SALGIN VE EMEKÇİLER

Bu yıl 1 Mayıs’a bir de Korona engeli çıktı. İşçiler ve işçilere omuz verenler meydanlara çıkamadılar. Biz yasaklara alışmıştık ama tüm ülkelerde ilk kez meydanlar kutlamalara kapatıldı. Dünyayı sarsan salgının sıkıntısını en çok emekçiler çekiyor ve bir süre daha çekmeye devam edecekler.
Şöyle internette bir tarama yapıyorum. Yönetim biçimleri ne olursa olsun, ABD, Avrupa, Rusya ve Çin’de salgının yarattığı sıkıntıların aşılması için sivil toplum örgütleri arasında en çok sendikalar devreye girmişler. Hükümetler sendikalarla görüşerek sorunlara çözüm arıyorlar.
Peki ya bizde?
SENDİKASIZ BİR ÜLKE
Öncelikle sendikalı işçi sayısında dünya fakiriyiz. Matematik bir gerçek. Sayın azsa güçsüzsün. Sendikalar güçsüz ama bazı sendika yöneticileri çok güçlü, 30 yıl sendika başkanlığı yapan ağalar var bu ülkede, sendika koltuklarına çöreklenmişler, aralarında işadamı elbisesi giyen bile var. Han, hamam, otel sahibi oldular. Sorun, evrensel kurallara göre değil de kafamıza göre uyguladığımız demokrasimizde. Patronların baskısına boyun eden iktidarlar yüzünden ülkemizde sarı sendikacılık almış başını gitmiş, sendika tarihimiz de daha delikanlılık çağını yaşıyor desek yeridir.
Ancak Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’in yeri çok ayrıdır.
Amerikancı darbeler aslında DİSK’e karşı yapılmıştır. Bakmayın, 12 Eylül O’na, buna karşı yapıldı tartışmalarına. Asıl hedef DİSK’in önünü kesmekti. Türkiye Solunun önemli teorisyenlerinden Mihri Belli’nin sözleri aklıma geldi. Hatasıyla sevabıyla tarihimize damga vuran Belli, şöyle demişti; “ Türkiye’de işçi ve aydın hareketleri paralel gitti, bir türlü kesişmedi. 12 Eylül öncesi kesişir gibi oldu. Ama darbe her şeyi sildi süpürdü.”
Türkiye solunun tarihinde acılar ve yenilgiler çoktur ama enseyi karartmamak lazım.
SENDİKASIZ İŞÇİLER
Sendikalar ve sendikalaşma üzerine o kadar çok edilecek laf var ama sayfalar yetmez. Sendikayı işçiler güçlü yapar, üye sayıları ne kadar çoksa o kadar güçlü olurlar.
Ülkemizde kayıt dışı işçi sayısının hesabını tutan yok ama Sosyal Güvenlik kayıtlarına göre, 14 milyon işçi var. Sendikalı işçi sayısı ise iki milyonu bulmuyor. Bunların çoğu da kamuda çalışan işçiler. İşçi örgütleri nasıl güçlü olabilir ki?
Sendikalı ve örgütlü olmak elbette daha çok çalışanların elinde. Dünya işçilerin yoldaşı Nazım Hikmet’in dediği gibi, suçun bir bölümü de büyük insanlığın. Bakmayın basında sendika, örgüt, işçi hakları diye yazan kardeşlerime… Çoğunun sendikası yoktur.
Hürriyet Gazetesi çalışanlarının durumunu gördük. Sadece sendikalı oldukları için tazminatsız kovuldular, önce biraz yazıldı, sonra unutuldu. Hiç kimse umursamıyor, Örneğin, böyle bir olay Fransa’da olsaydı(rüyada görsen inanma) basın emekçileri genel greve gitmişlerdi.
SALGINDA BİLE AYRI GAYRI HESABI
Avrupa’da sendikalar başta olmak üzere tüm sivil toplum örgütleri salgına karşı birlikte mücadele ediyorlar. İşin doğası gereği belediyeler ile merkezi iktidar zaten birlikte hareket ediyor. Ülkemizde ise bizden olanlar olmayanlar ayrımı yapılıyor, Sosyal Demokratların yönetimde olduğu belediyelerin aşevleri bile kapatılıyor. Sendikalar da devrede olsaydı, güç sahipleri kim bilir onlara nasıl davranırdı?
Oysa Avrupa’da işçi sendikaları, yayınladıkları ortak bildiriyle ülkelerinde sağlık sistemlerini eleştirmişler, Avrupa Birliği de bu eleştirileri göz önüne alarak, bundan sonraki genel ve koruma sağlık politikalarında radikal bir değişikliğe gidileceğinin işaretini vermiş. Sendikaların devlet yardımlarında da dağıtım görevini üstlendiklerini, denetime açık çalışma yürüttüğünü burada belirteyim.
Kısacası, sendikalar ve kooperatifler(her alanda özellikle tarımda) dünyanın ilacıdır.
Bu salgın ilacın bu olduğunu ilerleyen günlerde daha net gösterecek.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi