Serhat Güvenç
MONTRÖ
Allah gani gani rahmet eylesin Prof. Dr. A. Haluk Ülman’ın derslerini ağzım açık dinledim üniversitede. Hocamız sadece Mülkiye’nin siyasi tarih geleneğinin taşıyıcısı değil, siyasetin içinden gelen birisiydi. Bir dönem Ecevit’in yakınında bulunmuş biri olarak Türk dış politikasını anlatırken bolca anekdot kullanırdı. Prof. Dr. Ülman’ın derslerde adını anmadan geçemediği bir hocası vardı: Prof. Dr. Ahmet Şükrü Esmer. O da Mülkiye’nin efsane hocalarındandı. İşlenen konuda Haluk Hoca’nın aktaracağı bir anekdot yoksa, Ahmet Şükrü Esmer Hoca’dan duyulmuş bir anekdot mutlaka bulunurdu. Hele konu Boğazlar ise Esmer Hoca’ya gönderme mutlaka yapılırdı. Ahmet Şükrü Esmer, Foreign Affairs dergisinin Ocak 1947 sayısında “The Straits: The Crux of World Politics” başlıklı bir makale de yayınlamıştı. Başlığından da anlaşılacağı üzere Ahmet Şükrü Hoca, Boğazları dünya siyasetinin püf noktası olarak tanımlamış. Soğuk Savaş süresince Türkiye’de Montrö Boğazlar Sözleşmesine bakışı tam da buydu. Boğazların denetimi iyi yönetildiği takdirde Türkiye’ye dünya siyasetinde kendi sıkletinin üzerinde etki yapma olanağı sağlıyordu. Ama aynı zamanda bir külfetti. Erken Cumhuriyet dönemi diplomatları Boğazların askerden arındırılmasının ve denetiminin uluslararası komisyona bırakmanın doğurduğu güvenlik sorunlarını halletmeye kafa yormuştu. 1936’da imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesiyle Türkiye, Boğazlarda yeniden asker konuşlandırabildi. Ayrıca savaş gemilerinin Boğazlardan geçişine bir dizi sınırlama da getirdi. Bunlar, bir gerginlik durumunda özellikle sahildar olmayan devletlerin Karadeniz’e kısa sürede büyük deniz kuvvetleri kaydırmalarına izin vermediği için bir krizin tırmanmasını frenlemektedir. ABD’ye sayıp dökeriz Lozan’ı onaylamadı diye ama, sırf bu nedenle Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne de taraf olamamıştır. Bu durum Türkiye’nin Boğazlara ilişkin sorumluluğunu yönetmesini kolaylaştırmıştır. Öyle ki ABD, “Seyir Serbestisi” ilkesinin tüm dünya denizlerinde ve deniz geçiş yollarında istisnasız uygulanması için en yakın müttefiki İngiltere’nin bile bileğini bükmekten kaçınmamıştır. Ancak Soğuk Savaş’ın en gergin dönemlerinde dahi Türkiye, ABD’nin Montrö sınırlamalarını aşma girişimlerine direnebilmiştir. NATO da Karadeniz harekat sahasının sorumluluğunu Türkiye’ye bırakarak yasal sınırlamalarla çelişmeyen askeri bir çözüm benimsemiştir. Soğuk Savaş sonrasının iyimser ortamında ekonomik ve ticari çıkarlar güvenlik kaygılarının önüne geçmiştir. 1990’larda eski Sovyet coğrafyasından çıkan doğal gaz ve petrolün taşınması Boğazları ve Montrö’yü bir kez daha gündeme getirmişti. Rusya Federasyonu, Boğazlardan ticari gemilerin serbest geçişini dert edinmişti. 1994’de Türkiye, tehlikeli madde yüklü ticari gemiler için bir dizi yeni önlemi de içeren Boğazlar Tüzüğü’nü yürürlüğe koydu. Rusya buna sert tepki gösterdi. Moskova’ya göre tüzük Boğazlardan geçişi daha emniyetli hale getirmekten çok, Rus petrolünün deniz yoluyla taşınmasını güçleştirerek Bakü-Tiflis-Ceyhan projesine rekabet avantajı kazandırmayı hedefliyordu. Rusya’nın çekinceleri de göz önüne alınarak, bu tüzük birkaç kez değiştirildi. Geçişlerin daha düzenli ve emniyetle yapılmasını sağladı. Bu arada Türkiye uzun bir aradan sonra Karadeniz’in en güçlü donanmasına sahip kıyıdaş ülke oldu. Bu durum 2008’deki Rusya-Gürcistan Savaşı’na dek sürdü. Bu savaş sırasında ABD Karadeniz’e Montrö sınırlarını zorlayacak tonajda savaş gemisi sokma düşüncesini Türkiye’nin sözleşmeyi tavizsiz uygulama ısrarı nedeniyle hayata geçiremedi. 2014’de Rusya’nın Kırım’ı ilhakıyla sonuçlanan Ukrayna krizi sonrasında savaş gemilerinin Boğazlardan geçişi Montrö’yü yeniden hatırlattı. Üstelik artık NATO üyesi olan Romanya ve Bulgaristan, Karadeniz’de güçlü ABD ve NATO deniz varlığının hararetli savunucularına dönüştüler. Günümüzde dünyanın en kuvvetli donanmalarına sahip iki ülke ABD ve Çin, Montrö’ye taraf değil. Gerekçeleri farklı da olsa Karadeniz’e giriş çıkışta kısıtlamaya tabi olmak istemiyorlar. Kanal İstanbul ve bağlı olarak gündeme gelen Montrö tartışmaları aslında uç veren yeni küresel güç dengesinin izdüşümünde yer alan konular. Türkiye’de Boğazlar konusunu güvenlik odaklı gören geleneksel yaklaşım, yerini daha ekonomik/ticari bir bakışa bırakmış durumda. Olası bir Kanal İstanbul’dan elde edilecek geçiş gelirleri ve civar arazilerin değerlerinde beklenen artışlar, Türkiye’nin yeni siyasi seçkinleri için Montrö’nün Türkiye’ye sağladığı stratejik ve siyasi avantajları gölgede bırakıyor. Daha önceleri güvenlik odaklı tanımlanan ulusal çıkarlara, artık ekonomik ve ticari mülahazalar damgasını vuruyor. Ülkelerin ulusal çıkarlarını değişen şartlara göre uyarlayıp yeniden tanımlamaları doğaldır. Ancak Türkiye’nin ulusal çıkar anlayışı, ekonomik önceliklere göre belirlenirken, güvenlik alanında ortaya çıkacak alternatif maliyetlerin hesaba katılması gereklidir. Üstelik ABD ve Rusya arasında beliren kara bulutlar Türk Boğazlarının Ahmet Şükrü Esmer’in ifadesiyle dünya siyasetinin püf noktası kimliğini teyit etmektedir. Daha da önemlisi Türkiye hızlı bir şekilde safını belirlemek gibi bir zorunlulukla karşı karşıyadır. Bu kez Karadeniz’de işi Soğuk Savaş’a göre daha zordur. Çünkü ABD ve NATO için harekat alanının kontrolü ya artık Türkiye’ye bırakılamayacak kadar önemlidir ya da Türkiye harekat alanının sorumluluğu verilemeyecek kadar güvenilmez bir müttefiktir.