Mehmet Şandır
ANKARA HAVASI
Ankara havasını uzun süre solumak, özellikle biz emsal eski siyasetçilerin psikolojisini bozar.
Siyasi gündemin ve siyasetçi kavgalarının “kayıkçı kavgası” olduğunu biliriz.
Filmin sonunu bilmek ve kenardan seyretmek mecburiyeti çok tatsız bir şey…
“Hariçten gazel okumak”, angaryanın ve lüzumsuzluğun en çekilmezi…
“Hiçbir şeyin eskisi olmayacaksın” demiş eskiler…
Ankara’da kırmızı/ölüm rengi hakim; hava puslu ve soğuk…
Kaçmak zamanı…
Baharı erken karşılamak ve biraz da huzur bulmak umuduyla Akdeniz’in mavisine Torosların yeşiline sığındım; Silifke’nin Taşucu sahil kasabasına kaçtım.
Behçet Kemal Çağlar’ın, “Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan” şiiri misali…
Belki huzur buluruz, salgına karşı da daha iyi korunuruz umudundaydık…
Ancak, yine huzurum kaçtı…
Taşucu Körfezi’ne sığınmış bir başka kaçkınla karşılaştım;
YAVUZ (sondaj) GEMİSİNİ, penceremin tam karşısında demirlemiş, bekler buldum.
Her gün, denizin ortasında rüzgarla kendi etrafında dört dönmesini;
Her akşam ışıklarının denize dökülmüş yakamozunu seyrediyorum.
Tehditler karşısında geri adım atmış, dayatmayı kabul etmiş, tükürüğünü yalamış bir siyasetin ve içi boş bir şişinmenin pörsümüş yelkeni gibi salınıp duruyor karşımda…
Kürek cezasına mahkum edilmiş eski zamanlar hayaleti gibi…
Yenilmişlik psikolojisinin öfkesini ve hüznünü yaşıyorum…
Avrupa Birliği’nin 2020 yılı Ekim ayı Liderler Zirvesi öncesinde “Türkiye'nin Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyetlerini sürdürmesi durumunda yaptırımların devreye gireceği“ tehdidi karşılık bulmuş; Şanlı(!) Yavuz’u Taşucu Körfezine hapsetmişiz…
Yavuz Sondaj Gemisi’nin Taşucu Körfezi’nde Oruç Reis Gemisi’nin de Antalya Limanında zorunlu bekleyişi, Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesiyle “diplomasiye fırsat tanımak“ adına/bahanesiyle o günden bu yana devam etmekteymiş…
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin talebiyle ortaya konulan bu tehdit, AB’nin 2021 Mart Liderler Zirvesinde kalıcı hale getirildi.
Doğu Akdeniz'de gerginliğin düşmesinden, Türkiye ile Yunanistan arasında görüşmelerin başlamasından ve Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik görüşmeler yapılacak olmasından duyulan memnuniyetin dile getirildiği Liderler Zirvesi bildirisinde, şu ifadeler yer aldı:
"Gerginliğin düştüğü mevcut durumun devam etmesi ve Türkiye'nin yapıcı şekilde çalışması şartıyla ve önceki AB Konseyi sonuçlarında belirlenen koşullara bağlı olarak son dönemdeki daha olumlu dinamiği güçlendirmek için AB, ortak ilgi alanlarında işbirliğini geliştirmek üzere Türkiye ile kademeli, orantılı ve geri dönülebilir şekilde çalışmaya ve hazirandaki AB Konseyi toplantısında daha fazla karar almaya hazırdır."
AB, Türkiye'ye "yeni provokasyonlardan ve uluslararası hukuku ihlal edecek tek taraflı adımlardan" kaçınması uyarısı yapıyor; aksi halde, “AB'nin ve üye ülkelerin çıkarlarını savunmak, ayrıca bölgesel istikrarı korumak için eldeki araçların ve seçeneklerin kullanılması konusunda kararlı olduğu” efelenmesiyle tehdit ediyor.
Bildirinin sonunda, "Gelişmeleri yakından izlemeye devam edeceğiz ve ortaklarımızla (ABD kastediliyor) koordineli bir yaklaşım arayışı içinde olacağız ve bu konuyu hazirandaki toplantıda tekrar ele alacağız” denilmektedir.
