Anıl Özgüç
Her yer ve hiçbir yer: Düzlükler
Eğer Gerald Murnane’in 1982’de yazdığı ancak Türk okurun karşısına tam kırk yıl sonra çıkabilen (ya hiç çıkmasaydı?) “Düzlükler”i elinizde tutuyorsanız, birazdan muhtemelen daha önce hiç yaşamadığınız bir okuma deneyimine dalacaksınız. Bu cümledeki iddianın ve her kitabın yeni bir deneyim olduğunun elbette farkındayım. Ve bu iddiadan geri durmamaya bu farkındalığıma rağmen kararlıyım.
Gerald Murnane ülkesinden hatta yaşadığı eyaletten, kendi ifadesiyle bir kenarı 1.500 km olan bir kareden ömrü boyunca çıkmamış bir Avustralyalı. 1939’da Melbourne’de doğmuş. 2009’dan, karısının ölümünden bu yana da Victoria’nın Goroke kasabasında yaşıyor. Sıkı bir Katolik olarak yetiştiriliyor, yirmili yaşlarının başında din ve Tanrı inancını terk ediyor. Hayatını bir üniversitede kurmaca yazarlığı dersi anlatarak kazanıyor.
Hiç uçağa binmemiş.
Hiç yüzme öğrenmemiş.
Koku alma duyusu yok, sadece ilkel bir tat alma duyusu olduğunu söylüyor. Koklaması gerektiği durumlarda görme işine yarar görünüyor. Aromalar için narin, soluk ve ince, güçlü kokular içinse zengin renklerden oluşan bir sis ya da damlacık bulutu gördüğünü söylüyor. Murnane, görerek yazıyor, görerek okuyor ve görerek yaşıyor.
Hiç güneş gözlüğü takmamış.
Hiçbir zaman bir televizyonu olmamış. Çok az film izlemiş, daha az da tiyatro oyunu. Operaya hiç gitmemiş. Karakterlerin abartılı yüz ifadelerinin, jest ve mimiklerinin onu çok utandırdığını söylüyor. –Temsil edilen her şeye yabani diyebilir miyiz? –
Çocukluk yıllarında, zar zor okuyabildiği bir dönemde babasının bir yerlerden bulup getirdiği National Geographic’te bir fotoğraf görüyor, fotoğraf 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerinden sürgün edilen Macar köylülere ait. Öykünün ayrıntılarını anlayabilmesi yıllarını alıyor ve bir şekilde Macarlara ilgi duymaya başlıyor. Çocukluğu boyunca da –bilmemesine rağmen- Pazar öğle sonralarında kendi kendine Macarca konuştuğunu ve şarkı söylediğini hayal ediyor. 1977’de Macar yazar ve şair Gyula İllyés’nin “People of the Puszta” kitabını okuyor. Kitaptan öylesine etkileniyor ki orjinal dilinden okuması gerektiği düşüncesiyle kendi kendine Macarca öğreniyor. Bunu yapmak için kendini dört yıl boyunca neredeyse odasına kapatıyor, okur ve yazar hale geliyor. Ama konuşabilmesi için odadan çıkması gerektiğini fark ediyor. Bir sabah, onunla aynı banliyöde yaşayan emekli kamyon şoförü Macar komşusuna ürkek Macarcası ile sesleniyor ve adam onu uzun zamandır kayıp olan bir memleketlisi gibi kucaklıyor. Bu iki adamın öyküsünün sonu biraz trajik, meraklısı yazının tamamını aşağıya eklediğim linkten okuyabilir1.
Herhangi bir sanat galerisine, müzeye ya da tarihi değeri olan bir binaya gönüllü olarak hiç gitmemiş.
Şehirlerin cadde ve sokaklarında yönünü bulma konusunda neredeyse tamamen başarısız. Bu durumun onu huzursuzlandırdığını söylüyor.
Bir bilgisayarın, cep telefonunun ve faks makinesinin herhangi bir düğmesine hayatı boyunca hiç dokunmamış. 1979’da kendi kendine, sağ elinin baş parmağıyla daktilo kullanmayı öğrenmiş. Bugüne kadar yazdığı on beş romanı da bu şekilde yazmış.
Neresi bu “Düzlükler”?
