Gülsüm Kav
Depremde Kadının Adı Yok
6 Şubat 2023'te Pazarcık – Elbistan'da (Kahramanmaraş) 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki Türkiye ve Suriye'yi vuran yıkıcı depremlerin ardından 11 şehirde konutlar, hastaneler ve kamu binaları dahil olmak üzere yaygın yıkım ve çok önemli can kayıpları yaşandı. Kaç insanımızı kaybettik hala tam bilmiyoruz ama 1939 Erzincan Depremi (Mw: 7.9) ve 1999 Kocaeli Depremi (Mw: 7.6) ve dünya yüzyılın diğer önemli depremlerini kat be kat aşan yıkım yaşandığını biliyor ve hala yaşıyoruz.
Hayatı etkilenen 13 milyon üzerinde yani bir ülke nüfusu kadar insanımız olduğu söyleniyor rakamla.
Ama her şey rakamla ölçülmüyor ki. Ve felaketten sağ çıkmak sağlıklı olmak anlamına gelmiyor ki.
Yıldönümünde yapılan anmalarda ve sayısız haber, röportaj, belgesel, raporlama ile gördük ki, bütün yıl ne yaşandığı, öncesi ve gelecek hakkında anlatacak ne çok konu, ne çok boyut var. Yazılara, belgesellere, haberlere, filmlere, kitaplara sığmıyorlar. Gündemi izledikçe insan, deprem bölgesinde yaşananları ele almak için neden yılı bekliyoruz diye sormadan da edemiyor… Yıldönümleri bir vesile tabi ama deprem ülkesinde yaşarken yapılması gereken ilk iş, afet öncesinde yapılması gerekenleri, her günün konusu kılmak…
Şüphesiz felaketi bizzat yaşayanlar gibi doğrudan etkilenmeyen ama aklı an be an orada olan ve dolaylı biçimde etkilenen “iyi tanıkların” sayısı da verilemiyor. Verilemez de. Çünkü yaşadığımız şey sadece sayısal bir konu değil, deprem yıkımının niteliksel olarak ülkedeki ekonomik, hukuki, politik, kültürel yıkımın tam bir sembolü olmasıdır. Ne afet bölgesinde depremin ilk günlerinde ilan edilen olağanüstü hal, ne iktidarın “yaraları sardık” iddiaları gerçeği örtemiyor. Gerçek; depremi afete çeviren rant düzeni ve düzenden yararlanan aynı sorumluların ülkede ekonomik yıkımdan anayasayı tanımayan hukuki yıkıma, siyasetten kültüre, her alanda bırakın yara sarmayı her tür yeni yara açmaya devam ediyor oluşudur.
Bu kalpsiz sistem değişmediği sürece, deprem bölgesinde hayatta kalan insanlara “keşke ben de ölseydim” dedirten dram devam eder, bugün olduğu gibi intiharlar artar ve kapımızda her tür yeni felaket olabilir. Ama değişmesi için mücadele ettiğimizde, tam da yıldönümü eylemlerinde gördüğümüz gibi, bu mücadelenin o ağır adımları bile bambaşka etkiler, sonuçlar yaratabilir. Başta Hatay olmak üzere, bir büyük şantiyeye dönüşmüş olan şehirlerde yıl boyunca, tüm temel ihtiyaçlarda saymakla bitmeyen sorun yaşamış bir halk, döküntüler arasında ayağa kalkıyor işte.
Kayıplar, kimsesizler, uçsuz bucaksız mezarlıklar arasında her şeye rağmen ayakta kalmak ve yaşadıkları şehri yeniden kurmak için mücadele edenlerin direnci, depreme bilinçli kentleri de yaratabilir. Ülkenin dört bir yanında onların yanında olanların ve hakları için mücadele eden tüm ezilen ve sömürülenlerin ufku, yaşadığımız felaketin ve benzerlerinin tekrarlanmasını önleyecek bir politika ve bilimle birleştiğinde bunu başarabiliriz. Tıpkı başarmış diğer ülkeler gibi…
Böyle bir mücadelenin, önde gelen dinamiğini yine kadınlar oluşturuyor. Ve deprem anından itibaren yaşananlara bir de toplumsal cinsiyet merceğinden baktığımızda durumun daha ağır olduğunu görüyoruz. Bölgede kadınların ve LGBTQ+’ların sorunlarına dair çok sayıda raporlama ve çalışma da yayınlandı. Bu raporlara ve deprem sonrası TBMM tutanaklarına dayanarak yaptığımız bir araştırmaya göre ortak olarak dile getirilen çok sayıda toplumsal cinsiyete özgü boyut var:
- Afet Yardımı Dağıtımında Cinsiyet Körlüğü,
- Psikolojik ve Duygusal Zorlukları,
- Beslenme ve Gıda Güvensizliği,
- Yetersiz Sanitasyon ve Hijyen Olanakları,
- Yetersiz Müdahalelerinin Eleştirisi,
- Toplumsal Cinsiyete Dayalı Şiddet ve Hukuki Destek,
- Mahremiyet ve Güvenlik Eksikliği,
- Yasal Çerçevelerin Uygulanmaması ve daha da sayabileceğimiz birçok esaslı ana başlık var.