KISACA;
AB, Türkiye’yi GÖZALTINA aldığını ilan ediyor ve uslu olursak, “kademeli, orantılı ve geri dönülebilir şekilde” bir ilişkiyi devam ettireceklerini söylüyorlar.
Uslu olmanın ölçüsü; Akdeniz’de gerginlikten uzak durmak, Yunanistan’ı ve GKRY’ni üzmemek ve Kıbrıs konusunda iddialarımızdan vazgeçmek…
Aksi halde, “geri dönülebilir” bir erteleme…
Yani, uslu olmanın karşılığında Türkiye’nin tam üyelik talebi/hayali, gündemde yok…
Ayrıcalıklı Üyelik, Özel Statü, Stratejik Ortaklık hatta Kademeli Üyelik gibi mevzuatta tanımlanmamış bir ilişki ihtimali dahi gündemde yok…
Bir anlamda, “Avrupa yapılarına bağlı kalmak” şartı ile “saldırmazlık/ateşkes antlaşması” öneriyorlar.
Osmanlı’nın sonunu getiren Mondros Antlaşması gibi…
Böylece, YAVUZ’UN Taşucu Körfezindeki misafirliğinin EV HAPSİ olduğunu anladık…
ÖNCELİKLE
AB’nin bu tavrını hukuk dışı, ikiyüzlü ve dostça bulmadığımı ifade ediyor ve kınıyorum.
Türkiye’yi tehdit etmenin bir bedeli olacaktır; tarihte olduğu gibi…
Türkiye’yi bu zillet duruma düşürenlere Türk Milleti’nin bir cevabı olacaktır.
BENCE
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, “kazanımlarından, bağlantılarından vazgeçmeden” muhatapları karşısında pozisyonunu görünür hale getirmelidir.
Kendini ve konumunu yeniden tanımlamalı ve muhataplarına hatırlatmalıdır.
Türkiye, Doğu-Batı ekseninde kümeleşen dünya devletlerinin ortasında bulunan coğrafyasının stratejik değeri ile vazgeçilmez bir ülkedir.
Bizi tehdit eden Batı’lı müttefiklerimiz(!) Avrasya jeopolitiği ve Türk Dünyası gerçeğini dikkate almak mecburiyetindedir.
ANCAK
Türkiye, tarihi müktesebine ve coğrafyasının gerçeğine sahip çıkmalı; bölge ülkeleri ile “yumuşak güç” olarak hızla dostane ilişkiler kurmalıdır. Başta Mısır, İsrail, Suriye, Irak, İran ve Suudi Arabistan, olmak üzere Afrika devletleri, Balkan ülkeleri, Rusya, Çin, Hindistan, Pakistan, Güneydoğu Asya ülkeleri bizim tarih ve coğrafya komşularımızdır.
Özellikle Türk Dünyası ülkeleri yani Hazar’ın iki yakası bizim kader yoldaşlarımızdır.
Bizim öznemiz tarihimiz ve coğrafyamızdır.
Türkiye’yi yönetenler, öncelikle bu gerçeklerin farkına varmalı ve muhataplarına hatırlatmalıdırlar.
Mesela; Türkiye’yi bugünlerde ziyaret edecek olan AB yöneticilerine (gardiyanlarına) bir hediyemiz olmalı; 31 Mart’ta toplanan Türk Konseyi’nin Sonuç Bildirgesi ve TÜRK DÜNYASI BAKANLIĞI Kuruluş Kanunu Teklifi takdim edilmelidir.
Ankara havası, Milletin huzurunu kaçırmaya devam ediyor.
Emekli amirallerin, darbecilerin üslubunu ve darbe dönemlerini çağrıştıran gece yarısı bildirisi ve buna verilen tepkiler asla kabul edilemez ve Türkiye’ye yakışmaz/faydasız şeylerdir.
Amiraller, Türkiye’ye ve Türk Milletine zarar vermişlerdir.
Doğruları, doğru adamlar, doğru zamanda ve doğru yerde söylerse bir anlam ifade eder.