“Düzlükler”in neden bahsettiğini anlatmak hem kolay hem zor. Murnane’nin metni spoiler üretmekten çok uzak, o yüzden kitabın ”konusu” hakkında birkaç cümle edebilirim sanırım. Anlatı “İç Avustralya” olarak tanımlanan sahil kentlerinden uzakta (bu kentler küçümseniyor, keza “Eski Dünya” ile temasları onları yozlaştırmış), kendine has bitki örtüsü, ışığı (güneşi) ve toprak sahibi varsıl insanların (erkeklerin) olduğu bir “manzarada” “Düzlükler”de başlıyor ve bitiyor. Toprak sahiplerinden oluşan/temsil edilen “Düzlük İnsanları” “Düzlükler”in en uygun imgesini, temsilini yaratacak sanatçı, tarihçi, arşivci, haritacı ya da onlar gibi dillendirmek gerekirse “ricacı” ile görüşüp, projelerini dinleyip uygun bulduklarını himayelerine alıyorlar. Amaç bir “Düzlükler” külliyatı oluşturmak mı? Muhtemelen. Anlatıcımız da “Düzlükler”in filmini çekeceğini (filmin adı “İçerisi” olacak) söyleyerek bir toprak sahibinin himayesi altına giriyor ve bu hiçbir yere benzemeyen topraklarda yirmi yıl geçiriyor.
Kitapta bir olay örgüsü yok, isimsiz bazı karakterler olmakla birlikte ana karakter “Düzlükler” film yönetmeni anlatıcı bu sıradışı coğrafyada okura rehberlik ederken, anlamın peşine düşüyor. Anlatıcı meselesi Murnane için çok önemli, neredeyse hiç söyleşi yapmayan ve röportaj vermeyen Murnane, kendini ve yazınını en etraflıca anlattığı konuşmasında2, kurgularının çoğunun amacının okurun herhangi bir karaktere sempati duyması, onun duygularını paylaşması olmadığını, üzerine basarak anlatıyor. Esas amacı, okurun anlatıcının gerçekliğine inanması.
“Düzlükler”le kitabın henüz başlarında yedi toprak sahibinin ricacıları kabul ettiği bir Pazar öğle sonrasında tanışmaya başlıyoruz. Yedi toprak sahibi, biraz gergin ama sıkça mizahlı felsefi bir konuşma yapıyorlar. Düzlüklerin mükemmel imgesini arayan bu “Düzlük İnsanları” doğdukları ve öleceklerinden emin oldukları topraklarının anlamı üzerine tartışıyorlar. Göz yaşartıcı bir şiirsellikle!
Hepsinin ortak amacı “Düzlükler”i Avustralya’nın geri kalanından ayıran imgeleri bulmak ve desteklemek. İki ayrı ve sözde çatışıyormuş gibi görünen görüşün temsilcileri bunlar. Ufukçular ve Tavşancılar. Ama “gerçek” dünyanın farklı görüşleri arasındaki bildiğimiz çatışmaları hızla unutmalıyız. “Düzlükler” farklı görüşlerin değer bulduğu, yapılmayanın yapılandan, gösterilmeyenin gösterilenden değerli olduğu bir coğrafya, “Öteki”ni kabul etmenin yolu da onun başkalığı, farklılığından geçiyor. Başarı bize öğretilen başarı değil, geçmişin üzerimizdeki yıkıcı etkisi “Düzlükler”de silinip gidiyor.
“Düzlükler” bir Avustralya alegorisi mi? Şüphesiz ki cevap biraz da olsa “Evet”. Ama bu Avustralya başka bir Avustralya. Murnane bir “iç ülke” hayal ediyor. Ama Murnane’in anlatısı Avustralya’nın çok daha ötesinde, her yere yahut hiçbir yere ait olan düşünsel bir coğrafyaya benziyor. Ne de olsa Düzlükler’in kendini, Avustralya olduğu sanılan ya da Avustralya olarak kodlanan her ne varsa ondan ayırmak gibi bir iddiası var. Burada yazarın sesine kulak vermeli, koordinatlar “Düzlükler’in ne olmadığını anlatarak başladığı paragrafta saklı. “Düzlükler, içinde sahnelenen oyunlara anlam katan devasa bir tiyatro değildir. Her türden kaşife açık muazzam bir saha da değildir. Düzlükler, anlamı kendisinin yarattığını bilenler için elverişli bir metafor kaynağıdır sadece”
Anlamı nerede aramalı?
