Diyarsız Kraliçe, İnançsız Hristiyan, Utançsız bir Kadın: Kraliçe Christina

Böyle buyurmuştu bir Papa, 17. Yüzyılın en entelektüel, müstesna kadınlarından biri için. O İsveç tahtına oturduğunda 7 yaşındaydı fakat 18’inde hükmetmeye başladı. İlk gayelerinden biri Avrupa’da otuz yıldır süregelen din savaşlarını sonlandırmaktı. Fakat kimileri her zaman olduğu gibi bundan besleniyordu. Sıra dışı hayatı ve kıyafet seçimi, evlenmeyi reddetmesi ve bir de tabii ülkesinin dini olan Protestanlık yerine Katolikliğe geçmesi üzerine tahtını kaybetti. Ve sürgün yılları başladı. Ama o bildiğiniz sürgünlerden değil. Oraya sonra geleceğim.

Christina’yı yazmaya Nobel ödüllerinin verildiği bir zamanda Prag’da karar verdim. Çünkü burada dünyanın gelmiş geçmiş en tuhaf liderlerinden biri olan Kutsal Roma İmparatoru II Rudolf’ün Rönesans Sarayını anlatıyordum. Zamanın en erotik ve garip resim, taş, egzotik hayvan ve daha nicesinden mürekkep koleksiyonlarından birine sahip Rudolf’ün sarayını, askerlerine yağmalatıp muhteşem tablolarını ve paha biçilmez kodeks ve kitaplarını Stockholm’e getirtmiş olan bizzat kendisiydi. Kimdi bu kadın? Christina’yı tanıyanlar, kitap aşkının bir mani boyutuna geldiğini, hatta çoğu gece sabahlara kadar okuduğu için saçının başının hep dağınık olduğunu o yüzden de “yataktan yeni kalkmış” saç modasının çıktığını ve gençlik tablolarında hep bu şekilde resmedildiğini biliyor.

2.jpg

Christina, kral babasını 7 yaşında kaybedince tahta oturma hakkını kazanıyor ama 18 yaşına gelene kadar ülkesine hükmedemiyor. Alman Hanedanına mensup annesi zamanın en güzel kadınlarından biri sayılıyor, ama aynı zamanda en histerik ve dengesizlerinden de biri. Annesi, kocasının naaşının tabutta açık tutulmasını ve kendi hayatının sonuna kadar böyle kalmasını talep edip her gün kocasını ziyaret edip çürümeyi fark etmeden ona dokunuyor, sarılıyor. Sonunda ölü kralı bir kiliseye defnetmeyi başarıyorlar. Christina böyle bir ortamda büyüyor ve 1644 yılında 18 yaşına geldiğinde tahta geçiyor. Dört yıl boyunca tüm Avrupa’da süregelen savaşları bitirmek isteyince danışmanları Kutsal Roma İmparatorluğu’yla barış yapılmasına karşı çıkıyor fakat Christina diretiyor ve 1848 yılında Avrupa’yı 30 boyunca kan banyosuna bulamış din savaşlarını Westphalia Antlaşmasını imzalayarak sonlandırıyor. Bundan sonra kendini sanata ve kitaplara veriyor. İsveç’te Kuzeyin Artemis’i ya da Minerva’sı olarak nam salan taze Kraliçe, bir üniversite kurdurmak için kolları sıvıyor. Bugün İsveç dünyadaki en iyi eğitim sistemlerinden birine sahip ise Christina’nın bu minvalde attığı adımlara bakmamız gerekir.

DESCARTES VE GEMİDEKİ 2 BİN KİTAP

Christina 1645 yılında hayallerindeki kütüphaneyi kurması için zamanın ünlü şair ve oyun yazarı, diplomatı ve avukatı Hollandalı Hugo Grotius’u ülkesine davet ediyor. Aynı yıl dünyanın ilk gazetesi kabul edilen “Ordinari Post Tjdender’i” kurdurtuyor. 1648 yılında yukarıda bahsi geçen Prag talanından gelen kitaplarla kütüphanesinde dünyanın en kıymetli belgelerini ve kitaplarını toplamış oluyor. Sadece kitaplar değil, o yılki resim envanteri 760 tablo, 270 heykel, Rudolf’ün muhteşem değerli taş ve mineral koleksiyonu, Kepler ve Brahe gibi dahi astronomların kullanması için zamanın en iyi ustalarına yaptırdığı usturlap, teleskop vb. 300 aleti de İsveç’e getirtiyor. Bilgiye olan aşkı kitap, sanat eseri ve objelerle sınırlı değil. Kraliçe Christina’nın hayatını yazmış olan Margaret Goldsmith’e göre, kitap ve belge toplama tutkusu, etrafında entelektüel erkek toplama arzusuyla yarışıyordu. Dolayısıyla Blaise Pascal ona kitabını imzalayıp gönderiyor, oyunculukla ilgilendiği için çağının en ünlü oyun yazarlarından Corneille’in oyunlarını oynayabilmeleri için ünlü İtalyan mimar Brunati’ye tiyatro inşa ettiriyor, Descartes ile sıkı mektup arkadaşı olup sonunda ünlü feylesofu ikna edip 2000 kitapla dolu bir gemiyle İsveç’e getirtiyordu.

descartes-ve-kralice-christina.jpg

“EVLENMEK, SAVAŞA GİTMEKTEN DAHA ÇOK CESARET İSTER”

