Mutlu Hesapçı

Mutlu Hesapçı

“Aziz Nesin Türkiye belleği”

Kendisini yaklaşık 22 yıldır tanıyorum. Sinemadaki yolculuğuna tanık oldum, filmlerini çok sevdim ve benim için hep farklı bir yerde oldu. Çünkü filmografisine baktığımda hep farklı bir hikâye anlattı, değişik tarzda filmler çekti, bir filmi diğer filmine hiç benzemedi. Risk alan sinemacılardan oldu ve kendi duruşundan hiç taviz vermedi. Çok uzun bir aranın ardından Tolga Örnek nihayet geri döndü, benim için dönüşü yine anlamlı ve güzel oldu. Aziz Nesin’den uyarladığı hikâyeleri ‘Mucize Aynalar’ ismiyle sinema perdesinde. Film gişeye baktığınızda ikinci haftasında beklenen ilgiyi henüz bulamadı ama ben filmin çok güçlü ve güzel olduğunu ve mutlaka izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ‘Mucize Aynalar’ son zamanlarda izlediğim en farklı ve özel bir film. İçinde her türlü duygu var; çok gülmeler sonra duygulanmalar, göz yaşarmaları, aynalara bakmaya doyamamalar elbette ardından hayaller kurmalar… Geçen hafta başrol oyuncularından sonra bu haftayı da Mucize Aynalar'ın yönetmeni Tolga Örnek' e ayırmak istedim. Tolga ile Amerika’ya gitmeden önce sohbet ettik. ‘Mucize Aynalar’ filmini izleyin. Filmi izledikten sonra Tolga’ya bu film için ben çok teşekkür ettim. Herkese güneşli pazarlar!

whatsapp-image-2024-04-13-at-14-03-38.jpeg
Tolga Örnek Mutlu Hesapçı

Duygun ne?

Uzun süre bir aradan sonra film yapınca, bir de söz konusu Aziz Nesin olunca hem mutlu hissediyorum hem de gergin hissediyorum çünkü uzun zamandır film çekmedim. Değişik bir his içindeyim sanki işe baştan başlamışım gibi bir heyecan bu…

Aziz Nesin olması, uzun süredir film yapmamış olmanın da etkisiyle üzerinde bir ağırlık hissediyor musun?

Evet, yani böyle filmin çok yükü, beklentisi var. Hem kişisel beklentisi var, hem de film olarak beklentisi var. Tabii Aziz Nesin olması, değişik tarzda bir film olması, uzun zaman ara vermiş olmasına değmiş olması lazım filmin değil mi?

Bütün filmlerin birbirinden farklı... Bu senin özel bir tercihin mi? Ben bunu yapmak istiyorum, bu tarzda, bu türde yapmak istiyorum deyip kendini özgür ve serbest bırakan bir yönetmen örneği Türkiye'de çok az. Aynı zamanda bu bir risk çünkü!

Özgür ve serbest bırakmak yani konunun gerektirdiği tarzı yakalayıp keşfetmek benim için çok önemli. Şimdi bu filmden örnek vereyim; Aziz Nesin hikâyelerini uyarlamaya karar verdim, ikinci aşamada hikâyeleri okudum, sonra uyarlayabileceğim hikâyeleri seçtim, ardından da tabii bu hikâyeleri sinemaya nasıl aktarabilirim? Aslında “Bu hikâyelerin hakkını nasıl bir tarzda verebilirim” diyorsun. Mucize Aynalar benim ilk seçtiğim hikâyeydi ve ana çatı bu olacak, teknolojik tarafı olan bir hikâye bu... Dolayısıyla hafif fütüristtik tarzda farklı bir dil yaratmam gerekiyordu. Aziz Nesin’in absürt komedi tarafı da var. Bütün bu bileşenleri düşünerek bir dünya kuruyorsun. Ve tabii bu zor ve sancılı bir süreçti.

“250-300 hikâye okudum ve film için 6 hikâye seçtim”

Zor bir şeyin içine giriyorsun aslında oysa tek tarzda, türde ve sadece bir hikâyeyi klasik bir şekilde anlatmayı da seçebilirdin. Burada kaç hikâye var ve kaç hikâye içinden seçtin bu hikâyeleri?