Bir yeri hissedebilmek için illa gitmek mi gerekir? Orada olduğunu bilmek yetmez mi? Gittiğimiz yerde, yola çıktığımız yerin imgelerini mi ararız? Gördüğümüz, görmediğimizin referansı mıdır? Bulunduğumuz yer aslında hiç çıkmadığımız bir yolculuğun varış noktası mıdır? Peki ya uğruna, sahip olunan yeri/şeyi terk edip tam da bulmak üzere olduğu sanılan şeyin aslında terk edilen olduğunun fark edildiği o an? Seyahat edebileceğimiz her yer, hayalini kurduğumuz her imge kendi yüreğimizde saklıdır belki de.
Güneş “Düzlükler”in üzerinde her daim parlasa da “düzlük insanları” güneşin doğrudan etkisinden biraz uzak kalmayı tercih ediyor, loşlukta yaşıyorlar. Işık, jaluzi aralıklarından, perde kenarlarından giriyor hep. Işıksızlık yeni olasılıklara karşılık geliyor. Karanlık yeni anlamlar doğuruyor. “Düzlükler”de henüz gerçekleşmemiş olanın, potansiyelin değeri var. Aşikâr olan yerine karanlıkta olanın.
“Yazılmış ama yayınlanmamış, kütüphane raflarında duran öykülerdeki hayali diyarlar, malikanelerin iç odalarında “hiç gerçekleşmemiş evliliklerden doğmamış çocukların en sevdiği eşyalar, bir çiftin birbirlerinden gerçekleşmemiş ihtimallerden bazılarını doğrulayan bir kelime dizilişini diğerinden hâlâ duyabilirmiş gibi davranması...”
Aşkı hissetmek için yaşamak mı gerek? Peki ya kitabı yazılsa? Yaşanırsa tükenir, yazılırsa bir yüzeye sabitlenir. Sadece bir manzara olarak zihinde taşınırsa kendini çoğaltabilir belki de. Hakikat adı verilen şey tüm ihtimallerin tükenişinin temsilidir ne de olsa.
“Güneş ışığı kişiyi düzlüklerin ötesindeki ihtimallere karşı kör ediyor...”
Murnane ‘Benim için bir şey onu zihnimde görebiliyorsam var demektir ve zihnimdeki diğer şeylerle bağlantı kurabiliyorsa anlamlıdır’ diyor, kendini anlattığı uzun konuşmasında. Ona göre dünya görmediği ama başka yollarla kavradığı sonsuz bir manzara ile çevrili, ama bahsettiği zihinsel bir manzaradır aslında. Anlam zihinde yaratılır ancak, orada bulunabilir.
“Düzlükler” her uzaklıktan farklı görünüyor, bir malikane verandası onu boyutsuzlaştırıyor, üzerinde yürüyünce ise zemini yuva bellemiş canlıların büyüleyici görüntüsünü sunuyor, tüm katları görebilmek ancak düzlüklerle bir olmakla mümkün.
Postmoderniteye acısız bir tokat
Gerald Murnane, anlamı anlamsızlaştırarak bulan temsil dünyasında kendi yolundan sapmadan yürüyen bir münzevi. Postmodernitenin başımıza sardığı “aşırı anlama” çabasıyla kendi yarattığı zihinsel coğrafyada baş ediyor, temsil edilen her şeyle biraz da dalga geçiyor. Filmlerin okunduğu, kitapların tartışıldığı, yaratıcı okumaların, kadim bilgeliğin, kariyerin, kısa öykü ve senaryo yazmaların atölyeleri tarafından sarıldığımız ve girdiğimiz her yolun bir şekilde Instagram’a çıktığı hazmedilmemiş deneyimler dünyasında bizi sakin olmamız ve anlamı zihnimizde yaratmamız için “Düzlükler”e davet ediyor.
Anlatıcısının film çekmek için geldiği ve yirmi yılın sonunda tek kare çekmediği o tuhaf coğrafyaya.