Serhat Güvenç

Serhat Güvenç

PRUSYA’YI BEKLERKEN

16 Aralık 2009 tarihinde The New York Times’da H.D.S. Greenway imzalı bir yazı çıktı. Başlığı “Bring Back Prussia,” yani “Prusya’yı Geri Getirin.” Greenway, Amerikan müesses nizamının mükemmel bir temsilcisi gibi duruyor. Boston doğumlu bir gazeteci. Yale ve Harvard gibi Doğu yakasının kalburüstü üniversitelerinin yanı sıra Oxford Üniversitesi’nde de eğitim almış. Dış haberler, uzmanlık alanı. Bir sürü çatışma bölgesinden haber ve analiz geçmiş. Bu yazıyı da Afganistan gözlemlerini paylaşmak amacıyla yazmış. Aklı başında bir Amerikalının dünyanın ve kendi ülkesinin başına iki kez bela olmuş, Alman militarizminin beşiği Prusya’yı geri çağırması normalde beklenmez.

Greenway, elbette bu tarihsel mirasın farkında. Ama derdi şu: O sırada Afganistan’da görev yapan Amerikalı generaller, ISAF’e tahsis edilen Alman birliklerindeki “savaşçı ruh” eksikliğinden yakınıyordu. Yani Alman askerleri çatışmaya girmeye isteksizdi. Hükümette siyasi irade yoktu. En önemlisi Alman kamuoyu “savaş” sözcüğünü dahi duymak istemiyordu. O zaman Greenway’ın ve Amerikalı generallerin Prusya’nın ruhunu çağırmaktan başka çaresi kalmıyordu. Alman birlikleri sonuna dek çok katı angajman kurallarıyla görev yaptı. 20 yıl boyunca muharip görevlerden kaçındılar. Buna rağmen 59 kayıp verdiler. Görevin Alman vergi mükelleflerine toplam maliyeti 12,5 milyar Euro oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Alman toplumu sadece askerlikten soğumaktan kalmadı, aldığı göçler nedeniyle çeşitlendi, renklendi. Prusyalı köklerle en ufak ilgisi olmayan bireyler Alman ordusunda görev yapar oldu.

ALMAN ORDUSUNUN PRUSYA GEÇMİŞİYLE İŞİ KALMADI
Maslak’taki 3’üncü Kolordu’da tanıştığım bir Alman askeri örnek vereyim. NATO, Balkanlar ve Afganistan görevlerinden sonra sivil kurumlar ve kişilerle işbirliğine daha bir önem vermeye başlamıştı. NATO’nun yüksek hazırlık seviyesine sahip kolordu karargahlarından birisi olan 3’üncü Kolordu için çıta biraz daha yükseğe konmuş, JTF (Joint Task Force) sertifikasyon süreci başlamıştı. JTF statüsü, müşterek (kara, deniz ve hava unsurlarıyla) harekat yapabileceğinin onaylanması anlamına gelecekti. 3’üncü Kolordu daha sonra en üst hazırlık düzeyi olan VJTF statüsüne de erişti. JTF sertifikasyon sürecinin bir parçası olarak STK temsilcileri, AFAD ve Kızılay’ın yanı sıra akademisyenler de hazırlık çalışmalarına davet edilmişti. Ben de bu sayede yıllardır önünden geçtiğim kolordu karargahına ilk kez girme imkanı bulmuş oldum. Tatbikat koşulları gereği karargah çadırlı ordugaha geçmişti. Etrafta Türk üniformalı personel çoğunluktaydı ama arada Amerikan, Alman, İtalyan ve Polonya üniformalı subay ve astsubaylar da göze çarpıyordu. Bizi yönlendirdikleri çadırın hemen önünde Alman üniformalı, kara kaş, kara göz, güleç yüzlü genç bir adam duruyordu. Baktım sol göğsünün üzerindeki isimlikte tipik bir Türk soyadı yazıyor. Yanına gittim. Sordum: “Hemşehrim askerlik şuben neresidir?” “Düsseldorf Hocam” diye yanıt verdi. Çok güldük karşılıklı. Türkiye kökenli bir Alman askeri. Bu yazıyı kaleme almadan önce kendisine danıştım. Sadece adını paylaşmama izin verdi: Bundeswehr’den Edip. Edip bir istisna mıdır? Yoksa giderek yaygınlaşan bir eğilimi mi temsil ediyor? O kadarını bilmiyorum. Ama sırf bu örnek bile Alman ordusunun, Prusya geçmişiyle pek de işinin kalmadığını gösteriyor.