250-300 hikâye okudum ve film için 6 hikâye seçtim. Ben sanatçı kelimesini sevmiyorum ama böyle yaratıcı bir iş yaparken o işteki engelleri aşmak ya da engel yaratıp o yaratıcılığı tetikleyecek şeyleri de hani zorlanmak var ya?! O sanatçı titizliğinde ilerlemeyi seçiyorsun, bu durum da o yaratıcılığı tetikliyor aslında. Düşün 6 hikâye ve hepsi birbirinden bağımsız. Önce bir senarist olarak, bir sinemacı olarak “Ben şimdi bunları nasıl bir bütünün parçası yapabilirim? Nasıl bağlayabilirim? Bu karakteri alıp şuradan hikâyesini başlatabilirim, bu karakterle bu karakteri bağlayabilirim” diyerek ilerlediğinde bir yol haritası çıkartıyorsun ve yavaşça inşa ediyorsun. “O tuğla olmadı, onu buraya koyayım” demek o kadar keyifli bir şey ki; bir de Aziz Nesin sana öyle bir dünya vermiş ki karakterler süper, durumlar süper, espriler süper. “Gel oyna bununla” diyor. “Nasıl oynayabilirim?” sorusuyla o dünyayı kurmaya başlıyorsun.

mucize-aynalar-afis-1.jpeg

Peki, o kadar hikâyenin içinden bu 6 hikâyeyi neye göre seçtin?

Öncelikle tanıdık hikâyeler olmasın, daha önce filmi yapılan bir hikâye olmasın... Bilinçli bir karardı ki insanlar önyargılı gelmesinler ve bir beklenti oluşmasın istedim. Özellikle daha az bilinen hikâyeleri hatırlatmak istedim. Ve iç içe geçirebileceğim hikâyeler olması da bir bütüne dönüştürebilmek açısında ayrıca çok önemliydi.

“Aziz Nesin sinemaya dönmek için o kadar büyük bir isim ki...”

Aziz Nesin’in ağırlığı, sonra senin soyadından kaynaklı bir ağırlık da var... Düşününce zor bir şeye kalkışmışsın diyebilirim. Bu fikir nereden ortaya çıktı ve neden böyle bir filmle geri dönüyorsun?

“Böyle bir filmle dönüyor” denmesi benim için çok anlamlı. Aziz Nesin sinemaya dönmek için o kadar büyük bir isim ki... Yüksek profil bir isim. Ve ismimin onunla anılacak, bunun iznini alabilmiş olmak ve bunu adapte edebilmiş olmak büyük bir ayrıcalık. Aziz Nesin'e sığınıp döneyim değil mi, daha ne ister ki bir sinemacı.

“Kendimi zorlayacak işleri seçmeyi tercih ediyorum”

Haklısın, anlamlı bir dönüş.

Yani, yıllar sonra filmografime baktığımda, birileri de baktığında, oğlum da baktığında Aziz Nesin uyarlamış diyecekler, kaç kişi için bu denilebilir ki? Şu anda Aziz Nesin ile ilgili 5-6 tane sinema filmi var sadece. Çok sevdiğim bir yazarı uyarlamak söz konusu... Zorluğuna gelince... Kendimi zorlayacak işleri seçmeyi tercih ediyorum. Bundan farklı bir iş çıkarabileceğime inanmıştım, ekipçe de bu işi çıkarabileceğimizi düşündük. Aziz Nesin tekrar sinemada...

Yine kolayına kaçmamış oldun.

Yok, yani kaçmak istemiyorum zaten. Benim hayatta başarısız olmak korkum var tabii; her yönetmende de vardır. Ama ondan daha büyük bir korkum, kendimi tekrar ederek başarısız olmak... İşte onu hiç yapmak istemiyorum. Bir şey deneyerek başarısız olursam onunla yaşayabilirim ama kolaya kaçarak başarısız olursam onu çekemem.

“Türkiye'de belki de otosansürün, sansürün ve yasakların en büyük düşmanı Aziz Nesin”

Ama ülke olarak tabii başka bir atmosferin içindeyiz. Hâlâ Zübük filmi yasaklandı mı, neden paylaşılmıyor durumu bile tartışmaya açılmış durumda. Yapım şirketinden “Filmleri sırayla paylaşıyoruz, ona sıra gelmedi” açıklaması ise tuhaf. Bu mevzuyla ilgili neler söylersin?

