indirilir, ciddi bir tabana sahip olan başbakanı desteklemek için halk sokaklara dökülür, ama sonuçta şah ve ailesi Roma’dan dönünce taht ona tekrar tesis edilir.
KUKLA OYNATICILARI
Kimi siyasi tarihçi bu olaylarda ‘Eşref’in çok büyük bir rol oynamadığını, kardeşini Ajax Operasyonu’na ikna etmiş olsa da aslında asıl kukla oynatıcıları ABD ve İngiltere olduğu için isteseler de istemeseler de aynı sonuç alınacağını, onlara petrolü vermeyen Başbakan’dan önünde sonunda kurtulacaklarını’ söyler.
Sanki bu daha gerçekçidir. Ama tabii kapalı kapılar ardında entrikacı yılan kadın arkatipi o kadar sağlam bir modeldir ki, hikayeyi böyle bir şeye dönüştürmek daha lekeleyici ve heyecan verici olur.
ŞAH’IN KABUSA DÖNÜŞMESİ
Tüm bunlar yaşandıktan sonra İran’da müthiş karışıklıklar yaşandı. Şah ve ailesi, Eşref ve şürekası Hollywood yıldızları ve zamanın en ünlü şahıslarını saraylarında ağırlayıp Mercedes koleksiyonu yaparken, muhalif taife bileniyor, sertleştikçe devlet ABD’nin de lojistik desteğiyle SAVAK (Ulusal İstihbarat ve Güvenlik Organizasyonu) adı altında işkence ve sorgulanma merkezi olarak tüm İranlıların kabusuna dönüşüyordu.
1979 yılında Humeyni’nin Paris’ten gelip monarşiyi lağvetmesine kadar şahı sevenlerin sayısı çokça azalmış, özellikle Ali Şeriati gibi sol görüşe sahip entelektüeller tarafından topa tutulmuştu. SAVAK’ın elinden 100 bin kadar rejime karşı muhalif ismin geçtiği söylenir.
Tüm bunlar olurken Batılı kıyafetlerinin içinde mükemmel Fransızca ve İngilizce konuşan Batılı bir Şah kardeşi olan Eşref, ‘İran’da insanlar böyle kötülükler yaşarken BM’de kadın haklarından bahsetmeye utanmıyor musunuz?’ diye eleştirilmiş, o ise her eleştiriye kendi tarafından hem sözel hem de yazarak cevap vermiş, para yediği iddialarını babasından kalan arazilerin değerlendirildiği şeklinde açıklamıştı.
EŞREF, KADINLAR İÇİN DİDİNDİ
Belki de zenginlikler içinde zor durumdaki kadınların hakları için uğraşması kimilerine samimi gelmiyordu ama o 70’li yıllar boyunca İran’daki en güçlü kadınlardan biri olarak kadınların eğitime ve temel haklara ulaşması için didindi. 1977 yılında Fransa’daki yazlığında arabaya bindikten sonra arabasına 14 el ateş açılmış, kendisine hiçbir şey olmamakla birlikte yardımcısı ölmüştü.
Bu arada Eşref Pehlevi üç kez evlendi(/rildi), çocukları oldu ama annelik konusunda çok başarılı olmadığını itiraf etti. Kendisinin üniversiteye gidemediği için en önemsediği şeyin çocuklarının iyi okullara gitmesi olduğunu, o yüzden de uzak kaldığını eklemiştir.
İlk eşiyle 1944 yılında Kahire’de evlenip 5 yıl evli kalabildiler. İkinci evliliği biraz daha uzun dayandı. 1944’ten 1960’a kadar süren bu evlilikten daha sonraları öldürülecek oğlu ve kızı dünyaya geldi.
Son evliliğini Paris’teki ‘İran Evi’nin yöneticisiyle yapan Eşref daha sonra New York’a taşınınca eşi Paris’te kaldı, yani doğal olarak ayrıldılar. Hayatının son yıllarını daha çok New York ‘ta geçiren, aile gizlemiş olsa da Monte Carlo’da 96 yaşında ailenin en büyüğü sıfatıyla vefat etmiş olan Eşref Pehlevi’nin hayatı görüldüğü üzere tartışmaya çok açık bir hayat.
Biz burada yargılamıyoruz, anlatıyoruz.
Özellikle zorla İran’ın savaşın içine sürüklenmeye çalışıldığı bugünlerde yakın tarihte neler yaşandığına dair bir hatırlatmanın iyi olabileceğini düşünüyorum.