MİLİTARİZM ÇAĞRIŞTIRAN İŞLERE KARŞILAR
Bir başka örnek geçen Eylül ayında Kiel’de düzenlenen deniz gücü sempozyumunda tanıştığım genç Alman deniz subayı. İngiltere’de doktora öğrencisi olan bu yüzbaşının üzerinde koyu üniforma vardı. Laf ola sordum: “Siyah üniformaya ne zaman geçtiniz? Biraz erken değil mi?” Öyle ya bizde denizciler mevsime göre beyaz ve siyah üniforma giyerler. “Biz bir tek bu renk üniforma giyeriz” diye yanıt verdi. Baktım zaten siyah da değil. Bayağı koyu bir lacivert. Laf lafı açtı. “Bizde bu işler o kadar önemsenmez” diye devam etti. “Biz subay çıkınca kılıç da kuşanmayız mesela.” “Militarizm çağrışımı yaptığı için…” Doğrusu şaşırdım. Bu kadarını beklemiyordum. Muvazzaf personelin yemin metnini araştırdım. O da ilginç: “Federal Almanya Cumhuriyeti’ne sadakatle hizmet edeceğime ve Alman halkının hak ve özgürlüklerini cesaretle savunacağıma ant içerim. Tanrı yardımcım olsun.” En son cümle isteğe bağlı. İster söyle, ister söyleme.

Bu hafta, Kiel’deki sempozyum sırasında tanıştığım bir başka isim Julian Pawlak’ın Ukrayna gelişmeleri bağlamında Almanya’nın ikircikli tutumunu ele alan bir yazısı çıktı (1). Almanya’nın Baltık güvenliği konusunda daha etkili rol oynaması gerektiğini ifade eden Pawlak, Alman toplumunun ruh halini şöyle aktarıyor:

DOSTLARLA ÇEVRİLİ YAŞAMAYA ALIŞKINLAR
“Almanya’nın kendisine ekonomik liderliğin ötesinde rol konduramaması bir açmaz doğurdu: Almanya, ne kadar mütereddit olursa olsun Avrupa’ya liderlik yapmaya mahkum. Üstelik bunu etrafı dostlarla çevrili yaşamaya alışkın bir kuşakla yapacak. O kuşak bunu o kadar kanıksadı ki ne uluslararası siyasette stratejik düşünme ihtiyacını ne de güçlü ve yetenekli bir ordunun gerekli olduğunu kabule yanaşıyor. Silahlı kuvvetlerin asıl amacının, Almanya’nın ve müttefiklerinin topraklarını savunmak olduğunu da unutuyorlar.”

Pawlak’ın Almanya’nın etrafı dostlarla çevrili yaşamaya alıştığı tespiti çarpıcı. Zira her iki dünya savaşı öncesinde Alman toplumu tam aksine düşmanlar tarafından kuşatıldığına inanıyordu. Her iki savaş da bu sözde kuşatmayı kırmak için başlatılmıştı. Demek ki artık coğrafya Almanya’nın kaderi olarak görülmüyor.

Alman toplumunun savaşın adını anmayı ve askeri gücü bir dış politika aracı olarak görmeyi reddetme eğiliminin ne kadar güçlü olduğuna dair bir başka örneği yine Kiel’den vererek yazıyı bitireyim. Neredeyse her yıl katıldığım deniz gücü sempozyumları, Kiel Üniversitesi bünyesindeki ISPK adlı merkez (Güvenlik Politikaları Enstitüsü) tarafından düzenleniyor. Konferansın yükünü, deniz güvenliğinin önemine dikkat çekmeye çalışan bir avuç genç akademisyen/uzman taşıyor. Temel amaçları da Avrupa’daki “deniz körlüğü”nün (sea-blindedness) aşılması. Bu konuda bir hayli mesafe katettiklerini söyleyebilirim. Ama Alman toplumunda bu konuları çalışmanın başka ülkelere göre daha fazla tepki çektiği de gerçek. Galiba 2019 yılındaki sempozyumdan bir gün önceydi. Kiel’de dolaşırken bir afişe rastladım. Sempozyumla ilgiliydi ama tam anlamadım. Organizatörlerden birisine fotoğrafını yolladım. “Yarın toplantı başladığında bizi protesto edecekler” dedi; “Savaş oyunları oynuyormuşuz.” Hiç başıma gelmemişti. Bir güvenlik çalışmaları akademisyeni olarak ilk kez Almanya’da protesto edilmiş olduk.

ALMAN HÜKÜMETİNİN BOCALAMASINA ŞAŞMAMALI
Alman hükümetinin Rusya’nın Ukrayna merkezli talepleri karşısında bocalamasına, yalpalamasına çok da şaşmamak lazım. Alman toplumu ve seçkinleri daha bu konuları düşünmeye ve tartışmaya hazır değil. Ne kadar ruh çağırma seansı yapılırsa yapılsın, Prusya’nın gelmesi olası değil. Zaten ihtiyaç da yok. Otoriterlik, itaat ve katı disiplinle özdeşleştirilen Prusya askeri kültüründen ziyade, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı stratejik liderlik bugün ihtiyaç duyulan. Almanya bir karar verene dek, Avrupa bu nitelikleri bir hayli örselenmiş olan ABD ile idare etmek zorunda.

(1)

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güvenç Arşivi