Bir otosansür var Türkiye’de. Aslında dünyada da var artık. Özellikle sosyal medyada da bir otosansür var. Tabii bu bilinçaltımız da olabilir. Türkiye'de belki de otosansürün, sansürün ve yasakların en büyük düşmanı Aziz Nesin, bütün hayatını özgürlüğe, özgür ifadeye, serbestçe konuşabilmeye, yazabilmeye adamış. Adam dünyada Şeytani Ayetleri’ni basan kitapçıların öldürüldüğü dönemde çıkarak “Ben Şeytani Ayetleri’ni Türkçeleştiriyorum, burada yayınlayacağım” dedi, düşünün. Böyle bir mesaj da olabilir bu! Ama burada sırf ben değil, buna yapımcımız Mine Şengöz başta olmak üzere toplu bir inanış var. Anlatabiliyor muyum? O yüzden otosansür de böyle delinebiliyor. O riski aldık yani, hep beraber aldık. Bir şey söyleyeyim mi? Orkestra’dan başka bir şirket de almadı bu riski. Yoksa biz çok kişiyle konuştuk bu projeyi. Bu filmi yapmak için cesaretli bir deli gerekiyordu ve Mine çıktı işte. O da böyle büyük bir risk aldı. Ama Bergen filmi başta olmak üzere risk almayı seven yaratıcı bir yapımcı kendisi zaten. “Aziz Nesin çok önemli bir isim” dedi ve “Bu işi biz yapacağız” dedi.

Sana karşı yaklaşımda rahmetli baban Özden Örnek’ten kaynaklı bir durum var mı Türkiye'de hâlâ?

Vallahi bilmiyorum. Babamdan kaynaklanan bir durum hâlâ var mı, şu anda sezmedim. Galiba bize yeteri kadar bedel ödettiler, uğraşmayı belki bırakırlar. Çünkü artık babam da öldü.

“Değer bilinmeye gelince bana gelene kadar kimlerin değeri bilinmedi”

Bir sinemacı olarak Türkiye'de yaşarken kendini yalnız hissettiğin oldu mu, değerin yeterince bilindi mi?

Oldu canım, olmuştur. Ama ben hiç böyle tam bir piyasanın içinde olmadım zaten, olamadım. Çok az dostum vardı. İşime baktım, işime bakmaya çalıştım, işimi iyi yapmaya çalıştım. Değer... Hiçbir zaman da böyle değerin bilindiği bilinmediği, yargılayacak, sorgulayacak kadar da doğrusu önemli hissetmedim kendimi. Çünkü işimi yapmaya çalışıyordum.

Değer bilinmeye gelince bana gelene kadar kimlerin değeri bilinmedi. Buna örnek işte Aziz Nesin!

Aziz Nesin'in değeri bilindi mi yeterince?

Tabii ki hayır. Aziz Nesin dünya standardının çok çok üstünde bir yazar. O kafa, o gözlem, o yetenek, o üretkenlik, o duruş, o haysiyet, o korkusuzluk... O yani o başka... Bir tane daha yok. Bir adam tiyatro, şiir, düz yazı, öykü her şeyi yazıyor, vakıf kuruyor, başkasının özgürlükleri için savaşıyor, dergi çıkartıyor, gazete çıkartıyor, çocuk eğitiyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. Biz adamın sırtından geçiniyoruz. Adam bize böyle her şeyi tepside sunuyor, biz onun çabasının meyvelerini yiyoruz.

“O anma törenlerinin gidene bir faydası yok”

İnşallah gecikmiş değeri verebiliriz ve bu filmle birlikte daha da çok popüler olsun istiyorum.

Aziz Nesin için de geçerli olan bir cümle söyleyeceğim sana. Babamların olayları başladığında bir avukata gittik. Biz böyle iftiraları falan işte gözaltı çıktığında. Adam dedi ki “Ben sizi tanımıyorum Özden Paşam ama yaptıklarınızı etraftan duydum” dedi. “Bir ülke değerlerini bu kadar hoyratça harcadıkça o ülkeden hiçbir şey olmaz” dedi. Ülkeler değerlerine sahip çıktığı ölçüde yükseliyorlar, o çok önemli. Yoksa o anma törenlerinin gidene bir faydası yok.

