Utku Ekmekçi
Büyüyen Türkiye
Türkiye ekonomisi, Cumhuriyetimizin 100. yılı olan 2023 yılının son çeyreğinde önceki yılın son çeyreğine göre yüzde 4 oranında büyüdü. Yıl bazında baktığımızda ise, ekonomimiz 2023 yılı toplamında 2022 yılına göre yüzde 4,5 büyüdü ve 26,3 trilyon Türk lirasına ulaştı. Bu, 2023 yılı Orta Vadeli Program’ında öngörülen seviyelere oldukça yakın; OVP’de 2023 yılı için büyüme beklentisi yüzde 4,4 olarak öngörülmüştü. Bunun neticesinde hesaplanan kişi başı milli gelirimiz de 308 bin lira, başka bir ifade ile 13 bin 110 Amerikan doları oldu. Kişi başı milli gelirimiz açıklanandan bir nebze daha düşüktür, zira kayıt altında olmayan göçmenlerin yarattığı üretim ve harcama toplam GSYH rakamına yansırken, resmi nüfus verisine yansımadığı oranda yanıltıcı etkiye yol açıyor.
Bu büyüme oranıyla OECD’nin yayınladığı ve grafikte de görülen ülkeler arasında en yüksek büyüme oranına ulaşan ikinci ülke olduk.
Büyüme verisini değerlendirirken her zaman olduğu gibi öncelikle büyümenin sağlıklı bir büyüme olup olmadığına ve buna paralel olarak, ‘kalkınma’ anlamına gelip gelmediğine bakmak gerekiyor. Bunu anlayabilmek için de büyümenin alt kalemlerini incelemek gerekiyor. Büyümenin sağlıklı ve sürdürülebilir olması için sanayi faaliyetlerinden kaynaklanan yani üretim yoluyla oluşan bir büyüme olması arzulanır. 2023 yılının son çeyrek verisine önceki yılın aynı çeyreğine göre baktığımızda sanayi faaliyetlerinde yüzde 1,9 oranında artış görünüyor. Ancak tüm yıl toplamını, önceki yıla göre değerlendirdiğimizde bu oran yüzde 0,8’e düşüyor. Maalesef son çeyreğe de baksak, tüm yıla da baksak oldukça düşük oranlar.
Sanayi gibi, öncelikli baktığımız diğer bir faaliyet alanı da şüphesiz ki tarım faaliyetleri. Tarım faaliyetlerine baktığımızda durum daha da kötü, son çeyreği önceki yılın son çeyreğine göre değerlendirirsek tarım faaliyetleri yüzde 0,5 büyümüş görünüyor ancak yıl toplamını önceki yıla göre değerlendirirsek yüzde 0,2 küçüldüğü görülüyor.
2023 yılı büyümesini, üretim yöntemine göre baktığımızda yine finans ve sigortacılık, inşaat ve hizmetler faaliyetleri oluşturuyor. Sanayi ve tarım faaliyetleri üretim yöntemine göre sıralamada maalesef en geride kalan faaliyetler.
Harcamalar bakımından incelediğimizde ise büyümeye en büyük katkı hane halkı harcamaları ile kamu harcamalarından geldiği görülüyor. Hane halkı harcamaları son çeyrekte önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 9,3 büyürken, yıl toplamında oran yüzde 12,8’e yükseliyor. Yüksek enflasyonun hem talebi öne çekme etkisi olduğunu hem de tasarruf etme alışkanlıklarını yok etme etkisiyle harcamaya, tüketmeye sevk ettiğini daha önceki yazılarımda çok defa anlatmıştım. Bu sebeplerle hane halkı tüketiminin artması şaşırtıcı değil. Bu durumu zaten iç talep göstergelerinde de görmüştük.
Kamu harcamalarındaki artış da hem 2023 yılı başında yaşadığımız deprem hem de yıl ortasındaki genel seçimler sebebiyle şaşırtıcı ve beklenmedik bir sonuç değil. Bu iki etkinin 2024 yılında da süreceğini hemen bir kere daha belirtelim. Hem deprem bölgesine yapılacak alt yapı ve üst yapı yatırımlarının yıllara yayılacak olması hem de 2024 yılı içinde yerel seçimlerin olması, kamu harcamalarını 2024 yılında da kuvvetli tutacaktır.
Elbette büyümüş olmamız kötü değil, bunu söylemek haksızlık olur ancak yukarıdaki açılardan baktığımızda büyümenin arzu ettiğimiz dinamikler üzerinde gerçekleşmediğini de söylememiz gerekiyor.
Diğer taraftan, her zaman büyümeden ziyade kalkınmanın önemine vurgu yapıyoruz. Ekonominin bir yıl içerisinde ürettiği mal ve hizmetlerin rakamsal olarak büyümesi toplumda genel refah düzeyinin artmasına yol açıyorsa kalkınmadan bahsetmek mümkün olabilir. Türkiye ekonomisi büyümesini sürdürüyor ancak bu maalesef kalkındığımız anlamına gelmiyor. Kişi başı milli gelirimiz artıyor ama alım gücümüz azalıyor. Ücretli kesimin ekonomiden aldığı pay azaldı. Son 2 yılda asgari ücrette yapılan ve bunun neticesinde genel ücret düzeylerine de yansıyan yüksek oranlı artışlar gayri safi yurt içi hasıla içindeki ücretlerin payını artırdı. 2 yıl önce yüzde 24 seviyesine kadar gerilemiş olan ücretlilerin payı son açıklanan veride yüzde 29’un üzerine çıktı. Ancak unutmamamız gerekiyor ki 2000’li yılların başından 2016 yılına kadar ücretlilerin payı sürekli olarak artmış ve yüzde 33 seviyelerine kadar yükselmişti. Şimdi, ancak 7 yıl önceki seviyemize gelmeye çalışıyoruz. Ve üstelik artık bir de yüksek enflasyonumuz var. Yani, ücretlilerin payı görece yükseliyor olsa dahi, bu yükseliş refah ve dolayısıyla beraberinde kalkınmayı henüz getiremiyor.
Türkiye dinamik demografik yapısı, jeopolitik üstünlüğü, sanayicisinin ekonomik çalkantılara olan alışkanlığı neticesindeki güçlü kasları sayesinde istediği hemen her zaman büyümeyi başarabiliyor. Potansiyel büyümesi dahi dünyanın birçok ülkesinin üzerinde. Doğru işler yaptığımızda bu büyümeyi kalkınmaya çevirebilme kabiliyetimiz olduğunu da biliyoruz. Bunu biliyor olmamıza, hem cumhuriyetin ilk yıllarında hem de yakın gelecekte başarmış olmamıza rağmen kendi kendimize işleri bozup, tekrar bir kalkınmasız büyüme içine girmiş olduğumuzu görmek gerçekten üzücü.