Tüm bu felsefi, edebi, sanatsal faaliyetler ve harcamalar yapılırken saraydaki muhalefet Christina’nın harcamalarına burun kıvırmaya, onun kendi yaşındaki erkeklerle sabahlara kadar felsefi konuları tartışmasına homurdanmaya, evlen ve varis doğur diye baskı yapmaya başlamıştı. Ama kendinden önce yaşamış olan efsanevi “Bakire Kraliçe” Elizabeth’e özendiği için Christina asla evlenmek istemediğini beyan edince herkesi şoke etmişti. Şu meşhur sözünü not düşelim: “Evlenmek, savaşa gitmekten daha çok cesaret ister.” Bir de zamane kadınlarının aksine Rococo süsleri takınıp, pudralı peruklarla gezip tozmak yerine erkek kılık kıyafeti ve erkek ayakkabıları giyip gereksiz saray muhabbetleri yerine sabahlara kadar kitap okumayı yeğlemesi, eksantriklik olarak algılandı. Yirmi yıl bu tempoda devam ettikten sonra sonunda sinir krizi geçirince doktoru ona daha az okuyup düşünmesini, daha fazla hayatın nimetlerinden yararlanıp uyuyup, sıcak banyolara kendini bırakmasını tavsiye etti.

KATOLİK İNANCINI SEÇİNCE TAHTINDAN OLDU

Ve fakat onu asıl tahtından eden pantolon sevdası değildi. Tahtta kalmamın tek şartı evlenmemek dedi. Sonra Katolikliği seçince şeytan muamelesi gördü. Ayrıca saray harcamaları, ki bunlar sadece kitap ve sanata harcanmıyor, kendi maiyetini ve etrafını fazlasıyla besliyordu. Velhasıl feragat etmeye zorlandı. 1654 yılında onun tacını giyen Charles Gustav’a ülkesini teslim edip yeni seçtiği mezhebin başkentine, Vatikan’a gitmeye karar verdi. Hayatının geri kalanının çoğunu Roma’da geçirmekle birlikte burada da böyle bohem bir kadın için hayat süt liman olamazdı. İtalyanlar, ilk başlarda tıpkı Cem Sultan’ı kabul ettikleri gibi Christina’nın da etrafını sardılar. Ünlü mimar Bernini onun için özel bir araba tasarladı, Papa ona Vatikan’ın içindeki en güzel bölümlerden birini tahsis etti, aristokrasi onu her gün bir partiye davet etti. Fakat sonunda kendi için seçtiği sarayı olan Palazzo Farnese’yi adeta Medici’ler gibi bir sanat, şiir ve bilim akademisine dönüştürmesi ve Christina’nın burada Azzolino gibi İspanyol elçilerle sabahlara kadar içip sohbet etmesi ilk başta ona bayılan Papa’nın tahammül sınırlarını zorladı. Unutmamamız gerekir ki Christina daha gençti, Avrupa’da göreceği çok şey vardı. Bir süreliğine Roma’yı bırakıp Fransa’ya gitti. Orada müthiş bir heyecanla karşılandı, hatta XIV. Louis onun Napoli Kraliçesi ilan edilmesi için harekete bile geçti.

katolik-inancini-secince.jpg

VATİKAN’A GÖMÜLEN 3 KADINDAN BİRİ OLDU

Ama Christina bir daha ne Napoli’nin, ne de kendi ülkesinin kraliçesi olamadı. Roma’ya döndüğünde o eski şaşaalı karşılamalar olmadı. Beş Papa’yı görüp geçirecek olan Christina hayatının geri kalanını bol bol okuyup mektup yazıp Avrupa’nın en büyük sanat koleksiyonlarından birini inşa ederek geçirdi. Buradaki tek sorun bazen tavanlarına sığması için dünyanın en önemli ressamlarının eserlerini kestirmiş olmasıydı. Koleksiyonunda Tiziano’dan Correggio’ya, Rafael, Michaelangelo, Caravaggio, Robens, Holbein Van Dyke gibi ustaların resimleri ve eskizleri bulunuyordu. Tiyatro merakını her dem yeşil tutmuş olan Christina, yeni Papa’nın bunu günah ve zihinleri zehirleyici olarak algılamasına kulak asmıyor, malikanesine tiyatro trupları davet etmeye devam ediyordu. Sonunda 1689 yılında 62 yaşında Campania’daki pagan tapınakları ziyaret etmeye gittiği sırada ciddi bir şekilde rahatsızlanıp hayata gözlerini yumarken, Roma’da Pantheon’da defnedilmeyi vasiyet etti. Ama Papa tabii ki buna uymadı ne de olsa Pantheon paganların mabediydi ve Greko-Romen meftunu Christina’ya bu son isteğini bağışlamak Katolik bir ülkede doğru olmazdı. O yüzdendir ki Christina Vatikan’da bulunan grotto’da toprağa verilmiş üç kadından biridir. O öldükten sonra muhteşem koleksiyonu parça parça satıldı. Günümüzde çoğu Louvre Müzesi’nde olmak üzere, İngiltere, Hollanda gibi ülkelerin çeşitli müzelerinde sergilenmekte.

Son olarak şunu söyleyebiliriz. Christina istediği gibi bir hayat yaşadı, dolu dolu tüm tutkularını tatmin ederek yaşadı. Tahtını da bu sevgileri yüzünden feragat etti. Belki topladığı eserler ve kitaplar dünyanın dört bir tarafına dağıldı ama Christina kendinden sonra pek çok oyuna, operaya ve filme (ki söylemeden edemeyeceğim, Greta Garbo en muhteşem Kraliçe Christina olmuştur) ilham verdi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Pelin Batu Arşivi