Aziz Nesin dünyada yeterince biliniyor mu?

Tabii ki çok iyi biliniyor ve okunuyor. Bu filmin çıkış noktası da İranlı senarist arkadaşım, “Çocukken okuyordum, hikâyelerini niye adapte etmiyorsun” dedi. Aziz Nesin Amerika'da çok bilinmiyor ama Avrupa'da, özellikle Doğu Avrupa ve Orta Doğu'da inanılmaz tanınıyor. 30 lisana çevrilmiş bir yazar. Aziz Nesin tanınmaya oynamamış bir yaratıcı. Sadece işine, gücüne bakmış. “Bilineyim, okunayım şöyle olsun” diyerek kendini bir yere konumlandırmamış. O üretmiş, mücadele etmiş, işinde gücünde, vakfını kurmuş. Davalara gitmiş, hapis, tehditlerle uğraşmış. Uğraşmak onun için ödül olmuş bence. Hani bir marka yönetimiyle falan kafayı kırmış olsa, ooo şu anda başka olurmuş her şey.

“Evrensel ve zamansız bir yazar”

Aziz Nesin’in hikâyelerinde hepimiz bir şeyler buluyoruz ne güzel yazmış. Yıllar önce okuduğunda farklı duygu, yıllar sonra okuduğunda farklı…

Aziz Nesin gençken okurken çok güzel hikâyeler, “Ne kadar güzel yazmış, ne kadar komik, ne kadar düşündürücü” diye okuyorsun. Sonra 20 yıl geçiyor, büyüyorsun, orta yaşa geliyorsun aynı hikâyeleri bir daha okuyunca “Beni yazmış, benim tecrübelerimi yazmış” diyorsun. Çünkü onun yazdığı her şey senin başına geliyor; o kadar garip ki! O yüzden de evrensel ve zamansız bir yazar. Aziz Nesin külliyatı bir Türkiye belleği aslında.

“Onu en çok tatmin eden şey, hayatını güzelleştiren vakıf olmuş”

Hayat hikâyesine dair seni en çok üzen ve çok güzel bir hayatı var dediğin şey ne?

Anılarında okuduğum bir cümle yıllarca hiç aklımdan çıkmaz; “Hayatım boyunca kendime çok iyi bir kişisel kütüphane yapmaya çalıştım, her yapmaya başladığımda da beni tutuklayıp kütüphanemi dağıttılar.” Hayatının mutluluğu da bence Aziz Nesin Vakfı’dır. O vakıfla ilgili yazdıklarını, çocuklarla ilişkisini, çocukların eğitimiyle ilgili düşüncelerini, eğitim felsefesini okuyunca da ona çocuklar huzur vermiş. O diyor ki; “Milletime borcumu bu vakıfla ödüyorum.” Bence onu en çok tatmin eden şey, hayatını güzelleştiren vakıf olmuş diye düşünüyorum.

Filmde hayat gibi aslında içinde çok katmanlı duygular var.

Aziz Nesin hayatı yazdığı için o duyguları biz sadece sinemaya taşımaya çalıştık. Ve bence o anlamda da filmin benim için bir de enteresan tarafı duyguyla ilgili. Bir sonra ne olacağını hiç tahmin etmiyorsun filmde, bu durumu da seviyorum. Duygu nereye gidecek? O da seyirciyi bence dinamik tutuyor.

‘Mucize Aynalar’ ile farklı bir yolculuğa çıkacaklar

image00053.jpeg

Bu filmi sana göre neden izlesinler?

Kendisiyle yüzleşmek için, hayal kurmanın ne güzel bir şey olduğunu ama bir bıçak sırtı tarafı olduğunu da hatırlamak için izlesinler. Güzel bir keyif, olumlu bir duygu bırakacağına ve o duyguya da ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. ‘Mucize Aynalar’ ile farklı bir yolculuğa çıkacaklar, ben onu garanti ediyorum.

“Benim hayalim film yapmaktı, şimdi 11 tane filmim var”

Film insana hayal kurduruyor ve hayallerini hatırlatıyor. Sen de çok hayal kuruyor muydun ve kurmaya devam ediyor musun?

Hâlâ kuruyorum. Benim hayallerim büyük hayaller, orta ölçekli hayaller, küçük hayaller. Çünkü diyorum ki büyük hayallere ulaşamazsam en azından küçük ve orta hayallerle bir şey başarmış ve tatmin olmuş olurum. Bir büyük hayalin peşinde koşarken hiçbir şeyini gerçekleştirememek başarısızlık. Ama en azından diyorsun ki küçük ve orta hayallerim var. Benim hayalim film yapmaktı, şimdi 11 tane filmim var, onu gerçekleştirdim. Şimdi daha iyi, daha büyük, belki daha ödüllü filmler yapmak var. Tamam, onları gerçekleştiremezsem de en azından 11 filmim var. O beni tatmin etti, yani boşa geçmemiş hayatım.

“Nevra Serezli'yle çalışmak, Cüneyt Arkın ile tanışmak benim için bir hayaldi”

En büyük hayalim buydu ve gerçekleşti dediğin ne var?

Valla Mutlu, o hayaller de insanın yılına ve yaşına, olduğun duruma göre değişiyor. Benim herhalde, ne bileyim ya işte film yapmak, sinemacı olmak büyük bir hayaldi. O zaman için büyük bir hayaldi. Mesela hayalim sinemacı olduktan sonra tanıştığım oyuncular, dost olduğum, çalıştığım oyuncular hayallerin gerçekleşmesi aslında. Nevra Serezli'yle çalışmak benim için bir hayaldi. İzleyerek büyüdüğüm bir oyuncuyla çok uzak gibi görünen bir insanla çalışmak, dost olmak, onu sevmek ve oğlumun da onunla oynamış olması büyük bir hayalin gerçekleşmesi aslında. Sonra Cüneyt Arkın'la tanışmak da öyle. Ben sinemaya Cüneyt Arkın ile merak sardım, onun filmleriyle büyüdüm, benim için büyük bir stardı kendisi. Onunla tanışmak ki tanışınca dilimin tutulduğunu hatırlıyorum. Hayaller gerçekleşirken aslında o hayalleri kurduğunu fark ediyorsun.

Amerika'da hayat nasıl gidiyor? Amerika'dan Türkiye'ye baktığında özlemin nedir ya da nasıl görüyorsun, burada ve orada nasıl bir dünya kurdun kendine?

Amerika'daki hayat yoğun, zor ama güzel. Orada senaryo yazma anlamında çok üretken oldum.

Oradan buraya baktığında ne kadar hızlı değiştiğini görüyorsun Türkiye'nin. Uzun zaman gelmeyince insanların özündeki güzelliği görüyorsun. Ama Türkiye'nin de potansiyelini bir türlü görememesinin de bir üzüntüsü var. Ve insanların uğraşmamaları gereken şeylerle, normalde üzülmemeleri gereken olaylarla üzülmeleri, uğraşmalarının onların hayatlarından güzel yılları çaldığını da görüyorum ve üzülüyorum.

“Türkiye'ye geldiğim zaman eve gidiyormuş gibi hissediyorum”

Orada mutlu musun peki?

Asker çocuğu olduğumuz için biz nerede olursak mutlu olmaya koşullanmışız. Geride bıraktığına üzülmektense bulduğuna sevinme mantığı vardır biz asker çocuklarında, eşimde de var o. O yüzden her ülkenin zorlukları, kötülükleri, engelleri var ama ona adapte olmaya çalışıyorsun. Ailemi, arkadaşlarımı, ekibimi her zaman özlüyorum tabii. Türkiye'ye geldiğim zaman eve gidiyormuş gibi hissediyorum. O yüzden benim İstanbul'a gelmem hep böyle güzel bir heyecan oluyor.

Yurt dışında uluslararası filmler çekmek Amerikan rüyası hayalleri var mı?

Amerika'da bu işi bilen yani tanıdığım, beraber çalıştığım insanlarla ilk etapta düzgün İngilizce uluslararası filmler yapma hayalim. Ondan sonrasına bakacağız. Stüdyoya girip öyle 50 milyon dolarla, 40 milyon dolarla bir film yapma gibi bir hayalim yok. Çünkü orada zaten başka bir mekanizma işitiyor. Ben onun içinde çok var olamam zaten, böyle bir yapım yok. Ben düzgün insanlarla kontrol edebilir seviyede, büyüklükte güzel filmler yapmaya inşallah başlayacağım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mutlu Hesapçı Arşivi