Bakanlık yine kadınları unuttu
Ama gelin görün ki, konuyla ilgili Bakanlık olan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı deprem açıklamasında yine kadının adı yok. 2023 yılındaki çalışmaların odağının depremden etkilenen vatandaşlar olduğunu söyleyen Bakan, herhalde kadınları vatandaştan saymıyor. Her cümlesinde depremzedeyi sadece rakam olarak gören biçimde ve aslında oransal olarak da ihtiyacı asla karşılamayan, doğruluğunu bilemediğimiz sayılar sıralıyor. Engellilerden, gençlerden ve tabii ki çocuk ve aile dostu merkezlerden söz ediyor ama açıklamada kadınlar bir kez olsun geçmiyor. Bana inanmayan bakanlığın kendi sitesindeki açıklamaya bakabilir. Buna karşılık kadınlar bütün yıl boyunca ve yıldönümünde, afet çalışmalarına ve karar mekanizmalarına pozitif ayrımcılıkla kadınların ve ihtiyaçlarının dahil edilmesi için çağrı yaptı, mücadele yürüttü. Kadınların aklına bu çağrılar durduk yere de gelmedi; arkamızda koca bir uluslararası ve ulusal mevzuat var, tanımlanmış ve resmen tanınmış haklarımız var. Afetlerin orantısız bir şekilde kadınları etkilediği bilindiğinden toplumsal cinsiyete duyarlı afet yönetimi 1990’lardan bu yana artan biçimde kabul görüyor. Bizim de kabul ettiğimiz son belge Sendai Afet Riskini Azaltma Çerçevesi (2015-2030), afetler sırasında kadınların durumuna odaklanan çok boyutlu bir çerçeve çiziyor. İmzacısı olduğumuz CEDAW başta olmak üzere birçok uluslararası kılavuz, en son 2022 tarihli BM Afet Riskini Azaltma Ofisi Politika önerisi “Kadınların kapasiteleri, bilgileri ve becerileri afet riskini azaltma çabalarında kullanıldığında hepimiz faydalanacağız” diyor, kadınların sürece tam ve eşit katılımı çağrısı yapılıyor. Eğer “yerli ve milli” mevzuat arıyorsak da, Türkiye Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı 2012-2023 (UDSEP) -yetersiz toplumsal cinsiyet bakış açısına rağmen- kadınların yüksek riskli nüfus grubu olduğunu ve özel önlemleri vurguluyor. Ve iktidarın öz be öz kendine bağlı kurumu olan Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) da deprem sonrasında kadınlarla ilgili izlenmesi gereken artan iş yükünden şiddetin önlenmesine, sağlıktan demokrasiye uzanan çok sayıda gösterge sayıyor. Kadınların cinsel şiddet dâhil olmak üzere şiddete uğrayıp uğramadığı, insan ticareti riskini, şiddete ilişkin şikâyet birimlerinin durumunu TİHEK bile sayarken, bakanın haberi olmaması mümkün mü? Bunları bilmiyorsa deprem bölgesindeki tek şiddeti önleme merkezinin de ağaç düşerek işlevsiz kaldığını da mı bilmiyor? Çadır kentlere rahatlıkla silahla girebilen erkeklerin kadın cinayeti işlediğini? 6284 kapsamında alınan tedbir kararlarının uygulanamadığını? Kadınlar için tuvalete gitmenin istismar riskini göze almak olduğunu? Bir dönem birden bire istenmeyen gebelik artışını ve bunun arkasında cinsel saldırılar olabileceğini? Kadınların güvensiz ve mahremiyetin sıfır olduğu koşullarda hayatın yükünü taşıdığını? Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır. Kadınların afet durumlarında da dayanıklılığı ve özverisi vurgulanır ya hep, Evet işte o direnç, hayatı nasıl yaşadığımızı görmeyen, öğrenmeyenlerden hesabı da soracak.