Cengiz Erdil
İslam Çupi ve İstanbul
İslam Çupi’yi 80’li yıllarda Trabzon’da tanıdım. Çupi, Milliyet Gazetesi’nin spor yazarıydı, bendeniz ise genç bir TRT muhabiri. İslam Çupi, Trabzonspor’un Fenerbahçe ile oynadığı maçlara gelirdi. Mekânı ya şehir kulübü ya da kentin asırlık meydanına bakan "Kuyu" adlı meyhane olurdu.
Futbolun edebiyatını yazan gazeteciydi İslam Çupi. Ona futbolun Balzac ve Tolstoy’u gibi abartılı lakaplar takmaları garip gelebilir ama gerçek bir yazı ustasıydı.
Ve de rakı balık uzmanıydı. Elbette Trabzon’a geldiğinde favori yemeği hamsi, yanında olmazsa olmazı rakısıydı.
Misafiri bağrına basan Trabzon’da bol kepçe servis yapan garsona Çupi’nin “Az az oğlum. Her şeyden az az… Yoksa keyfi çıkmaz” dediğine şahidim.
Efsane Beşiktaş’ın efsane Başkanı Süleyman Seba’nın “Arnavut Prens” dediği Çupi, 1932 yılında Tiran’da doğdu. Parantezi kapattığı 2001 yılına kadar futbol ve İstanbul’u yazdı. İslam Çupi’nin futbol yazılarından derlenen "Futbolun Ölümü" ve "Olaylar, Sağbekin Lahana Dolmasını Yemesiyle Başladı" kitapları var.
Ben burada “Hey gidi İstanbul” kitabından söz edeceğim. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları bu yılın başında 18 yıl aradan sonra kitabın ikinci baskısını yaptı.
Dört yaşından sonra sur içinde büyüyüp olgunlaşan Çupi, yedi tepeli kente can alıcı sözlerle ağıt yakan bir İstanbul vurgunudur. Ölümüne yakın tarihteki yazısından bir bölümle başlayayım:
“Her ağaç devrilişine, İstanbul’da sanki yeni bir kurban kesiliyormuş gibi ağladım ben. İstanbul’da tuğlası her yüksek tutulan fabrika, bana medeniyetin, asrileşmenin çalışkanlığını değil, oksijeni ve yeşilliği çaktırmadan yiyen demirden bir hayvanat bahçesinin bu güzelim kentte planlamasız istilasını anımsattı.”
Hayatı boyunca yazılarını kurşun kalemle yazan Çupi’nin eski İstanbul’u, bir kara kalem resim çalışması gibidir.
“Gökdelensiz İstanbul, tuğlasını göğe yapıştırmamış İstanbul, tramvay alçaklığında adeta kendi fotoğrafını yürürken görür, çalan ‘çan’ bir hicazın veya nihavendin nağmelerini usta bir ‘ut’tan alıp sokaklara döker, tramvay arşı ile elektrik tellerinin birbirleriyle teması sonunda etrafa yayılan şerareler, bu şehrin karanlığını mor lacivert karışımı bir aydınlığa boğardı.”
İslam Çupi milenyumun başında sevdiği İstanbul’dan göçüp gitti. "Ya son 20 yılda yapılanları görseydi" dersek hata etmiş oluruz. Çünkü Çupi 30 yıl önceden İstanbul’un bugünkü durumunu da satırlara dökmüştü:
“İstanbul’u yürünemez ve yaşanılmaz kılan, Marmara Denizi’ni içine girilmez duruma getiren Türkiye’deki plansız, hesapsız insan ve ekonomiyi oynatma depremi, bu kentin çok az kalmış eski sahiplerine, günlük gazetelerin koydukları turistik yöreleri işaretleyen kilo kilo ilanlar, bana hayatımın sonlarında yapılmış en ağır hakaret gibi geliyor.”
“Futbol sadece bir oyun değildir” derler; ülkemizde bu güzel oyunu gazetelerin spor sayfalarında bazen filozof bazen bir edebiyatçı üslubuyla kaleme alan İslam Çupi, anıların içinden amaçlı amaçsız şut çeken insanları yazdı. Kalecisiz kalan, savunma oyuncuları pul pul dökülen ve topların ağlarını harap ettiği İstanbul sokaklarının da dili kalemi oldu.
Ustanın kâğıda döktüğü şu sözleriyle bitireyim:
“Ne güzel yağmurlar yağıyor artık bu şehrin üstüne, ne kuşbaşı karlar düşüyor damların tepesine, ne saka, flurya ve bülbül şakıyışı var ağaç dallarında, ne de insanı kendi tuzsuz maviliğine çağıran Marmara.”